Geçtiğimiz 5 yılın, “atak” değil ama “ölü” diplomasisi meyvelerini vermeye başladı.

Birkaç günden beridir, Avrupa Parlamentosu’na “ateş püsküren”ler, bu beş yılda nasıl “rüzgâr ekip fırtına biçtiğimizi” öncelikle kabul etmek zorundadır.

Avrupa Birliği’nden ve onun kurumlarından Kıbrıslı Türkleri uzaklaştırmak için elinden geleni ardına koymayanlar, şimdi “bar bar” bağırıyorlar.

“Avrupa Parlamentosu” seçimlerine hiç ilgi göstermeyen Kıbrıslı Türkler ve onların siyasal partileri de şapkalarını önlerine alıp kendi sorumluluk paylarına odaklanmalıdır.

“Kıbrıs Cumhuriyeti” seçmen listelerinde kayıtlı 103,281 Kıbrıslı Türk seçmen var.

Ancak bunların sadece 5266’sı 2024’teki Avrupa Parlamentosu seçimlerinde oy kullandı.

Oysa; 2019’da katılım daha yüksekti. 5804 kişi oy kullanmıştı.

Siyasette kimse bu “ilgisizliği” kendine dert etmedi. Ne sağda, ne solda…

Gerek yeni Cumhurbaşkanı, gerekse iç siyaset; bu konuyu nasıl ele alacak göreceğiz.

Adına “hezimet” denilebilecek, Avrupa Parlamentosu’nda birkaç gün önceki “siyasal tokat” karşısında bakalım ne yapabileceğiz?

Üstelik bu yeni durum; doğrudan Türkiye’yi ilgilendiriyor.

Daha ilk andan gösterilen tepkilerde ne yazık ki yanlış bilgi, yanlış bir algı ve yanılgı var…

Yani mesele “Türk kayıpları-Rum kayıpları” meselesi değil…

Önce konuyu doğru anlayalım: Avrupa Parlamentosu’nda görev yapan 6 Kıbrıslı Rum üyeden biri olan DİSY vekili Mihalis Hacıpandela 2026 Bütçesi’ne ilişkin, Genel Kurul’da görüşme yapılırken bir “değişiklik önergesi” sundu. Önerge 384 oyla kabul edildi. 202 kişi red you kullandı, 58 kişi de çekimser kaldı.

Bu demektir ki; Pandela’nın önerisi Genel Kurul’dan yüzde 71 oranında destek gördü.

Tam da “siyasi propaganda” kıvamındaki bu “öneri” ne talep ediyordu?

“Avrupa Parlamentosu’nun bütçe metnine ek olarak, 1974 Kıbrıs işgalinin kurbanları ve kayıpları için; binalarından biri içinde bir anıt oluşturmaya ödenek ayrılmasının değerlendirilmesi…”

Yani; Pandela, Parlamento’nun idari kurumlarına bir çağrı yapıyor.

1974’te “Kıbrıs’ın işgalini” ve onun “kurbanlarını” herkese anımsatacak bir “anıt” için bütçeye kaynak koymayı değerlendirin, diyor.

Tabii, AB’de biri önerdi diye, bütçeye hemen bir ödenek konması mümkün değil.

Yani; bu propaganda amaçlı öneri, Parlamento yönetimine bir çağrıdan başka birşey değildir.

Kısacası “şimdilik” bu karar, bir politik niyet beyanı (political statement) seviyesindedir.

Önerinin odağında; Kıbrıs’taki “kayıplar”a ilişkin bir “ortak acı” vurgulaması söz konusu değildir. Öneride Türk Rum sözcükleri geçmemektedir. Asıl vurgu “1974 işgalinin kurbanları” üzerinedir.

Amacı da, kendi gerekçeleri ile söylersek, “1974 trajedisini” Avrupa kurumlarının kalbinde canlı tutmaktır.

“Kıbrıs işgali”ni sembolik bir ağırlıkla; AB kurumlarına, üyelere, ziyaretçilere, karar vericilere anımsatmaktır.

Tabii bütçede böyle bir değişikliğin kabul edilmesi “Atak diplomasi” bakımından Rum tarafının ciddi bir başarısıdır.

Ancak AB’de yoğun trafiğe sahip bir siyasi binada anıt tasarlamak, finanse etmek, yerini belirlemek ve inşa etmek basit bir “uygulama” değildir.

Bunun yığınla koşulları, süreçleri vardır.

Bu yüzden ortaya atılan öneri bugünden itibaren AB kurumlarında yeni bir tartışmayı fitilleyecektir.

Bir yandan böyle bir anıtın “teknik” yönden tasarımı, fizibilite çalışması, ifade biçimi, yerleştirme ve finansman konusu ele alınırken, diğer yandan da “siyasal” tartışmalar başlayacaktır.

Tüm engellerin aşılması halinde 2027 bütçesine bir miktar ödenek konması ihtimal dışı değildir.

Bu karar idareye (Büro) iletildikten sonra; anıtın yeri, maliyeti, siyasi etkileri ve diplomatik hassasiyetler gibi unsurlar değerlendirilecektir.

“İdari fizibilite raporu” hazırlanması, maliyet analizi aşamalarından sonra proje uygun bulunursa, Bütçe Komitesi’ne gidecektir. İşte o aşamada taslak bütçeye bir miktar ödenek konacak ve tekrar onay için Genel Kurul’a gelecektir.

Bütün bu aşamalardan sonra Avrupa Parlamentosu’nun Brüksel, Strazburg ya da Lüksemburg’taki binalarından birine “1974 Kıbrıs İşgali kurbanları” anıtı dikilecektir.

Avrupa Parlamentosu binalarını gezenler; böyle “tarihi hafıza ve farkındalık” anıtlarının ya da alanların buralarda bulunduğunu bilirler.

Örneğin Brüksel’de Holokost (Yahudi soykırımı) Anma Alanı var.

Malta’da öldürülen gazeteci Dalpne Calizia’nın Strazburg’taki binada anma alanı var.

Bilelim ki; Rum vekilin “Genel Kurul”dan onay alan bu girişimi doğrudan “kayıplar”la ilgili değildir.

Ana hedefi de Türkiye’dir.

“Türk Kayıp Şahıslar Komitesi”nin açıklama yaparak sanki “Ortak Kayıplar Anıtı” projesi reddedildi de sadece Kıbrıslı Rum kayıplar için anıt dikilecekmiş gibi bir algı üzerinden yürümek doğru değildir.

Durum Türkiye açısından çok daha vahimdir.

Bu yüzden birkaç yıl alması beklenen bu süreçte gerçekten “atak diplomasi” gerekecek…

Öte yandan, AB; savunma projesinde Türkiye’ye yer vermeyi planlarken, onu “işgalci” diye suçlayan bir anıtı binasının girişine koyabilecek mi?

Türkiye’nin “diplomatik nefesi” böyle bir girişimi önlemeye yetecek mi?

Sanırım; AB kurumlarına yönelik “çatışmacı” dili terk etmek ilk iş olmalıdır.

BM’ye, Rum tarafına ve AB’ye “çözüm” içerikli mesajlar göndermek yerine “pehlivanlık” taslamak hiçbir işe yaramaz.

Haydi kolları sıvayın… “Atak diplomasi” sizi bekliyor…