Her seçim bir umut, her aday bir hikâyedir. Ama bazı isimler vardır ki, sandıkla olan ilişkileri adeta bir ömür boyu sürer. Arif Salih Kırdağ o isimlerden biri.

Cumhurbaşkanı adaylığına defalarca aday olması nedeniyle Kıbrıs Türk toplumu arasında ‘sandığın gediklisi’ olarak nam salan Kırdağ, bu seçimleri de boş geçmedi. 6’ncı kez Cumhurbaşkanlığına adaylığını koydu. Aday ola ola öyle bir siyasi figür haline geldi ki hayatı ve siyasi mücadelesi Başgan’ adlı belgeselle sinemaseverlerle buluştu. Belgesel onun siyasal imkânlarını, sevdiklerini, hayallerini ve yalnızlığını anlatıyor.

Kırdağ, Cumhurbaşkanlığı seçimleri dahil olmak üzere belediye başkanlığı ve milletvekilliği seçimlerine adaylığıyla birlikte toplamda 15 kez aday oldu. Hiçbirinde seçilemedi. Hikayesi de tam da burada başlıyor aslında.

Kendisini diğer adaylardan ayıran en önemli özellikse bürokratik dilden uzak, doğrudan ve samimi bir üslupla vaatlerini dile getirmesidir. Adaylığının temelinde ise milliyetçi bir duruş var.

Kırdağ’ın siyaseti, sıradan bir adayın siyaseti değil aslında. O, güçlü siyasi partilerin ve güçlü siyasi figürlerin karşısında tüm maddi imkansızlıklara rağmen kendine has bir inanç ve üslupla, pes etmeyerek, seçime katılan ve bunu tutkuya dönüştüren bir figür.

Belki de onu özel kılan şey, kaybetmekten korkmaması; siyaseti bir kariyer değil bir varoluş biçimi olarak görmesi.

İÇ POLİTİKA

İç politika özelindeki vaatlerine baktığımızda tarım ve gıda denetiminde sorunlar olduğunu, bu sorunları çözmeye yönelik kapsamlı reformlar yapacağının sözünü veriyor.

Öte yandan, Türk tarafına akması gereken ekonomik kaynakların son zamanlarda Rum tarafına gitmesini eleştiren Kırdağ, bu kaynakların Türk tarafında tutulması için projeler geliştirmeyi hedefliyor. Döviz kurunun Türk lirası aleyhine gelişmesiyle birlikte KKTC’de yaşayan Türkler market, elektronik, giyim gibi alışverişlerini Güney Kıbrıs’tan yapmaya başladılar. Dolayısıyla Türk tarafındaki esnaf yerine Rum tarafındaki esnaf kazanmış olduğu için bu paraların KKTC içinde kalması gerektiğini savunuyor. Bu duruma da oldukça üzülüyor. Öte yandan sağlık, güzellik ve estetik gibi hizmetler özelinde de yine aynı şekilde Güney tarafından alınan hizmetlerde artış söz konusu. Bu artış nedeniyle KKTC’deki esnafın ve üreticinin gelir kaybında azalmalar oluyor. Buna bağlı olarak da ekonomik bağımsızlık zayıflama yoluna gidiyor. Bu durumu düzeltmek içinse Kırdağ, KKTC’deki üretimi artırmayı, piyasa denetimini iyileştirmeyi, fiyatları kontrol altında tutmayı ve halkı iç pazara yönlendirmeyi vaat ediyor.

Bu söylemler, kulağa hem milliyetçi hem de korumacı geliyor; ancak halkın günlük yaşamında karşılığı olan sorunlara dokunduğu da bir gerçek.

DIŞ POLİTİKA

Kırdağ, Kıbrıs meselesinin çözümünün dış politikanın merkezinde olması gerektiğini vurguluyor. Meselenin ‘egemen eşitlik’ temelinde çözülmesi gerektiğini savunuyor. KKTC’nin kendi kararlarını alabileceğini bundan dolayı da dış etkilere bağımlı olmayan bir siyaset yürütmesi gerektiğini söylüyor. Kıbrıs sorunu çözülmediği müddetçe iç siyaset dahil olmak üzere ülke genelinde yapılan seçimlerin sağlıklı yürütülmesinin de etkilenmeye devam edeceğini söylüyor. Çareyi ise toprak tavizi ve göçmenlik olmadan, iki toplum arasında ara bölgenin olduğu toplamda 3 bölgeyi kapsayan ‘gevşek federasyon’ modelinde buluyor. Bu modelle birlikte Kıbrıs Türk toplumuna ve adada yaşayıp Kıbrıs vatandaşlığına geçecek olan göçmenlere de AB üyeliği vaat ediyor. Bu vaatlerin yanı sıra Rum tarafından Türk tarafına, Türk tarafından Rum tarafına geçişleri rahatlatmak adına yeni geçiş kapılarını açacağını ve tüm kapılara yapay zekâ destekli sistem kurup geçişleri hızlandıracağının sözünü veriyor. Vaatleri bunlarla sınırlı değil elbet. Çok daha fazlası var. Bu seçimde şeytanın bacağını kırabilirse, seçilmesi durumunda tüm vaatlerini yerine getirip getirmeyeceğini hep birlikte görmüş olacağız.

Tam da bu noktada, Kırdağ’ın KKTC’de toplumun iyi yönetilmesi, hizmetlerin iyi bir şekilde verilmesi ve adada yaşayan gençlerin beyin göçünü engelleme gayesiyle 15’inci kez aday olarak sergilediği bu duruş, bize unuttuğumuz o temel gerçeği hatırlatıyor: Demokrasi, yalnızca kazananların değil, vazgeçmeyenlerin hikâyesidir!