Kıbrıs beşli görüşmelerinden bu kez de sonuç çıkmdı. Bundan sonraki randevu Eylül’de imiş. Bence ondan da bir sonuç çıkmayacak. Bu olumsuzluklar nerdeyse üç çeyrek asıra yaklaştı. Bu olumsuz durum devam ettikçe aklıma birşey takılıyor.

Bir kere de Guterres gelse Kıbrıs’a ve gerçekleri yakından görerek değerlendirse ne olur yani? Yani hem güneyi hem de kuzeyi gözleri ile görse diyorum. Guterres’in Kıbrıs’a geldiğini anımsamıyorum. Öyle Hristodulidis gibi bütün kurumları ile devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni sınırdaki variller arasından değil, bizzat ülkemize gelerek gerçek varlığımıza tanık olsa. O zaman iş değişir herhalde.

En sağlıklı değerlendirme, olayı yerinde görmek ve yaşamaktır. Bence Guterres uzaktan gazel okumakla bir sonuca gidemez. Belki geldiğinde ve aynı argümanlarla konuya yaklaştığında, yine sonuç çıkmayacak. Lakin en azından orada Akdeniz’in doğusunda sorunlu bir ada olduğunu görecek. Fiziki yapımızı ve sosyal ve siyasal yapımızı gözleriyle görecek.

Keşke merhum Denktaş’ın kaç kez görüşmeler için New York’a gidişinin muhasebesini tutsaydım. Belki tahammülle New York’a ilk gidişi ile son gidişini gazete küpürlerinden çıkartabiliriz. Onun dışında Ulusal Lider Dr. Küçük’ün malikanesinde bütün ilgililerle yapmış olduğu binlerce yüzlerce ve yüzlerce görüşmeler. Olaydan hemen sonra Dr. Küçük’le bakanları Makarios’un sarayına gitmiş ama bir sonuç elde edememişlerdi. Sadece Dr. Küçük’ün malikanesine sıkılan dumdum kurşunlarını hatırlıyorum. Dr. Küçük Makarios’u telefonla arayarak “Kurşunlar ikametgahın üzerine yapıor. Söyle de kurşun sıkmasınlar” dediğinde Makarios “Şimdi hallederim” demişti. Yani endirek suçunu kabul etmişti.

Ne zor günlerdi onlar...

Denktaş’ın New York yollarda ayaklarının altında kabarcıklar çıktı nerdeyse. Yani bir benzetme...

Hayret ettiğim birşey var. Bugüne kadar Kıbrıs kaç tane BM Genel Sekreteri, kaç tane arabulucu, kaç tane BM Kıbrıs Temsilcisi eskitti.

Mesela Perez de Quellar Kıbrıs Temsilcilerinden birisiydi. Kıbrıs’ı yakından tanıyordu Perez, daha sonra BM Genel Sekreteri oldu ve bir netice alamadı.

Kurt Waldheim da Kıbrıs Temsilcisiydi. Geldi gitti ve bir sonuç alamadı. O da daha sonnra BM Genel Sekreteri oldu. Ve dahaları.

Hayret ediyorum... Kıbrıs gerçeklerini görevde iken farklı konuşan bu beyler ve diğer siyasiler, görevden ayrıldıktan sonra hatıralarında gerçek çözüm formülünün yan yana iki egemen devlet olduğunu söylerler ve Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a hak verirler. Bu nasıl bir siyaset, anlayamıyorum.

Kıbrıs sorununda iki etaplı bir süreç vardır.

Birinci süreç Rumların Türkleri Kıbrıs Cumhuriyeti’nden attıkları süreç, diğer süreçse 20 Temmuz 1974 Mutlu Barış Harekatı’nın gerçekleştiği ve Viyana’da Nüfus Mübadele Anlaşması’nın imzalandığı süreç.

1974’teki Türk çıkarmasıyla adadaki Türkler yeniden doğdular ve on bir yıllık getto hayatından kurtuldular. Masum insanlarımız ikinci süreçten sonra sokaklardan toplanıp katledilmediler.

Guterres ikinci süreçte görev aldı. Ondan önce Gali fikirler dizisi yazıldı çizildi ama yine sonuç alınmadı.

Annan Planı çözüme en yakın bir öneriydi. Rumların yana yakıla AB’ye girmek istedikleri Hristiyan kulübü...

Annan Planı’nda o kadar çok tereffuat vardı ki... Sonunda Annan Planı her iki tarafta referanduma sunulmuştu. Türkler ayrı, Rumlar ayrı olarak oylamaya gittiler.

Garantör ülke İngiltere ve ABD’nin büyükelçileri köy köy dolaşarak referandumda her iki taraftan da “EVET” oyu çıkması için ter akıttılar. Öte taraftan AB’nin Ankara büyükelçisi Karen Fogg, canla başla Rumlar lehine bir savaş verdi. Bir kısım Türk siyasetçi ve gazeteciyi satın aldı. Memlekette EURO’lar havada uçuştu nerdeyse. Bunları ben söylemiyorum, Karen Fogg bizzat kendisi basın önünde itiraf ediyor.

Referandum sürecinde Annan Planı ile uğraşanlar Kıbrıs Türklerine şu vaade bulundular:

“Plana EVET derseniz Kuzey Kıbrıs’a direk uçuşlar başlayacak, AB’nin kapıları sonuna kadar size açılacak, eurolar havada uçuşacak, size yüzme havuzlu villalar yapılacak.” Ve dahaları...

Hatta tarafladan birisinden HAYIR çıkarsa, Annan Planı’nın geçersiz sayılacağını söylediler. Merhum Denktaş da içi alev alev yanarak, köy köy gezerek Türklerin plana HAYIR demeleri için ter döktü.

Lakin beklenen sonuç, BM ve BM’nin Genel Sekreterlerini hayal kırıklığına uğrattı. AB de hayal kırıklığına uğradı. Türkler çözüm için plana EVET dedi, Rum tarafından da HAYIR çıktı. Denktaş Rumları çok iyi tanıdığı için referandumda karşı taraftan hayır çıktığı için derin bir nefes aldı. Hatta referandum neticesinde kendisi ile bir durum değerlendirmesi yaparken bana şöyle demişti:

“Allah Rumlardan razı olsun, plana HAYIR dedikleri için. Şayet referandumdan her iki taraftan da EVET çıksaydı, bu dava bizim açımızdan hüsranla bitecekti. Binlerce insanımız yeniden göçü yaşayacak ve evinden yerinden olacaktı.”

Herşey ortada... Çözüm isteyen Türkler, çözüm istemeyen de Rumlardır. Bu da belli. Yarım Kıbrıs’larıyle hem Guterres’i, hem de bütün dünyayı aldatan ve zamana oynayan Rumlarla nereye kadar?

Hani bir söz vardır. Hatta iki söz.

Birisi “zorla güzellik olmaz”, diğeri de “eşeği bir çektin gelmedi, ittin gitmedi ipini bırakacaksın”.

Biz de üç çeyrek asra yaklaşan ve bir türlü çözümlenemeyen Kıbrıs sorununda o “eşeğin” ipini bıraktık, gideceği yere gitsin ve biz de kendi yolumuza bakalım...