Son günlerin gündeminde birinci sırada trafikte artan araç sayısı ve trafik kaosudur. Özellikle mesai çalışan memurlar veya serbest çalışanlar çalışma saatlerine uymak zorundadırlar. Lakin bu durum, hem işe gitmede, hem de işten çıkmada çok büyük kaos ve strese sebep oluyor.
Okulların tetile girmesi ile en azından üç ay gibi bir zaman trafiğe rahatlık getiriyor. Ülkemizde toplu taşımacılık yapılsa da, halkın yaşam kültürü ve alışkanlıklar, özel araçlarını tercih etmelerine neden oluyor.
KKTC’nin Toplu Taşıma Master Planı Projesinin tanıtımında trfikle ilgili veriler açıklandı. Bu veriler gazetemizin Perşembe günkü nüshasında yayınlandı. Bu veriler bize ışık tutuyor, ülkemizdeki trafik keşmekeşini daha sağlıklı öğrenmeye.
İşte veriler:
-Ayda yaklaşık 2 bin beş yüz civarında araç trafiğe katılıyor.
-Kayıtlı araç sayımız 450 bine ulaşmış.
-Akaryakıt ve mazotlu araçların ithaline yılda 350 milyon dolar harcanıyor.
-Ülkede taşımalı eğitimden faydalanan yaklaşık 22 bin öğrenci var.
-Bir günde yaklaşık 90 bin kişi toplu taşımayla seyahat ediyor.
Bütün bu veriler ortaya dökülürken, haliyle Ulaştırma Bakanı Erhan Arıklı’ya eleştiri başlıyor. Erhan Arıklı’nın ülkedeki trafik ve artan araç kaosunda suçu olmadığını düşünüyorum. Ne yapsın? Yolların yetersizliği eleştirilirken, bilinenlerle bilinmeyen zorlukları da halka anlatmak lazım. Bir yerde politikanın kurbanı oluyor Erkan Arıklı. Yine eski zamanları düşündüğümde, ülkede artan araç sayısının ülkemiz ekonomisi açısından bir zenginlik olduğunu düşünüyorum.
Ben bu yazımda bir hususu sorgulamak istiyorum. O da, sadece Lefkoşa içindir. Kentin en gözde arsaları, gözde binaları ve işler ve göz önünde olan mekanları tümden “otogaleri” haline geldi. Sağlığım nedeniyle diğer kazalara pek gidemiyorum. Lakin bu sektöre olan rağbet, bana diğer kazalarda da en gözde yerlere otogaleriler açıldığını söyler.
Özellikle kazalarda oturan okurlarımın bana hak verecekleri bir gerçek.
Memleketteki lüks arabalar ve cipler de bizim zenginliğimizin kanıtıdır.
Demek bu ülkede para vardır. Zengin olanlar da vardır. Otogalericilerin de çok büyük para kazandıkları düşünülebilir.
Ülkede çok geniş boyutta araç satışı olması, birçok insan tarafından da “karapara” aklanması şeklinde yorumlanıyor.
2002’de kapılar açıldığında Rumların gözleri faltaşı gibi açılmıştı. Onlar bizi çöyle yamalı elbiseler giyen, kulübelerde oturan ve külüstür arabalar süren bir halk zannediyorlardı. Gördüler ki, bizim sosyal, ekonomik ve kültürel hayatımızın onlardan hiçbir farkı yoktur. Bir Rumla konuşmuştum kapılar yeni açıldığında. Şöyle demişti:
“Maşallah, sizin yüzme havuzlu villalarınız, mercedes ve cipleriniz varmış. Biz sizi böyle tahmin etmemiştik” demişti.
Ben de kendisine şöyle demiştim:
“Sağolsun Anavatanımız Türkiye. Siz ölmemiz için uğraştınız, onlar da bizi yaşatmak ve dünyayla bütünleştirmek için.”
“Haklısınız” demişti o Rum mahcup bir eda ile.
Sadece şu husus dikkate getirilmedi. Mesela artık satılan araçların, belli bir sürat ve mesafeden sonra elektrikle çalışmaya başladığı hususu. Akü Kıbrıs’ta pek revaçta değil ama yavaş yavaş değişen ve gelişen yeni araba üretimlerinin çağın ve teknolojinin şartlarına göre piyasaya sürümü de insanların hayatına girdi.
Şimdi bütün mesele boyumuzu aşan bu durumun bir an evvel düzeltilmesidir. Veya trafiğin iyileştirilmesi için çareler üretilmelidir. Hiç sorunlar bitmez ki... Elbet olumsuzluklar da zaman içinde giderilecektir. Bir de trafik keşmekeşi...