11 Şubat Zürih ve 19 Şubat 1959 Londra Antlaşmaları ile 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelleri atılırken, 19 Şubat 1959 Londra Antlaşmalarını imzalamasının ardından 6 Mart 1959’da Kıbrıs’a dönüşünde kendisini tenkit eden halkına daha antlaşmaların altındaki imzası dahi kurumadan yapmış olduğu konuşmada Makarios:
“Ben bu antlaşmaları imzalamışsam, bu antlaşmalar Enosis’e giden yolda bir sıçrama tahtası olacaktır.. 15 Ocak 1950’de Kilisede ant içerek başlatmış olduğum Enosis davasından geri adım atmış değilim” demişti..
06.10.2010 tarihli Volkan Gazetesi’nde yer alan “Kıbrıs Cumhuriyeti Enosis’e Sıçrama Tahtasıydı” başlıklı makalesinde sayın Aydın Akkurt: “Ortak Vatan” isimli kitabın yazarı Pulitis Servas, 4 Nisan 1997 tarihinde, Fileleftheros gazetesinde M. Druşotis’in sorularını yanıtlarken, 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarını imzalayıp Kıbrıs’a dönerken Makarios’un kendisine söylediklerini şöyle anlatır:
“Kıbrıs Propleminin nedeni Zürih Antlaşması değil mi? demiş. Yine ayni kitapta Makarios’un aklı hiçbir zaman başında değildi. Zürih Antlaşmasını imzalayıp Kıbrıs’a dönerken aklında Enosis vardı.” Bağımsızlığın iyi olmadığı söylendiği zaman da yanıtının “Deli Türkler artık Lancester House’da olduğumuzu zannetmesinler. Şimdi bağımsızız ve onların hakkında ben istediğim şekilde karar vereceğim” demişti.
19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları temelinde ; Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Antlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ilan edildiği günde Mağusa limanından 950 kişilik Yunan Askeri Alayı ve 650 kişilik Türk Askeri Alayı Ada’ya ayak basarken Türk ve Rum halklarının siyasi eşitliğine ve ortaklığına dayalı olarak ilan edilen Kıbrıs Cumhuriyeti Rum-Yunan ikilisinin Enosis hayalleri nedeniyle uzun ömürlü olmayacaktı..
19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarını bir “Ara Hedef” ve Enosis’e sıçrama tahtası olarak değerlendiren Makarios; 21 Haziran 1970’de BBC muhabirine “Ben daima Enosis lehine idim. Ancak birçok güçlükler ve özellikle dış faktörler yüzünden Enosis’in gerçekleşmesi mümkün olmamıştır.” Açıklamasını yapıyordu.
19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarını neden imzalamak durumunda kaldığı konusunda 19 Ağustos 1970’te yapmış olduğu açıklamasında Makarios: “Antlaşmaları imzalamamış olsaydım, Kıbrıs şimdiye Taksim edilmiş olacaktı.. Kilisede ant içerek başlatmış olduğum Enosis davasından geri adım atmış değilim” demişti.
Kıbrıs’ta Rum Ortodoks Kilisesi ve Rum liderliği; 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarını “Enosis’e sıçrama tahtası” olarak değerlendirirken, Yunan liderliği de ayni değerlendirmede bulunuyordu. 19 Şubat 1959 tarihli Londra Antlaşmasından hemen 2 gün sonra 21 Şubat 1959 günü “Yunanistan’ın Türklerden Kurtuluşu” törenlerinin yıl dönümünde Yunan Kralı Paulos: “Nice defalar kurtuluşu için dualar ettiğimiz Kıbrıs şimdilerde kurtuluşuna ulaşmış gibidir. Ümit ettiğimiz gibi Yunanistan’ın bir parçası olmuyor, fakat asırlardan sonra Kıbrıs bugün hürdür. Nihayette kendi geleceğini kendi tayin edebilecektir” demişti.
Yunanistan Kralı’nın bu açıklamalarından 2 gün sonra 23 Şubat 1959 günü Yunan parlamentosunda Zürih ve Londra Antlaşmalarını imzaladığı için kendini tenkit edenlere Yunanistan Dışişleri Bakanı Averof: “Beyler düşününüz bir kere, Enosis’e İngiliz Sömürge Yönetiminden mi yoksa Kıbrıs Cumhuriyetinden mi daha kolay gidilebilir” dediğini hiç ama hiç unutmayalım..
Netice itibarıyla Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşmaları ile temelleri atılan ve 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Antlaşmaları ile Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti başta Makarios olmak üzere Rum-Yunan ikilisinin Enosis hayalleri nedeniyle uzun ömürlü olmayacaktı. Kıbrıslı Rumlar, Enosis mücadelesi hedefine ulaşmadığından dolayı hoşnut değillerdi ve de Enosis hayali ile yaşayan Makarios, kendince “Türk Toplumuna Zürih ve Londra Antlaşmalarının verdiği aşırı hakları aşama aşama feshetmeye ve bu hakları uluslararası planda genel olarak kullanılan azınlık haklarına sahip bir azınlık durumuna getirmeye niyetliydi.”
Nitekim, 30 Kasım 1963’te Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Makarios, Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’e gönderdiği bir muhtıra ile 13 maddenin değişmesini ister. İşte bu tarihten itibaren Kıbrıs’taki Türk-Rum ilişkileri, sonu hüsran ve göz yaşı ile dolu günlere doğru yol almaya başlıyordu.. Nitekim 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını uygulamayan ve de Kıbrıs Türk halkının kazanımlarını kabullenemeyen Makarios Anayasada değişikliğe gitmek isteyecekti..
24 Temmuz 1963’te de Makarios: “Antlaşmalar gayeyi teşkil etmemektedir. Onlar haldir, fakat istikbal değildir. Kıbrıs Rum Halkı milli mücadelesine devam edecek ve istikballerine kendi arzularına göre şekil verecektir” demiştir.
Rum Komünist Hareketinin öncülerinden olan Servas’ın “Ortak Vatan” isimli kitabına önsöz yazan Leon Kirku ise Nisan 1997 tarihinde şu itiraflarda bulunuyordu: “Siyasi görüşün bir dogmaya dönüştürülmesi ve bu görüşün Enosis ve yalnız Enosis şeklinde kristalleşmesi sonucu yaratılan çıkmaz, Kıbrıs trajedisini oluşturan etkendir.”
19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşmalarını “Anormal bir durumun ürünü” olarak niteleyen ve yıllar sonra kaleme aldığı anılarında Zürih ve Londra Antlaşmalarını değerlendirirken “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi eski Başkanlarından Glafkos Klerides: “1955-1959 Ulusal Kurtuluş Mücadelesi Bağımsız Bir Kıbrıs İçin Değil, Enosis İçin Yapılmış Bir Mücadeleydi. Fakat bu hedefe ulaşmayı başaramadı. Kıbrıs sorununa uluslararası örneklere uygun bir çözüm şekli bulmayı da başaramadı. Zürih’in korkunç dezavantajları vardı. Zürih, nüfusun %18’ini oluşturan Türklere aşırı ölçüde egemenlik hakları vermişti.” Demişti.
Nitekim Kıbrıs Türk halkını bir gecede yok etmeyi hedefleyen Akritas Planını Makarios; 21-22 Aralık 1963 gecesi uygulamaya koyacaktı.. 11 yıl boyunca Kıbrıs Türk Halkı silahlı saldırılara ve katliamlara uğrayan Kıbrıs Türk halkı; Lefkoşa’da, Mağusa’da, Limasol’da, Baf’ta, Larnaka’da, St. Hilaron’da, Erenköy’de, diğer kent ve köylerde direndi. Direndi! Ay yıldızlı Bayrağı İçin.. Direndi!.. Atatürk İlke ve Devrimleri için.. Direndi! Anavatanına kavuşmak için..
19 Şubat 1959 Zürih ve Londra Antlaşması ile self-determinasyon hakkını kazanan Kıbrıs Türk halkı, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın ardından gerçekleşen seçimlerde 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devletinin kuruluşuna giden yolda bir kez daha referandum hakkını kullanmıştır. İlerleyen yıllarda da bu self-determinasyon hakkını kullanan Kıbrıs Türk Halkı 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmesiyle birlikte Kıbrıs sorunu yasal açıdan çözülmüştür.
Dünyada Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni oluşturan Kıbrıs Türk Halkı gibi geçmişte uluslararası bir antlaşmaya taraf olmuş, self-determinasyon hakkını kabul ettirmiş, etnik bir temizlik saldırıları sonucu ayrı bir bölgede yaşamak zorunda kalmış ve yıllarca kendi egemenliğini koruyup demokratik devletini korumayı başarmış, başka bir halk var mıdır?. Yoktur… Olmadığına göre Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması dünya devletlerini neden rahatsız etsin ki?
BM Genel Kurulu 13 Mayıs 1983 tarih ve 37/253 sayılı kararıyla Kıbrıs’ta Uluslararası Antlaşmalara dayalı olarak Ada’da bulunan Garantör Devlet Türkiye’yi işgalci konumuna düşürürken, Kıbrıs’ta tek Halkın varlığına vurgu yapmak suretiyle Rum tarafının tezleri doğrultusunda Kıbrıs Türk Halkını azınlık statüsünde görmüştür.
BM Genel Kurulu 13 Mayıs 1983 tarih ve 37/253 sayılı kararı ile Kıbrıs’ta birbirinden tamamen farklı etnik yapıya sahip iki halkın varlığını reddetmiş ve Kıbrıs Türk halkının var olan kendi geleceğini tayin etme (self-determinasyon) hakkını inkar etmiştir. Bu çok sert kararı ile BM Genel Kurulu, Rum egemenliğinin Ada’nın Kuzeyine yayılmasına olanak sağlarken ve tüm Rum göçmenlerin geri dönmelerini istemiştir…
…BM Genel Kurul Kararı, Kıbrıs’ta birbirinden tamamen ayrı ve farklı iki etnik yapıya sahip iki halkın varlığını ve de Kıbrıs Türk halkının self-determinasyon hakkını inkar ediyordu. Böylece, Rumların çabaları , BM Genel Kurulu’nun ; Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ve halkının , Kıbrıs toprağı ile Kıbrıs’ın doğal kaynakları üzerinde tam yetkili bir egemenlik ve kontrole sahip olma hakkını teyit eden ve tamamen Kıbrıs Rum tarafını destekleyen kararı amacına ulaşmıştır. Kaynak: Mustafa Bostancı, KKTC’nin İlanı ve Buna Yönelik Tepkilerin Türk Kamuoyundaki Yankıları, s.328-329
Ne var ki; BM Genel Kurulu’nun bu kararı Kıbrıs Türk Federe Devleti’nde aksi bir tesir yapmıştır. BM Genel Kurulu’nun bu kararı üzerine 17 Haziran 1983’te de Kıbrıs Türk Federe Devleti Meclisi oy birliğiyle aldığı kararın ardından bir bildirge ile Kıbrıs Türk Halkının self-determinasyon hakkını kullanacağını ilan etti. Kıbrıs Türk Halkı; bağımsızlığını ve egemenliğini, meşru hak ve çıkarlarını savunmak ve korumak; Kıbrıs’ta azınlık olmadığını, Rumların Kıbrıs Türk Halkını temsil etmediğini dünyaya haykırmak için 15 Kasım 1983’te Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan ederek bu kararını uluslararası kamuoyuna duyurmuştur..
O günde Lefkoşa’nın Sarayönü Meydanını hınca, hınç dolduran mahşeri bir kalabalık vardı. Benim de aralarında olduğum kalabalığa o tarihi günde konuşmasını yapmak üzere çıkmış olduğu Meclis binasının balkonundan halkına seslenen sayın Rauf R. Denktaş’ın hemen yanında Kıbrıs Türk Halkının Milli Mücadele Lideri Dr. Fazıl Küçük ve dava arkadaşlarından Osman Örek vardı.. Elbet bir gün Kıbrıs Türk halkının hür, egemen ve bağımsız bir devlet çatısı altında yaşayacağına yürekten inanan Özgürlük ve Varoluş Mücadelemizin lideri Dr. Fazıl Küçük bu mutlu günü yaşamasının ardından kısa bir süre sonra 15 Ocak 1984’te huzur içinde aramızdan ayrılırken yıllarca verdiği mücadelenin mutlu sonunu görmenin huzuru içindeydi..
O günde bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı sayın Rauf R. Denktaş; Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kuruluşunu çok büyük bir heyecanla, duygu dolu sözleriyle dünyaya ilan ederken Kıbrıs Türk Halkının heyecanı ve mutluluğu bir başka idi. O tarihi günü yaşamaya değerdi…
O günde duygulanan Kıbrıs halkı meydanda birbirine sarılıyor ve kucaklaşıyordu. O günde Kıbrıs Türk halkı bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti etrafında kenetlenirken “Yaşasın Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” nidalarını tüm dünyaya haykırıyordu.. Kıbrıs Türk Halkı 20 Temmuz 1974’te bağımsızlığına ve özgürlüğüne kavuşurken bu özgürlüğünü 15 Kasım 1983’te kurulan bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ile taçlandırıyordu..
Ama ne yazık ki; KKTC’nin 15 Kasım 1983’te bağımsızlığını ilan etmesinin ardından BM Güvenlik Konseyi 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı kararı ile aldığı bir kararla bağımsızlık kararını kınamış ve de üye ülkelere Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınmaması için çağrı yapılmıştır.
Sonuç olarak; şimdilerde Kıbrıs Türk Halkının hedefi bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin yaşatılmasını, tanınmasını ve tanıtılmasını sağlamak için Anavatanımız Türkiye ile birlikte yola çıkmak olmalıdır..
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin 38’nci kuruluş yıldönümünü onur ve gururla kutladığımız bugünde Özgürlük ve Varoluş Mücadelemizin lideri Dr. Fazıl Küçük’ü ve dava arkadaşlarını, “Bağımsızlık ve Özgürlüğümüzden Asla Ödün Verilmeyecektir” diyen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin Kurucu Cumhurbaşkanı Rauf R. Denktaş’ı, 20 Temmuz 1974 Barış Harekatı’nın Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit’i, Başbakan Yardımcısı Necmettin Erbakan’ı, Genel Kurmay Başkanı Orgeneral Semih Sansar’ı ve silah arkadaşlarını, Kıbrıs Türk halkının hür ve bağımsız yaşaması için hayatlarını feda eden kahraman Mehmetçiklerimizi, TMT mensuplarını , Mücahitlerimizi ve Mücahidelerimizi, bu aziz vatan toprakları uğruna hayatlarını seve seve feda eden tüm şehitlerimizi ve gazilerimizi, Kıbrıs Türk Halkının Adadaki varlığına katkıda bulunan ve bugün hayatta olan ve olmayan Anavatanımızın tüm devlet büyüklerini, minnet ve şükranla anıyor ve de saygıyla selamlıyorum..
15 Kasım 1983 Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluş günüdür. Cumhuriyet Egemenliktir, Bağımsızlıktır Eşitliktir. KKTC’nin kuruluşunun 38. Yıl dönümü kutlu olsun.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Vardır ve Var Olmaya Devam Edecektir.. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sen Çok Yaşa… Ne Mutlu Türküm Diyene..