Nihayet her insan gibi Papa Frenciscus da bu dünyadan göçtü.  Hristiyanlık dünyasının en büyük din adamının göçmesi ile Hristiyanlık dünyasında büyük bir hareketlilik başladı, bundan sonra Vatikan’a kim Papa olacak diye.

            Bir haftadır face-book’umu izliyorum...  Hristiyanlar hem Papa’yı, hem de İsa’yı yeniden hayata döndürmüşler gibi bir izlemin yaratmaya çalışıyorlar sanal dünyalarında.  Sanal dünya kurguları adeta masal kitaplarından fırlamış gibi, ta gökyüzünden bulutlar ve bulutlar ötesine kadar yayılan kutsal ışıkta Papa ile İsa’nın havarileri, hatta bütün melekleri ile buluşmaları görüntüleniyor.

            Ben bu dünyaya geldim geleli ve kendimi bildim bileli kimsenin kulla Allah arasına giremeyeceği gerçeğini savunmuşumdur.  Bu bir gerçek.  Kimse bunun ötesinde görkemli törenler ve uzun kuyruklar oluşturan din adamlarının da bir gün Allah’ın huzurunda günah ve sevapları ile hesaplaşacağını düşünmek yanlış olmaz herhalde.

            Dünya var oldu olalı insanoğlu her zaman tapınacağı bir güç aramıştır.  Çok eski zamanlarda şamanizmle beslenen insanlar nelerle avunmuşlardır ki?

            Som altından yapılmış bir dana heykeli, bakırdan yapılmış bir kurt veya acayip şekillerde biçimlendirdikleri pek çok hayali Tanrılara tapmışlardır.  Hatta yaptıkları heykellerin etrafında ateş yakarak çığlıklar attıkları, ateşe taptıkları,  kutsallık bağlamında güçlü hayaller kurdukları objeler meydana getirmişlerdir.

            Hele şimdi asırlar sonrsında Hristiyanlık’la Müslümanlığın çatıştığı çağda, her iki dinden olan insanlar kendi inançları ile kendi din adamlarını seçerek halkın iç dünyalarına dokunmaktadırlar.

            Vatikan’da bütün din adamlarının bütün hayatı, seçme ve seçilme olayları, Vatikan’da dönen dolapları Netflix’teki “Papalar ve Vatikan” filminde mevzulu film haliyle gözler önüne serilmesine tanık olduk.  Bu filmde usta oyuncu Antony Hopkins başrol oynamıştır.

            Vatikan’da politika var mı?

            Bal gibi de kendi kuralları ve ibadetleri kapsamında güçlü çatışmaları vardır.  Demokrasi deriz de, demokrasinin daniskasını Vatikan’daki Papa seçilmelerinde görmüşüzdür.  Vatikan’da bir kardinaller koleji olduğunu biliyor musunuz?

            Papa’nın zaman zaman, balkondan meydanları dolduran Hristiyanlara bir seslenişi, bir el sallayışı, etkili görsellikle görmek mümkün.

            Zaman zaman Vatikan ve Manastıra kapanmış din adamlarının cinsel olaylarını anlatan kitaplar da yazılmaktadır.  Sadece rahipler değil, rahibelerin de manastır ve Vatikan’daki gizli cinsel olaylarını mevzulu roman şeklinde hikayeleri oluşmuştur.

            Kendini dine adayan Hristiyanların çok güçlü inançları olmasa kendilerini Vatikan’a veya Manastıra kapatırlar mıydı?

            Manastıra kapatılan bir rahibenin başına gelenler hayli ilginçtir, yazılan kitaplarda.  Özellikle rahip ve rahibelerin gizlice sevişmeleri, o ilişkileri açığa çıkınca nasıl Manastır ve ibadet ettikleri mekanlardan kovulup aforoz edildikler hayli ilginçtir.

            Kıbrıs olaylarının başlangıç arifesinde, henüz ilkokul talebesi iken arkadaşlarla Lefkoşa’daki Ayluka kilisesinde papazın dini ayinleri nasıl yönettiğine tanık olurduk.  Hatta bir keresinde bir Pazar günü o kilisedeki ayini izlemek için kilisedeki o kalabalığı Papazın boynundaki büyük haçı nasıl öptüklerini ve haç çıkardıklarını görmüştük.

            O izleyişten sonra şöyle bir soru sormuştuk kendimize.

            “Papazın ibadete gelen bütün halka o haçı öptürmesi, bazı hastalıkların da haç marifetiyle bulaşabileceği  kanaatine varmıştık.”

            Yine çocuk yıllarımıza dönelim...

            Hatılıyorum ailece Cikko Manastırı zeytinliklerinde lale toplamaya ve piknik yapmaya gitmiştik.  Cikko Manastırı papaz yetiştiren bir manastırdır.  O çamlı yola girdiğimizde bir sürü keşişin yürüyüş yaptıklarına tanık olmuştuk.  Bir de ağaç yontudan irili ufaklı mahur teknelerinin kuzu kibi arkların içinde yattığına tanık olmuştuk.

            Anımsadığım kadarı ile 1948 yılının yazıydı.  O koca manastırın gözün gittiği yere kadar zeytin ağaçları ve medoş laleleri ile doluydu.  O anlar bizim sevincimizdi.  Piknik kilimimizi manastırın yanındaki çeşmenin biraz ötesine hazırlamıştık.  Bir ara birkaç keşiş ellerinde zembillerle bütün insanlara nohutlu manastır ekmeği ikram etmişlerdi.  O bölgeye yüzlerce Türk ve yüzlerce Rum piknik yapmaya giderdi.  O pikniğimiz babamla yaptığımız son piknikti.  Babamı sonbaharda kaybetmiştik.

            Kıbrıs’ta vuku bulan toplumsal çatışmalar ve bölünmeler gerçekleşince Türklerle Rumların karşılıklı geçişleri başlamıştı.  Bir taksici arkadaşım güneye geçeceğinde “Haydi gel bana arkadaşlık et, hem güneyin ne şekil aldığını görürsün” demişti.

            İlk aklıma gelen Cikko Manastırı olmuştu.  1963 olaylarında Kumsal baskınından topladıkları Türk esirleri EOKA’cılar o manastıra kapatmışlardı.

            O şoför arkadaşa “Beni Cikko Manastırı’nın önünden geçir” dediğimde bana, “Artık hayal ettiğin eski Cikko Manastırı ve Medoş laleleri yok” deyivermişti.

            Gerçekten de öyle olmuştu.  Bütün o Medoş lale tarlaları tümden apartmanlarla dolmuştu.  Doğallık diye birşey yoktu artık.

            Bizim Yeşil Barış Hareketi kuzeydeki medoş lalelerini korumaya aldı.  İyi de etti.  Yorgoz ve Aysimyo laleleri mesela.

            Bakınız Papa’nın ölümü ile neler neler dökmüşüm beyaz kağıda.  Yani Papa için düzenlenen o muhteşem kalabalık örf adet ve kılık kıyafetleri ile ibadetlerini...

            Bir olay da şudur.  Mehmet Ali Ağca ile zamanın Papasının buluşması ve dünya basınında yankı uyandırması vardır.

            Papa ve Hristiyanlık dünyası için daha da yazacak olursak, herhalde sayfalar bize yetmez.