banner913
banner932
banner1012

130’uncu ölüm yıl dönümünde Namık Kemal ve Kıbrıs

banner1020

banner974
130’uncu ölüm yıl dönümünde Namık Kemal ve Kıbrıs

banner971

2 Aralık 1888 yılında Sakız Adasında vefat eden Namık Kemal’in Kıbrıs’taki yaşamı hep bir sürgün olarak daima dillendirilmiştir bunun nedeni ise sürgün fermanı ile Kıbrıs’a kalebent olarak gelmesi ve Mağusa’da bir gece yattığı zindan gösterilerek : “İşte burda kaldı” denmesidir.  Gerçekte hakkında yazılanlara bakılırsa ve özellikle eski Mağusalıların anlattıkları bizler Namık Kemal’in burada çok rahat bir yaşam sürdüğü gösterir. Yazarın mektuplarından yola çıkanlar ilk başlardaki onun o olumsuz sözlerini hep düşüncelerine yerleştirmişler ama mektuplarının diğerlerini okuduğunuzda özellikle kızı Feride Hanım’a yazdığı 1873 yılı tarihli mektupta şöyle der: “Mektubunu aldım. Ben burada o kadar rahattayım ki tarif edemem. Her akşam denize giriyorum; Mağusa’ da bir koca liman var; beyaz kum içinde..insan, Unkapanı’ndan Galata’ ya kadar bir gidiyor, yine deniz, boğazına çıkmıyor. . Hele bilsen, o beyaz kum, suyun içinde ne güzel görünüyor. . Tıpkı tıpkısına, sizin İstanbul hanımefendilerinin yaşmak altında parlayan çehreleri gibi. . Senden başka bir şey düşündüğüm yok; herkes rahat olduğumu biliyor; yalnız sen anlamıyorsun. Ne kadar inkâr etsen inanmam..

Her gece rüyama giriyorsun; “Beybaba, ne vakit geleceksin; niçin gazete yazdın, niçin tiyatro yazdın? Bir daha elime geçersen kalemlerini kırarım; yazdığın kâğıtların hepsini yırtarım!” diye, ağzına gelen gevezeliği ediyorsun.. Seni geveze seni! Ben burada birbirinden güzel üç oyun yazdım; kağıtlarının ucunu bile yırttırmam..”

            Yazar Mağusa’da çok rahattır çünkü geldiği günün ertesinde dönemin yöneticileri ona büyük bir ilgi göstermişler, rahat etmesi için ellerinden geleni yapmışlardır. Bugün müze haline dönüştürülen zindanın üst kısmındaki oda bitene kadar kitabın arka sayfalarında göreceğiniz evde onu konuk etmişlerdir. İlerleyen aylarda Namık Kemal’in Lefkoşa’ya, Larnaka’ya gittiği yanı sadece adı kalebentlik olan bu sürgünde yazar Kıbrıs’ı gezmiş önemli kişilerle görüşmüştür. Özellikle onun Mağusa’da olduğunu duyan edebiyat meraklısı gençler onu sık sık ziyaret ettiği bilinmektedir. Hatta gençlerle o kadar sık buluşup yeni düşünceler , edebiyat hakkında söyleşiler yapan Namık Kemal’i birçok kişi yanlış anlamış bile çünkü o dönemin insanlar böylesi hararetli sohbetlere çok açık değillerdi. Yazar özellikle başta rahmetli Şeh Nazım’ın dedesi Kaytazzade Nazım’ı çok etkilemiştir, bilineceği gibi Kıbrıslı Türklerin ilk romanını bu zât yazmıştı. Nazım Efendinin özel arşivinde Namık Kemal’le yazıştığı çok önemli mektupları bulunmuştur.

            Yazar İstanbul’daki gibi belki siyasetin ve gazeteciliğin için aktif olarak yer alamamış ama Kıbrıs’ta bulunduğu 38 ay zarfında hemen hemen tüm eserlerini burada yazmıştır. Bu da yazarın Kıbrıs’taki dingin yaşamı ve kafa yapısında olduğunu bizlere gösterir. Yoksa sürgünde rahat olmayan bir kişi nasıl bu kadar eseri üretebilir. 

            Bu bağlamda dönemin Kıbrıslı Türk aydınları ve sonradan Jön Türkler olarak adada bilinen bir çok kişiyi özgürlük düşünceleriyle etkilemiştir.

Özellikle İngilizler’in Adayı devralmasından sonra o dönemin aydınları Kemal’i "Zâlim olsa ne rütbe bî-perva, yine bünyâd-ı zulmü biz yıkarız; Merkez-i hâke atsalar bizi, küre-i arzı patlatır çıkarız!"(Zâlim ne kadar pervasız olsa, yine zulmün esasını biz yıkarız; Toprağın dibine atsalar bizi, küre-i arzı patlatır çıkarız!) şiiri kendilerine slogan olarak benimsemiş toplumu bilinçlendirmenin en önemli ayağının gazete ve tiyatro olduğunu anlamışlardır. Tiyatro alanında başka “Vatan Yahut Silistre” oyunu olmak üzere onun eserleri sürekli oynanmıştır. Kıbrıslılar Namık Kemal’i o kadar çok benimsemişler ve sevmişler ki Mağusa Türk Gücü, kurulur kurulmaz Mağusa’ya onun büstünü dikmek için büyük uğraşlar vermişler, İngilizlerden çok zor koşullar altından izinler alınmış ve büyük kampanyalar sonucunda 15 Mart 1953 yılında büyük bir tören ve coşkuyla bu büst bugünkü yerine konmuştur. Burada bir konuya dikkat çekmek isteriz! geçmişte spor kulüpleri kültür ve sanata ne kadar çok önem verdiği bu olayla görülebilir. Bu kulüpler gençleri bir araya getirip bilinçlendirmek, onlara ulusal duyguları aşılamak, kültürel faaliyetlerde bulundurmak için çaba gösterirken şimdi kulüplerin tek amacı futbol.  Oysa gençlere okutmak, onlara burs vermek, geliştirmek ne yazık ki unutulmuştur. İşte ilerleyen sayfalarda bu bilinçle oynanan  bu oyunlar hakkında bilgiler ve fotoğraflar kitabımızın sayfalarında yer almaktadır.

Mağusalılar sadece 1953 yılında büyük uğraşlar sonucunda Namık Kemal’in büstünü açmamıştır. 1944 yılında Namık Kemal Ortaokulu’nu açmış daha sonra 1952 yılında Lise haline dönüşmüştür. Bu lisenin ilk mezunları arasında 3. Cumhurbaşkanı Sayın Dr.DervişErdoğlu’da vardır. 

Kısacası Namık Kemal,  Kıbrıslı Türkler için bir özgürlük sembolü olmuş onun düşünceleri ve eserleri aracılığıyla toplumsal bir bilinç ve birliktelik sağlanmıştır. Bu bağlamda toplumun ilerlemesi ve gelişmesi kültür ve sanatla olur , bugünün yöneticileri geçmişimizi iyi bilirler, yazılanları, yapılanlar görür ve okursa toplum olarak ileriye atılmamız ve gelişmemiz durdurulamaz , çünkü içimizde birçok Namık Kemaller yaşamaktadır. En önemlisi Mağusa’daki yaşadığı evin önündeki “Bu zindanda yaşadı” yazısı da değiştirilmelidir ve ona yakışır bir tabela buraya konmalıdır.

KIBRISLI  TÜRKLER İÇİN NAMIK KEMAL’İN ÖNEMİ

            İngiliz sömürge yönetimi altında yaşayan Kıbrıs Türkleri, dünya insanlarının sömürgeciliğe karşı başkaldırışıyla birlikte ulusal duygularının uyanıp gelişmesinde kendilerine bir “sembol” bulmakta zorluk çekmemişlerdir. Çünkü, “ulusallık” deyince her Kıbrıs Türkü’nün aklına gelen ilk şey “Vatan Yahut Silistre” adlı bir oyundu ve yediden yetmişe herkes bu oyunu Namık Kemal adlı bir şairin yazdığını biliyordu.

            İşte böyle bir öndere bağlanan bir ulusal halkın, sömürge yönetimi altında olsalar bile bir “abide” dikme hakkına kavuştuğu an, Namık Kemal’in bir büstünü dikmek istemesi gayet doğaldır.

            Lefkoşa’da Evkaf bahçesine bir Atatürk büstü dikme hakkını elde etmesinden tam 6 yıl önce Kıbrıs Türkleri Mağusa’ya 15 Mart 1953’te bir Namık Kemal büstü dikmişlerdi.

            Namık Kemal büstünün açılışı Kıbrıs Türklerinin ulusal ve politik yaşamında önemli bir dönüm noktası olmuştur. O güne kadar hep yönetilmeye alışmış olan bu halk o tarihten itibaren “hürriyet, vatan ve self determinasyon” gibi kavramların ne olduğunu öğrenmiş ve ağzından düşürmeyerek bu uğurda savaşım vermeye başlamıştır.

            Namık Kemal büstününMağusa’da açılış töreninde konuşan öğretmen Talat Yurdakul ise şöyle haykırıyordu kalabalığa:

            “Bugün, bütün Kıbrıs gençliğini Mağusalı kardeşlerinin safında, Hürriyet abidesi önünde and içer, növbet tutar görmek hepimize  milli bir gurur ve heyecan vermektedir.” “O dün böyle haykırmıştı. Bugün, cümlelere sığmayan heyecanımızla, gökleri çınlatan sesimizle biz niçin haykırmayalım:

            Felek her türlü esbabı cefasın toplasın gelsin.

Dönersem kahpeyim millet yoluna bir azimetten.”

            Namık Kemal’in Kıbrıs’a sürgüne gönderilmesi Kıbrıs Türkleri’nin kaderini değiştiren mutlu bir rastlantı olarak tarihe geçmiştir, hem de tam 80 yıl sonra.

VATAN YAHUT SİLİSTRE DİYE DİYE…

            Ulusal benliğini öğrenmede geç kalan Osmanlı İmparatorluğu içerisindeki Türk halkı, Namık Kemal ile gelen kıpırdanışlar sayesinde “Vatan” kavramı ile tanışmış, “hürriyet” kavramı ile canlılık kazanmıştır. Kıbrıs’ın İngiliz İmparatorluğuna kiralanmasından sonra da “Osmanlı Vatandaşı olarak kalabilme” garantisini alan Kıbrıslı Türkler bir dereceye kadar kadere boyun eğmişlerdir. Ancak Kıbrıs’ın günden güne İngiliz toprağı olmaya doğru gidişi ve hele Rumların Enosis istekleri karşısında Vatan elden gidiyor korkusuna kapılmışlar ve her fırsatta tepkilerini ortaya koymuşlardır.

            Osmanlı İmparatorluğunun kuruluşunun 609. yılını kutlamak amacıyla ulusal duyguların ve toplumsal kaygıların bir sonucu olarak Namık Kemal’in Vatan Yahut Silistre adlı oyunu seçilmiş ve temsil, 26 Mart 1908 akşamı Mağusa’da liman ambarlarının birinde verilmiştir.

            Bu oyunun seçilmesindeki amaç; halka tiyatro zevkini aşılamak değil; toplumu sarsmak, birlik ve beraberliğe çağırmaktı. Başka bir deyişle tiyatro oyunu bir araç olarak kullanılmıştı. Kısaca, bir tür varlık gösterisiydi bu. Hem, yer olarak Mağusa’yı seçmelerinin bir de anlamı vardı. Birincisi, Namık Kemal orada 38 ay yaşamıştı. İkincisi bir süre önce Yunanlı militan Kadalonos, adamlarıyla birlikte MağusaAyasofyasına girmekle “mabedimizin üstüne na-mahrem eli değmiş” oluyordu.”

MATBAACI AKİF ANLATIYOR

            Matbaacı Akif, 40 yıl sonra bu olayı Halkın Sesi gazetesinde ayrıntılı olarak anlatmış, böylece günümüze ulaşmasını sağlamıştır. (2) Temsilin geliri bir kız okulunun inşaası için kullanılacaktır.

            Oyunu izlemek üzere yüzlerce Lefkoşalı trenle Mağusa’ya varışlarında, eşraftan Hüseyin Zihni Bey’in ateşli söylevi ile karşılanırlar. “Bu gecenin şerefini ilân (duyurma) ve sizi karşılamak maksadıyla atılan işbu topların sadasında…” diye söze başlayan Hüseyin Bey şöyle diyordu: “Sizictimai topluluğumuz itibarıyla birlik olduğumuzu bize zimnen (dolaylı olarak) anlattınız… “Yaşasın Osmanlılar” cümlesi ile sizi alkışlarım.”

            Kalabalık arkasından Mağusa’nın fethinde şehit düşen ve Türklüğün sembolü halini alan (O zamanki mecliste mebus) Bodamyalızade Şevket Bey, şehidin tanıtımını ve kabrini her yıl ziyaret edilmesinin gereğini vurguladıktan sonra kalabalığa şöyle hitap etmiştir:

            “Kıbrıs Türkleri ne kadar zamandan beridir derin duygulara dalarak her türlü siyasi vasıtalardan ayrılmışlardır. Bu gaflet, bu uyku zamanlarının karanlığı içinden nice kıymetli vakitler, fırsatlar, nimetler gaip etmişlerdir. Bu miskinlik Türklüğe, Osmanlılığa yakışır hallerden midir?”

NAMIK KEMAL’İN ZİNDANI HER ZAMAN KUTSAL OLMUŞTUR

            Daha sonra Namık Kemal’in zindanı ziyaret edilmiş ve orada piyeste rol alan Bahaettin Bey de kalabalığa hitap etmiştir. Bu söylenenden anlıyoruz ki Kıbrıslı Türkler Namık Kemal’i her zaman iyi tanımışlar, ona ev sahipliği yapmakla gurur duymuşlar, ondan güç almışlar ve zindanı kutsal bir makam olarak korumuşlardır.

            Bakalım “Bey” rolündeki Bahaettin ne demiş:

            “Efendiler şu mübarek binayı görüyor musunuz? İşte bütün Osmanlıların iftihar duydukları ünlü vatanperver, şöhretli edip (yazar) ver muhterem şehit Namık Kemal Bey merhumun ikametgâhı budur… Kemal Bey hayatından ziyade yurdunu, canından ziyade milletini sevmemiş olsaydı Kıbrıslılar vücudu (varoldukları) sahip oldukları ile iftihar duydukları bu yüksek makama (yani kutsal zindana) malik olmazlardı. Sürgün ediliş sebebinden sonra diyor ki “geldiği vakit iptida (önce) kendisini bu zindana tıkmışlardır. O hiç fütur getirmemiş (umutsuzluğa düşmemiş) hatta içinde oturacak sandalye bile olmadığını işittiği zaman “Yaşasın Vatan” diyerek kuru topraklar üzerine bağdaş kurmuş, oturmuş… Efendiler! Kemal Bey öldü, fakat dünya durdukça ismi bakidir. Onun ruhu bugün burada her Osmanlı’nın kalbinde yaşıyor, her Osmanlıya (yani Türk’e) hitap ediyor. Ben onun karşısında teccessüm etmiş (somutlaşmış) görüyorum ve istiyorum. Diyor ki: “Ey Osmanlı oğlu Osmanlılar! Ey cihanı bir zamanlar dehşet içinde bırakan kahramanların torunları. Beni şad ediniz. Allah sizden razı olsun. Bugün burada vaki olan (gerçekleştirilen) ictimaları (toplantıları) yurtseverliğinize ve vatanınızı sevdiğinize alâmet (belirti, nişan) sayarım.”

HER SAHNELENİŞİNDE…

            İlk sahnelenişinde olduğu gibi “Vatan Yahut Silistre” her sahnelenişinde hem büyük ilgi görmüş hem de Namık Kemal’in Kıbrıslı Türkler için olan önemini artırmıştır. 1920-1923 yılları arasında Anadolu Kurtuluş Savaşı’na parasal katkı sağlamak amacıyla çeşitli yardım dernekleri tarafından pek çok kez sahnelenen Vatan Yahut Silistre (3) yanında Kardeş Orağı, Dar-ül-Elhan ve pek çok kurum, dernek, okul ve kulüp tarafından Namık Kemal’in Gülnihal adlı piyesi de pek çok kez sahnelenmiştir. Böylece Kıbrıs Türkleri Namık Kemal’i, İngiliz yönetimine ve emperyalizme başkaldırışın bir öncüsü olarak tanımışlar, fikirlerinden ve eserlerinden bu doğrultuda yararlanmışlardır.

            1946 yılında N. S. Bodamyalızade’nin Hürriyet Kasidesini İngilizceye tercüme ederek Roosvelt’e ithal edişi, Namık Kemal’i bir hürriyet şairi olarak görüp Kıbrıslı Türklerin düşünce ve duygularına tercüman olmak amacıyla tanıtmak istemesindendir. (4)

İBRAHİM ZEKİ BURDURLU’NUN HEYECANI

            Yeniden 15 Mart 1953’e dönelim: Namık Kemal ortaokulu, 1944 yılında Türkiye Cumhuriyeti’nin parasal katkılarıyla açılmıştı. Okul öğretmenleri Türkiye’den gönderiliyor ve maaşları da Türkiye tarafından karşılanıyordu. 1953 yılında lise haline getirilen bu okulun öğretmenlerinden İbrahim Zeki Burdurlu, Namık Kemal büstünün coşkulu açılış töreninde Talat Yurdakul’dan sonra söz alıyor ve mahşeri kalabalığa şöyle hitap ediyordu.

MAĞUSA'DA

Kalk, yerinden kop da gel

Dinliyelim

Söylesin hikâyelerini bize

Sokaklar, evler ve deniz.

Şaşma tarihim, sakin şaşma

Kalelerin taşlarına, yaşlarına;

Isıracaksan dudaklarını

Sakın ısırma; Zamandır bu, zaman;

Bazan ters döner çember de

Farkedilmez gerçek

Aydınlıktan, karanlıktan;

Bazan aydınlığı boğar ya gece...

İşte tam önündeyiz,

Söyle hürriyet kasidesini,

Duysun zindanın hatırasından Namık Kemal

Sesin hürriyeti söyliyebilen sesini;

Söyle söyle de utancından

Karanlığını yaratan fikirle beraber

Belki önümüzde eğilir

Şu zindan.

İbrahim Zeki Burdurlu,s.29. Günaydın Yavru Vatan

HER DÖNEMDE NAMIK KEMAL’DEN ÖĞRENECEKLERİMİZ OLACAKTIR

            Tıpkı geçmişte şairlerimizin, hatiplerimizin ve toplum önderlerinin “kutsal toprak yani vatan bilincini” oluşturmak ve Kıbrıs’ta bir “Türk Milliyetçiliği” yaratmak için Namık Kemal’den öğrendiği ve yararlandığı hususlar olduğu gibi; o bize, günümüzde de yararlanabileceğimiz eserler bırakmıştır. Çünkü onun eserlerinde toplumsal eleştiri ön plandadır ve eleştiri olan her şeyde her zaman sönmeyen bir ışıldama vardır.

            Nitekim Namık Kemal, hürriyetçilik ve vatanperverlik yanında toplumu ve yönetimi eleştirmede de Kıbrıs Türkleri için bir kaynak oluşturmuştur. İngiliz Sömürge Yönetimi yanlılarını eleştirmek için şu şiirinin sık sık tekrarlandığını veya bu şiire göndermeler yapıldığını görüyoruz:

Edepsizlikte tekleriz

Kimi görsek etekleriz

Haktan da yardım bekleriz

Ne utanmaz köpekleriz.

Biz bakmadan sağa sola,

Düşman girdi İstanbul’a

Vatanı sattık bir pula

Ne utanmaz köpekleriz.

            Sömürge dönemi sonrasında, üç politikada haksızlıkları ve yağcıları eleştirmek için bu şiirin sık sık gündeme getirildiği olmuştur. Demek ki Namık Kemal’deki eleştiri gücünün zaman sınırlarının dışına taşması onun kalıcılığını sağlamıştır.

NAMIK KEMAL’İN KIBRIS MAĞUSA’DA YAZDIĞI ESERLER

Tiyatro:Vatan yahut Silistre (1873)  Zavallı Çocuk (1873) Kani Akif Bey (1874)  Gülnihâl (1875) • CelâleddinHarzemşah (1885) Karabelâ (1910)

Vatan Yahut Silistre, Türk edebiyatı'nın batılı anlamda yazılıp oynanan ilk tiyatro yapıtıdır. Namık Kemal tarafından yazılmıştır; yazarın ilk tiyatro piyesidir. Eserin gerçek adı Vatan'dır. Eser yayınlandıktan sonra uygulanan yasaklar ve sansür nedeniyle Silistre adı ile oynanmış ve yayınlanmıştır. Daha sonra da Vatan yahut Silistre adı ile yaygınlaşmış ve bu isimle kabul görmüştür. Namık Kemal'in Gelibolu'ya devlet memuriyetine gitmeden evvel yazdığı Vatan yahut Silistre, sağlığında sahnelenişini gördüğü tek oyundur. İlk temsili 1 Nisan 1873 tarihinde Gedikpaşa Tiyatrosu'nda Güllü Agop kumpanyası tarafından yapıldı. Eserin sahnelenmesinden sonra izleyicilerin heyecana gelerek başlattıkları gösteri ve olaylar; yazarın tutuklanarak Magusa'ya sürülmesine sebep oldu.

Zavallı Çocuk: Namık Kemal’in Mağusa’da yazdığı bu oyunu 1873 yılında basıldı. Oyundaki başlıca kişiler on dokuz yaşında bir tıp öğrencisi olan Ata Bey, onun sevgilisi on dört yaşında Şefika Hanım, kızın babası Halil Bey, annesi Tahire Hanım’dır. Oyunun konusu, kendisinden yaşlı biriyle evlendirildiği için sevgilisine kavuşamayan Şefika’nın ve sevgilisi Ata’nın acıklı ölümleridir. 31Aralık 1873’de yayımlanan kitap, Mağusa’dayken yazdığı ikinci eserdir.

Akif Bey: Namık Kemal Mağusa'da yazdığı bu beşinci eseri 1874 yılının ikinci yarısında çıkar. Yurtsever bir deniz subayının göreve koştuğu sırada karısının kendisine bağlılık göstermeyişini anlatırken, ahlaksal bir yorum da getirmiştir.

Celalettin Harzemşah: Namık Kemal; tiyatro; 15 perdelik tarihi bir oyundur; eser oynanmak için değil okunmak için yazılmıştır; Namık Kemal'in en beğendiği yapıtı olarak bilinir;  oyun, Moğollara karşı İslam dünyasını koruyan CelaleddinHarzemşah'ın kişiliği çevresinde geli-şir; bu eserde Namık Kemal, İslam birliği düşüncesini kapsamlı bir biçimde sergilemiştir…

Gülnihal: Namık Kemal; tiyatro; yazarın tiyatro eserleri içinde teknik yönden en başarılı oyunudur; yazarın, Mağusa'dayken yazdığı yedinci eseridir.  baskıya ve zulme karşı duyduğu tepkiyi dramatik bir biçimde dile getirmiştir; oyunun sahnelenmesinde pek çok bölüm sansür tarafından çıkarılmıştır…

Kara Bela: Namık Kemal; tiyatro; yazarın piyeslerinin içindeki en zayıfı ve kendisinin esas meseleleri ile irtibatı en gevsek olanıdır; Mağusa'da yazılan bu eser, saray hizmetindeki bir harem ağasının, bir şehzadeyi seven ve babası Hint hükümdarı olan bir kıza olan aşkı ile bunların ölümlerine yol açan faciayı anlatır; bu bakımdan konusu itibariyle Kara Bela diğer tiyatrolardan ayrılmaktadır; Kara Bela'da padişahlara ders verilmek istenmiş, sarayların iç yüzü halkın gözleri önüne serilmek istenmiştir

Roman:İntibah (1876)

İntibah ya da diğer adıyla Sergüzeşt-i Ali Bey, Namık Kemal'in, ilk kez 1876'da yayımlanan bir romanı. Namık Kemal, İntibah romanını 1873-1876 yılları arasında sürgünde bulunduğu Kıbrıs'taki Mağusa’da kaleme almış sekizinci eseridir. . Amacı, Osmanlıca'nın roman yazımına uygun olduğunu göstermektir. Namık Kemal bunu yapmak istemiş ama; özellikle de psikolojik tahliller kısmında dili iyi kullanamamıştır. Yazar, romana "Son Pişmanlık" adını koymuştur. Dönemde yapılan yayınları denetleyen Maarif Vekâleti, romanın başlığını yazara danışmaksızın "İntibah: Sergüzeşt-i Ali Bey" (Uyanış: Ali Bey'in Macerası) olarak değiştirmiş, bazı kısımları sansürlemiştir. Romanın özgün metni bu nedenle günümüze ulaşmamıştır.

Cezmi (1880), Tanzimat Edebiyatı yazarlarından Namık Kemal tarafından yazılan roman. İlk basımı 1880'de yapılan roman, Türk Edebiyatı'nın ilk tarihi romanı olma özelliği taşır. Kitapta II. Selim döneminde İranlılarla yapılan savaşta yer alan vatansever asker Cezmi'nin başından geçenler anlatılmaktadır. Yazar bu kitaba Mağusa’da başlamış Midilli’de bitirmiştir.

Eleştiri:

Tahrîb-i Harabat (1885) Namık Kemal'in Ziya Paşa'nın yazmış olduğu Harabat adlı Divan şiiri Antolojisine karşılık olarak yazmıştır.Eser ilk modern eleştiri örneği kabul edilir. Eserde Ziya paşanın önceden yazmış olduğu Şiir ve inşa makalesinde Halk edebiyatının Divan edebiyarından üstün olduğu,ana edebiyatımızın Halk edebiyatı olduğunu Halkı eğitirken Halk edebiyatına başvurmamız gerektiğini savunmuştur.Daha sonra ise Harabat adlı eserinde Divan edebiyatının Halk edebiyatından üstün olduğunu savunmuş halkı Divan edebiyatı ile bilgilendirmenin gerektiğini söylemiştir. Namık Kemalde bunun üzerine Ziya paşaya eleştiri olarak Tahrib-i Harabat eserini yazmış eserde Ziya paşanın ikilemliğinden bahsetmiştir.

Tâkib (1885) Namık Kemal; eleştiri; Ziya Paşa’ yönelik eleştirisini Tahrib-i Harabat sonra Takip’le sürdürmüştür...

Renan Müdafaanâmesi (1962) Namık Kemal; eleştiri; yazar bu eserini, Fransa Akademisi üyesi mütefekkir Ernest Renan tarafından İslamiyet’in ilerleme ve ilim karşıtı olduğuna dair yayımladığı kırk sayfalık makalesine karşı yazmıştır

Tarihi: Devr-i İstila (1871) Barika-i Zafer (1872)  Evrak-ı Perişan (1872) Kanije (1874)

Silistre Muhasarası (1874): Namık Kemal’in Mağusa’dayken yayımlanan ilk eseridir.

Kanije Muhasarası:  Mağusa’da yazdığı Kanije tarihi eseri Kıbrıs’taki topçu yüzbaşısı Ahmet Nafiz’in adı ile yayımlanır ve yazarın Kıbrıs’ta yazdığı üçüncü eseridir.1874 Martında çıkar. Türk tarihinin şanlı sayfaları arasında kale savunmasında gösterilen üstün gayretle öne çıkmıştır. Özellikle Tiryaki Hasan Paşanın zor durumlarda bulduğu çözüm yolları casus romanlarına konu olacak niteliktedir. Hatta Namık Kemal’in romancılığı göz önüne alınınca okuyucu zaman zaman yaşanan olayları roman kurmacası bile zannedebilir. Türk askerinin  bu savaşta hem yiğitlikleri hem de zekâlarıyla göze çarpmaktadır.

Evrak-ı Perişan: Namık Kemal; Bu kitapta Selahattin Eyyüb Fatih ve Sultan Selim hakkında biyografileriyle, Osmanlıların yükselme devirlerine ait Devr-i İstilâ adlı bir makalesi vardır…

Ayrıca Mağusa’da yazdığı Rüya adlı eseri. Tercüme-i Hâl-i Nevrûz Bey adlı eseri yazarın Mağus’da yazdığı altıncı eseridir. Akif Bey’den on ay sonra yayımlanır.   Bahâr-ı Dâniş önsözü;  adlı çeviri eserini 1874 yılının ikinci yarısında yayımlanmıştır Mağusa’da yazdığı dördüncü eserdir.

banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.