Tufan Erhürman; “Kıbrıslı Türkler” ile “Kıbrıs Türkleri”nin ortak desteğini alarak, büyük bir seçim başarısı ile işe başladı.
Arkasında; hem Kıbrıslı Türkler’in, hem de buraya yerleşmiş olan Türkiyeli nüfusun desteği var.
Böylesine bir desteğin, sürdürülebilir olabilmesi için; bu iki toplumsal katman arasında orijinal bir “denge” kurdu.
Buna ilaveten; Türkiye’deki rejimle “ilişki”sini de bu “dengeler düzeni”nin temel öğelerinden biri yaptı.
Geçen Perşembe günü, Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Hristodulidis ile ilk görüşmesinde sunduğu “10 maddelik paket” bu dengeleri nasıl gözettiğini, önceliklerini öğrenmemizi sağladı.
Hristodulidis; Başkanlık Sarayı’ndan ayrılıp görüşme yerine gitmeden önce, gazetecilere Erhürman’a “öneriler” sunacağını açıklamıştı.
Görüşmeden sonra da bunu teyit etti.
“Öneriler sundum ama bunları kamuoyu ile paylaşmayı uygun bulmuyorum,” dedi.
Erhürman ise “farklı” davrandı ve sunduğu listeyi kamuoyu ile paylaştı.
Öncelikle; bu 10 maddelik “liste”nin bir öneriler paketi değil, karşı taraftan tek yanlı talepler paketi olduğunu fark etmemiz gerekiyor.
Erhürman; Rum tarafından isteklerde bulunurken; detaylara kadar inerek, güneyde yer alan geçiş noktasındaki “kabin sayısı”na, “görevli sayısı”na ilişkin taleplerde bulunuyor.
Bugüne kadar alışık olmadığımız bir “tarz” bu…
Yakın tarihimizde, her iki tarafın, birbirlerine onlarca kez önerilerde bulunduğunu biliyoruz.
Bunlar; genellikle öneri sunan tarafın “açılımları” olarak sunuluyordu.
Ya da her iki tarafın “ortak” olarak, birlikte yürütebilecekleri “proje”ler oluyordu bu paketlerin içeriği…
Bu yüzden Erhürman’ın Rum tarafından “talepleri”ni, biraz üst perdeden ve “Bunları yap da gel konuşalım” kıvamında buldum…
Hem TC basınında, hem sosyal medyada, hem çözüm karşıtı çevrelerde “atak diplomasi” anlamında bir algı yarattı bu talepler…
Elbette, Rum tarafını “sıkıştırmak” Avrupa Birliği’ne ağzının payını vermek gibi “şerebetli” çıkışlar yapmak, siyasetçiye “prim” olarak geri dönebilir.
“Kuzeyde doğan bazı kişilerin güneye geçebilmesi” gibi talepler, önemli bir nüfus kesiminin ruhunu okşayabilir.
“Mülkiyetle ilgili tutuklamalar” konusunda adım atılmasını istemek de öyle…
Ama bunların pek çoğu “tek taraflı” talepler…
Oysa; Erhürman, Rum tarafından isteklerini sıralamak yerine, kendisinin hangi adımları atacağını listeleyebilseydi çok daha etkili olabilirdi.
Türk tarafı; özellikle “Rum malları yağması”na ilişkin olarak müthiş bir “çıkış” yapabilirdi örneğin…
Mesarya’nın ortasında; Lefkonuk’ta, öte yandan Aslanköy’de, Dörtyol’da, Mutluyaka’da tarımsal arazilerinin arsaya dönüştürülmesine “engel” olunmasını içeren bir proje…
Bu konuda özellikle “yabancı”lara yönelik reklamların önüne geçilmesi…
Kıbrıs’ın kuzeyinin “parsel parsel” yabancılara satıldığına ilişkin algının önlenmesi…
Tüm bunlar mümkün değil midir?
“Toplu konut” konusunda yabancı sermayenin Mesarya’yı “işgal” etmesi yetmezmiş gibi, tarlalar “arsa”ya dönüştürülerek büyük bir “kıyım” yaşanıyor bu topraklarda…
İşte bu yüzdendir ki, özellikle son beş yılda Rum tarafını fazlasıyla “provoke” ettik ve tutuklamaların, hapislik cezalarının yoluna taşlar döşedik…
Bu da yetmezmiş gibi, tarihsel “misilleme” kültürümüze yenilerek, davalar uydurduk, Rum mülk sahiplerini, ziyaret ettikleri kendi arazileri içinde tutuklayıp hapse attık. (Köylüm Andreas ve eşinin davası İskele’de halen sürüyor.)
Son zamanlarda iki toplum arasında çözülmesi gereken en önemli sorun bence kuzeydeki Rum mallarının “yağmalanması” meselesidir.
Türk tarafı gerçekten “çözüm ikliminin yaratılması”nı istiyorsa; öncelikle buradan işe başlamalıdır.
Türkiye ile birlikte, Taşınmaz Mal Komisyonu’na dört elle sarılmalıdır Erhürman…
Bugüne kadar 8428 başvurudan sadece 2144 tanesi çözümlendiğine göre, bu komisyon her anlamda “takviye” edilmelidir.
Bütün başvuruların, net tarihleme yapılarak “sonuca ulaştırılacağı” ilan edilmelidir.
Yasada süreler belirli olduğu halde, hangi noktada “tıkanma” varsa, oraya müdahale edilmeli ve ucu açık “başvuru” düzenine son verilmelidir.
Şu anda masada BM Genel Sekreteri’nin de “icraat” beklediği “yeni kapılar açılması” meselesi var iken, ara bölgede “solar sistem” kurulmasına ilişkin Türk tarafının çıkardığı engeller var iken, Erhürman’ın bunlardan hiç söz etmemesini de anlamış değilim doğrusu…
Tabii, şurası çok nettir ki “Kıbrıs sorunu müzakereleri”nin başlaması hiç de kolay olmayacak…
Belki de hiç başlayamayacak…
Rum tarafının Erhürman’ın görüşmelere başlamak için 4 maddede özetlediği “koşulları” kabul etmesini beklemek hiç de mümkün görünmüyor.
Öte taraftan; Hristodulidis - Erhürman görüşmesinin ardından “çözüm atmosferi”nin kara bulutlarla kaplandığını da görmezden gelemeyiz.
Hristodulidis’in; "Çözüm ancak garantilerin kaldırılması ve Türk askerinin çekilmesiyle mümkündür." şeklindeki yüz yıllık “Rum pozisyonu”nu anımsatması karşısında Erhürman’ın “bu önşarttır, abesle iştigaldir, yok hükmündedir” demesi de “gereksiz” bir çıkış oldu.
Erhürman, görüşmeye oturmak için “şartlar” öne sürerken, Hristodulidis’in çözüme ilişkin şartlar koyması pek “anormal” kaçmıyor…
Rum tarafına “laf yetiştirmek” üstelik bunu üst perdeden “milliyetçi damarları” besleyecek üslupla yapmak hiç de iyi bir başlangıç olmadı ne yazık ki…
Gene de “gündelik” düzenlemelerde kalıcı işler beklemeye devam edeceğiz.