banner913
banner932
banner1012

Nobel Ödülü Zanzibar Kökenli Romancı Abdulrazak Gurnah’ın

banner1020

İsveç Kraliyet Bilimler Akademisi’ndeki Basın Toplantısında, Ödül Zanzibar Kökenli Romancı Abdulrazak Gurnah’a Verildi

banner974
Nobel Ödülü Zanzibar Kökenli Romancı Abdulrazak Gurnah’ın

banner971
 
 
Nobel Edebiyat Ödülü, şu ana kadar 113 kez 117 şahsa verildi. Başka Nobel ödüllerinde, ortak çalışmaların daha fazla olması nedeniyle ödül paylaşımı daha yaygınken, Edebiyat kısmının tabiatı gereği ödül paylaşımı yalnızca 4 kere gerçekleşti.
 
Orhan Pamuk 2006’da, Gabriel Garcia Marquez 1982’de, Jean-Paul Sartre 1964’te, John Steinbeck 1962’de, Albert Camus 1957’de, Ernest Hemingway 1954’te ve Winston Churchill 1953’te Nobel Edebiyat Ödülü’nü aldı.
 
ABDULRAZAK GURNAH KİMDİR?
 
Abdulrazak Gurnah 1948’de doğdu ve Hint Okyanusu’ndaki Tanzanya’ya bağlı Zanzibar Adası’nda büyüdü lakin 1960’ların sonunda mülteci olarak İngiltere’ye geldi. Aralık 1963’te İngiliz sömürge idaresinden barışçıl kurtuluşun akabinde Zanzibar, Lider Abeid Karume’nin rejimi altında Arap kökenli vatandaşlara yönelik baskı ve zulme yol açan bir ihtilal yaşadı; katliamlar yaşandı. Gurnah, mağdur etnik kümeye mensuptu ve okulu bitirdikten sonra ailesini terk etmek ve o vakte kadar yeni kurulan Tanzanya Cumhuriyeti olan ülkeden kaçmak zorunda kaldı. On sekiz yaşındaydı. Babasının vefatından kısa bir müddet evvel babasını görmesine müsaade vererek 1984’e kadar Zanzibar’a dönmesi mümkün olmadı. Gurnah, yakın vakitte emekli olana kadar Canterbury’deki Kent Üniversitesi’nde İngiliz ve Sömürge Sonrası Edebiyatlar Profesörü olmuştur.
 Anadili, Afrika’da seksen milyon kişinin konuştuğu Svahili’dir. İlköğrenimini İngilizokullarında tamamladı, çocukluğunda gittiği Kuran kursunda Arapça öğrendi.Gençliğinde Zanzibar Ayaklanması’na (1964) ve sonrasında kurulan sosyalist rejimin çalkantılı yıllarına tanıklık etti. 1968’de İngiltere’ye gitti. Yükseköğrenimini Kent Üniversitesi’nde tamamladı. Doktora tezinde (1982) kolonyal söylemin Doğu Afrika, Karayip ve Hindistan edebiyatındaki izdüşümlerini analiz etti. Postkolonyal edebiyat alanında uzmanlaştı. Halihazırda Kent Üniversitesi’nde İngiliz edebiyatı profesörü. İlk romanı Memory of Departure’da (Ayrılışın Hatırası, 1987) Afrika’da geçen gençlik yıllarının ardından ülkeyi terk eden Hassan karakterinin hafızasında yer eden Afrika imgesini postkolonyal dönemin kimlik sorunları ışığında inceledi. İkinci romanı Pilgrim’s Way (Hac Yolu, 1988) başlığını Winchester’ı Canterbury’deki Thomas Beckett mabedine bağlayan yoldan alır. Daha iyi bir yaşam umuduyla İngiltere’ye gelen Tanzanyalı Davud, karşılaştığı göçmen karşıtı tutumlardan dolayı paranoyak bir benlik geliştirir ve çareyi Tanzanya’daki geçmişini tamamen silmekte arar. Dottie (1990), Dottie Badoara Fatma Balfour karakteri üzerinden benzer bir yabancılaşma sorununu tartışır. Fatma Balfour’un melez kimliği, ırk ve etnisite sorununun göçmen ve sürgün karakterler üzerindeki travmatik etkilerinin yakıcı bir simgesidir. Cennet’te (1994) Gurnah, Yakup’un oğlu Yusuf’un Kuran’da anlatılan hikâyesini 1900-1914 arası Doğu Afrika’ya uyarlar. Kolonyal söylemin Afrika’ya dair klişelerini kölelik, tarihin çarpıtılması, İslâmofobi gibi meseleler üstünden tartışırken Yusuf’un bireysel hikâyesi bir yandan kolonyalizmin bir yandan da despotizmin eleştirisine açılan ikili bir işlev görür. By the Sea (Deniz Kenarında, 2001), emperyal pedagojinin Afrika’nın yerli gelenekleriyle karşılaşmasının doğurduğu verimli paradoksları konu eder. Salih Ömer, Kuran eğitimi almaktan duyduğu geleneksel kıvanç ile kolonyal eğitimin kazandırdığı dünya bilgisi arasında bocalarken yeni Afrika’nın çelişkileri ete kemiğe bürünür. Son Hediye (2011), 1996’da yayımlanan Sessizliğe Hayranlık’la (2018) birlikte bir nehir roman anlatısıdır. Sessizliğe Hayranlık’ın isimsiz anlatıcısı ülkesini terk eden bir Zanzibarlı muhaliftir; Britanya’ya yerleşip evlendikten sonra öğretmenlik yapar. Hayatının en istikrarlı görünen döneminde bireysel tarihini yazmaya karar verdiğinde, hiç de istikrarlı olmayan, kayıp ve kırılgan bir bastırılmış benlikle yüzleşmek zorunda kalır. Son Hediye’de ise Gurnah, bu isimsiz anlatıcısının hikâyesini kültürel farklılıkları, belleğe kazınmış tarifsiz acıları kateden bir anlatıya kavuşturur. Gurnah’ın hakikat anlayışı, gerek kolonyal dönemin karamsar ve toptancı tasvirlerini gerekse anavatan-memleket şovenizmlerini reddeden sahici bir arayışa dayanır. Gurnah, romanları dışında, Salman Rushdie, Anthony Burgess, Joseph Conrad, Vidiadhar Surajprasad Naipaul, Zoe Vicomb gibi yazarlar üstüne edebiyat eleştirileri yazdı, kitaplar hazırladı.
Gurnah, 10 roman ve bir dizi kısa hikâye yayınladı. Mülteci sıkıntısının teması, yapıtının tamamında işliyor. 21 yaşında İngiliz sürgününde yazmaya başladı ve Swahili birinci lisanı olmasına karşın İngilizce onun edebi aracı oldu. Zanzibar’da Swahili lisanında edebiyata erişiminin neredeyse sıfır olduğunu ve birinci yazılarının katiyen edebiyat olarak sayılamayacağını söyledi. Arap ve Fars şiiri, bilhassa Binbir Gece Masalları, Kur’an’ın mühletleri onun için kıymetli bir kaynaktı.
 
Guardian’da David Shariatmadari imzalı söyleşisinde yazar şöyle diyor : “Kendisini bir anda tüm dünyanın ilgisine mazhar bulan birisi için Abdulrazak Gurnah oldukça sakin gözüküyor. Ona durum hakkında nasıl hissettiğimi sorduğumda ‘‘yüzlerce insanın görüşme isteği biraz yormuş olsa da oldukça iyi’’ diyerek yanıtlıyor. Nobel Edebiyat Ödülü’nün yeni sahibiyle Londra’daki ofisinde kitaplarla sarılı bir şekilde tanışıyorum. Gümüşi saçları ve sakin, oturaklı konuşmasıyla 73 yaşından genç gözüküyor. Böylesine prestijli bir ödülü kazanan birisine göre oldukça sakin gözüküyor.
 
Yine de bundan sadece 24 saatten biraz daha fazla geriye gittiğimizde İngilizce profesörü olarak emekli olup, Canterbury’deki evinin mutfağında oturan ve eleştirmenlerden tam not almış on kitabı olan bir yazarken şimdiyse ününün zirvesinde, herkesin gözü onun üzerinde. İsveç Akademisi’nin yaptığı alıntıda sömürgeciliğin etkilerine ve mültecilerin kültürler ve kıtalar arasındaki derin uçurumdaki kaderlerine şefkatli bir şekilde nüfuz ettiğine’’ değinilmişti. Diğerleri ise yazımının lirikal kalitesine övgüler düzdü.
 
Resmî açıklamayı okumam gerekti
İlk defa duyduğunda inanmadığını söyleyerek gelen aramanın şaka yollu telefonlardan biri olduğunu inanan Gurnah, çekingen bir şekilde ciddi mi olduklarını sorduğunda karşısındaki nazik sesin kendisine az önce Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazandığını söyledi. Cevap olarak ‘‘Hadi oradan! Neyden bahsediyorsun?’’ dedikten sonra haberin doğruluğuna Akademi’nin resmi sitesindeki metni okuyana kadar inanmadığını ekledi. ‘‘Öğrenir öğrenmez o an torunumuzu hayvanat bahçesine götürmüş olan eşimi aradım. Onunla konuşmaya başladığımdaysa evdeki diğer telefon çalmaya başladı, BBC’den röportaj istiyorlardı.’’
 
Bu ödül bir mihenk taşı niteliğinde. Ödülün 120 yıllık tarihinde Gurnah ödülü alan dördüncü siyah. Gurnah’ın uzun yıllar boyunca editörlüğünü yapan Alexandra Pringle’ın ödülün açıklanmasından yalnızca bir hafta önce verdiği bir röportajda onun yaşayan en iyi Afrikalı yazarlardan biri olduğunu ama yıllar boyunca kimsenin dikkatini bile çekmediğini söyledi. Gurnah’a bu durumu sorduğumdaysa bana ‘‘Pringle benim daha iyisini hak ettiğimi düşünüyor. Ama ben göz ardı edildiğimi sanmıyorum. Sahip olduğum okurlardan memnunum diyebilirim. Fazlası içinse neden olmasın.’’ diye yanıtlıyor.
 
Zanzibar’da geçen yılların ardından İngiltere’ye sığınmak zorunda kalmak
Gurnah’ın çocukluğu 1950’ler ve 60’larda Tanzanya kıyısındaki Zanzibar’da geçti. 1890’dan bu yana ada ulusu İngiliz himayesinde, Lord Salisbury’nin tanımıyla doğrudan yönetimin maliyetlerinden uzak ‘‘daha ucuz, daha basit ve insanların benliğine daha az zarar veren’’ bir statüde yönetiliyordu. Ondan önceki yüz yıllarda ise bölge Arap dünyasıyla olan ticarette bir liman görevi üstleniyordu. Gurnah'ın kökleri ülkenin bu mirasını yaşatır nitelikte Müslüman bir kökene sahip.
 
1963 yılında ülke bağımsızlığına kavuşsa da iktidara gelen Sultan Jamshid yönetimi ertesi sene gerçekleşen devrimle iktidardan indirildi. Gurnah devrim sırasında binlerce insanın katledildiğini, toplulukların parçalandığını ve yüzlerce insanın hapse tıkıldığını çok seneler sonra, 2001 yılında yazacaktı. Devrim sırasında başına gelenleri ‘‘hayatlarımıza kindar bir terör hakimdi’’ diyerek anlatan Gurnah ve erkek kardeşi karmaşadan kurtuluşu Britanya’ya kaçarak buldu.
 
‘‘Bambaşka yerlerde hayatlarını kurmak zorunda olanların hikayesi’’
Yazdığı romanlardan bazılarında Gurnah, başına gelen ayrılma, yerinden edilme ve sürgün durumlarıyla yüzleşti. Sessizliğe Hayranlık kitabında anlatıcı Zanzibar’da yaşanan terörden kaçıp kendisi ve ailesi için İngiltere’de bir yaşam kurmuş olsa da zaman geçtikçe ne İngiliz ne de Zanzibarlı olmadığını fark ederek hem içinden geldiği hem de içine girdiği toplumlara karşı yabancılaşır.
 
Gurnah’a kendi geçmişinin hala daha bir hayalet gibi peşinden gelip dadandığını mı hissediyorsun diye sorduğumdaysa ‘‘dadanmak’’ kavramın durumu dramatize ettiğini söyleyerek böyle olmadığını belirtiyor. Yine de yerinde edilmek onun için büyüleyici bir olgu olma özelliğini kaybetmiyor.
 
Gurnah’a göre bu ‘‘bizim zamanımızın, insanların doğdukları yerlerden koparılıp, hayatlarını bambaşka yerlerde inşa etmeleri gereken zamanın büyük hikayesi. Ve bu hikâyenin birden çok boyutu var: Ne hatırlıyoruz? Hatırladıklarımızla nasıl başa çıkıyoruz? Evden uzakta bulduklarımızla nasıl başa çıkıyoruz? Bulduğumuz yerde nasıl karşılanıyoruz?’’ 
 
Gurnah’ın 60ların Britanya’sından kendi edindiği deneyimler ise sıklıkla kırıcı ve saldırgan nitelikte. ‘'Buraya çok genç bir insan olarak geldiğimde insanlar bugün saldırgan olarak tanımlanan kelimeleri doğrudan yüzüme karşı söylemekte herhangi bir problemle karşılaşmazlardı. Böyle tavırlar ve davranışlar o zamanlar çok yaygındı.
 
Farklı olduğun hissettirilmeden otobüse bile binemezdin’’. Gurnah’a göre bugün açık, kendine güvenen ırkçılık çoğunlukla azalmış durumda ancak göçmenlere karşı verilen cevaplar konusu hala daha ortada. Bu meseledeki onca ilerleme aslında sadece büyük bir illüzyondan ibaret. 
 
‘‘Bugün göçmenlere karşı gerçekleştirilenler farklı değil’’
‘‘Bakıldığında işler değişmişe benziyor ama yine de mültecilerin, kendine sığınacak yer arayanların gözaltına alınmalarını sağlayan yeni kurallarımız var ve bu kurallar o insanları neredeyse suçlu gibi gözükmelerine yol açıyor. Bu kurallar hükümetler tarafından ortaya atılıyor ve yine hükümetler tarafından korunuyor. Bu açıdan bakıldığında bana daha önce bu ülkeye sığınan insanlara davranılanlara kıyasla büyük bir ilerleme gerçekleştirilmiş gibi gelmiyor.’’ Gurnah tam aksine kurumsal refleksin buraya gelenleri geri gönderebilmek adına daha da şiddetlenip, derinleştiğini söylüyor.
 
Güncel olarak bu geri göndermeleri yapan kurumların başındaki İçişleri Bakanı Piri Patel’den bahsetmek istediğimdeyse Gurnah bu durumun elbette ilgi çekici olduğunu söylüyor. Bu ülkeye bir yabancı olarak gelmiş bir insanın göçmenlere karşı uyguladığı politikaların şaşırtıcı olduğunu kabul etse de burada olsa ona ne söylemek istersin dediğimde onunla konuşmaya girmek istemeyeceğini belirtiyor.
 
Gurnah on yıllar önce Karayiplerden buraya gelen insanların sınır dışı edilmekle tehdit edildiği Windrush Skandalı’na ise şaşırmadığını söylüyor. ‘’Bu benim için bir sürpriz değildi, ancak öyle olmaması durumu daha az acıklı kılmıyor elbette.
 
Detaylar her zaman yıkıcı çünkü gerçek insanların hayatlarından geliyorlar. Ancak bu durum tahmin edilebilirdi, geçmişte yaşandı ve gelecekte büyük ihtimalle yeniden yaşanacak. Şu an burada konuşurken bile yaşanmaya devam ediyor.’’
 
‘‘Dünyanın her yerinde uçaktan insanlar uçaktan inen birini mutlulukla karşılar’’
Gurnah bir daha Zanzibar’a ayak basmadan önce tam 17 yıl Britanya’da yaşadı ve bu sırada bir yazara dönüştü. Ona göre yazma onun için aklından bir yazar olmayı geçirmekten ziyade ara ara gerçekleşen bir eylemden ibaretti. Ama yine de onun için koşullar bir şekilde doğruydu. ‘‘Yazma durumu içinde bulunduğum koşullardan yani yoksulluktan, sıla özleminden, eğitim görmemişlikten kaynaklı doğdu. İçimdeki acıyı dışa vurabilmem için yazmaya başladım. Bu durum ben bir roman yazıyorum durumu değildi ama bir şekilde devam ederek büyüdü.’’
 
‘‘17 sene sonra ilk defa Zanzibar’a dönüşüm ise korkunç hissettiriyordu. Bu kadar süre evinden uzakta kalan ve değişen her insanda olduğu gibi suçlulukla ve biraz da utançla doluydum.
 
Gitmekle doğru şeyi mi yaptım bilmiyordum. Aynı zamanda bıraktığım insanların benim hakkımda neler hissedeceklerini bilmiyordum, değişmiştim ve bu yüzden beni kendilerinden biri olarak görmeyebilirlerdi. Ama böyle olmadı. Dünyanın neresinde olursa olsun insanlar uçaktan inen birini mutlulukla karşılar’’ 
 
Peki hala iki kültür arasında sıkışmış hissediyor musun diye sorduğumda ise öyle düşünmediğini söylüyor. Gurnah’a göre Dünya Ticaret Merkezi’nde yaşananlar gibi bazı anlardan sonra Müslümanlara oluşan şiddet dolu tepkilerde bu durum ortaya çıkabilir. Böyle anlarda tepkilerin yoğunluğu sizi kötü niyetli bir grubun parçasıymış gibi hissettirirse bir bölünme duygusuna kapılabilirsiniz.
 
Gurnah’a göre her Zanzibarlı Britanya hakkında bir şeyler biliyor ama bir Britanyalı’ya kendisinin Nobel ödülünü aldığı söylendiğinde Zanzibar’ın haritadaki yerini bile gösteremeyecek. İngilizler dünyanın geri kalanının tarihine ve kültürüne yaptıkları etki hakkında bir fikir sahibi değiller. Hindistan gibi gösterişli aşk hikayeleri bir nebze belki ama Zanzibar örneği gibi pisliğe bulanmış, gösterişten uzak hikayeleri bilmek istemiyorlar.
 
Ama yine de bu durum onların hatası değil çünkü bunları bilecek şekilde eğitilmiyorlar. Gurnah’a göre eğitimdeki eksikliği kurgu ve diğer edebi yöntemlere yönelerek kapatabilir ve İngiliz tarihinin pek de gösterişli olmayan kısımlarını göz önüne serebiliriz. Böylelikle okur için okuduğunda kurgu içerisinde anlatılan tarihi olayları daha fazla araştırmaya teşvik edecek bir merak yaratabiliriz. Ancak Gurnah kendisinin her zaman böylesine öğüt verici bir yazar olarak kategorize edilmesinden hoşlanmadığını belli eder şekilde kurgu yazmanın tek önemli işlevinin bu olmadığını, yazarın yazma sürecinde edindiği deneyimden zevk alması gerektiğini ve bu durumun evrensel bir hissiyat olduğunu belirtti.
 
Konuşmamızın sonunda doğru ona kazandığı 840 bin poundluk ödül ile ne yapacağını sorduğumda bir fikrinin olmadığını ama elbet bir şeyler yapacağını çünkü bunun çözmesi gereken tatlı bir problem olduğunu söyledi.
 
Ardından ona Freddie Mercury’den sonraki en ünlü Zanzibarlı olmanın nasıl hissettirdiğini sorduğumdaysa gülerek Mercury’nin burada yani İngiltere’de popüler olduğunu ve Zanzibar’da ise çoğunlukla ülkeye gelen turistler tarafından bilindiğini söyledi. Yolda geçen bir Zanzibarlı’nın Freddie Mercury’i de kendisini de tanımayacağını söyleyerek söyleşiyi bitiriyoruz.
 
Belki bir zamanlar tanınmıyor olabilirdi ama şimdi otuz yıldan fazla süre sonra Nobel Edebiyat Ödülü kazanan ilk siyah Afrikalı olarak hem Zanzibar’da hem de dünyada daha fazla dikkat çekebilir.
 
Abdulrazak Gurnah
1948’de Doğu Afrika kıyısındaki Zanzibar’da doğan Gurnah gençliğinde Zanzibar Ayaklanması’na (1964) ve sonrasında kurulan sosyalist rejimin çalkantılı yıllarına tanıklık ettikten sonra 1968’de İngiltere’ye gitti. Yüksek öğreniminin ardından 1982 yılında tamamladığı doktora tezinde kolonyal söylemin Doğu Afrika, Karayip ve Hindistan edebiyatındaki izdüşümlerini analiz ederek post kolonyal edebiyat alanında uzmanlaştı.
 
Kumdan Yürek, Son Hediye, Sessizliğe Hayranlık, Deniz Kenarında gibi mülteci sorununu ve post kolonyal bağları derinden inceleyen kitapların yazarı olan Gurnah, 2021 yılında Nobel Edebiyat Ödülüne layık görüldü.”
 
 
banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.