1963-1974 arası süreçte uluslar arası garanti ve güvenlik anlaşmalarına, ve ayrıca Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası’na aykırı bir şekilde 50 bine yakın Rum milisi ağır ve hafif silahlarla silahlandıran, tanklarla, zırhlılarla desteklenmiş bir ordu kuran ve Kıbrıslı Türkleri acımasızca baskı altına alıp, gettolara hapseden,103 Türk köyünün boşaltılıp, onbinlerce Kıbrıslı Türkün 11 yıl boyunca göçmen olmasına sebep olan, 1974 Barış Harekatı’na kadar hemen hergün Kıbrıs’ın bir yerlerinde keyfi şekilde Türkleri öldüren, en acımasız katliamları 1974’de yapan, aşırılıkçı Rum faşistlere karşı çıkan Rumları bile acımasızca katleden ve kendi ırkdaşlarına karşı yaptıkları katliam suçlarını hiç utanıp sıkılmadan Türklerin üzerine atan Rum tarafı;
1974 sonrasında mağdur edebiyatıyla kendi yediği haltları unutturmaya çalışan, düşmanımın düşmanı dostumdur zihniyetiyle 45 senedir PKK’yı eğit-donat faaliyetleriyle her şekilde destekleyen Rum tarafı;
Uluslar arası güvenlik ve garanti anlaşmalarına aykırı olarak, sanki adanın tek hakimi ve sahibi kendileriymiş gibi, Amerika, Fransa ve İsrail ile çok sıkı askeri işbirliğine giren, onlara askeri üsler veren, ama Kıbrıs Cumhuriyeti’nin Türkiye tarafından gasbedildiğini iddia eden Rum tarafı;
Kendisi adanın güneyini tam bir silah deposuna çevirirken Türk Silahlı Kuvvetlerinin derhal adadan çekilmesini talep eden Rum tarafı;
Önce bizim taleplerimizi yerine getirsinler, TSK da hemen adadan çekilsin, sonra Türk tarafının taleplerine bakarız diyen Rum tarafı;
Kıbrıslı Türklerin kimle, nasıl, nerede evleneceğine, çocuklarının hangi vatandaşlığa ve o vatandaşlığa nasıl sahip olacağına keyfi olarak karar veren, Türkiye Cumhuriyeti biriyle evlenen Kıbrıslı Türklerin çocuklarını ve eşlerini keyfi bir bakanlar kurulu kararıyla Kıbrıslı olarak kabul etmeyen Rum tarafı;
1974 öncesinde ve sonrasında, bugüne kadar tek bir iyi niyet gösterisi, uygulaması yapmayan, tam tersine her geçen gün Kıbrıslı Türklerin insani haklarını daha da azıtarak çatır çatır gasbeden, ama sanki mağdur olan kendisiymiş gibi sürekli mağdur edebiyatı yapıp, kendi suçlarını ve günahlarını Türk tarafına yüklemekten çekinmeyen, her türlü politik yüzsüzlüğü, arsızlığı ve sahtekarlığı zerre zırnık tereddüt etmeden yapabilen Rum tarafı;
Papazları nerdeyse yüz yıldır Kıbrıslı Türklere karşı resmen zehir kusan, tüm Türkler Kıbrıs’tan temizlenmedikçe mücadelemiz bitmeyecek diyen Rum tarafı;
Ekim’de yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçiminde kendince çaktırmadan “federasyoncu” tayfayı destekliyor…
Çünkü federasyoncu tayfa yukarda saydığım ana konularda bugüne kadar ağzını açıp da eleştiri adına tek kelime etmiş değildir, ettikleri de dostlar alışverişte görsün, laf olsun torba dolsun hesabındadır…
Aslında bizim federasyoncu tayfanın ve destekçilerinin en büyük derdi, son 25 yıldır koltuk hırsı ve kendi rantı uğruna Türkiye’nin canına okuyan, maddi ve manevi tüm değerlerini yerle bir eden, ülkenin içine nerdeyse 15 milyona ulaşan ve sayısı giderek artan bir mülteci güruhu doldurup, milletin ve devletin kimyasını bozan, elini attığı her şeyi ve her işi yüzüne gözüne bulaştıran, ülkeyi ve milleti felaketten felakete sürükleyen, kırk binden fazla askerin, on binden fazla vatandaşın vahşice katledilmesinden doğrudan sorumlu olan ve “alçak terörist” dediği emperyalist beslemesi çapulcularla fırt diye dönüp, ortak çıkarları uğruna anında ortaklık, çıkar işbirliği kurabilen, Rahip Brunson gibi soytarıları Amerika’nın höt demesiyle anında iade eden, siyasi-ekonomik-kültürel-sosyal ve en önemlisi de milli değerleri hiç acımadan harcayan, başta Atatürk olmak üzere, ülkenin ve milletin tüm değerleriyle, hatta Türkiye’yi Türkiye yapan Türk milletinin değerleriyle adeta alay eden, Anıtkabir’i bile soytarıların şov alanına çeviren, bütün dünya milletleri kendi kimliklerine ve milli değerlerine sahip çıkarken insanlık tarihinin en eski ve köklü milli kimliklerinden biri olan, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuran insanların da temel kimliği olan Türk kimliğini bile tartışmaya açmaya kalkışan, sokağı kaybetmesine rağmen inatla koltuğu korumak için elinden gelen her türlü fırıldaklığı ve çıkar işbirliğini yapan, Atatürk’ün askerleriyiz diyen çocukları TSK’dan atan, asker-polis-öğretmen-vatandaş katili terörist sürülerini hapisten çıkaran, tarihin gördüğü en gafil ve sefil terörist müsveddesini lider ilan eden, hergün ülke gündemini yeni bir sansasyonel rezaletle meşgul eden, ülkeyi bir uçtan öteki uca tarikat-cemaat çetelerinin eline teslim eden, din sömürüsünde sınır tanımayan, yüz vere vere kudurttuğu emperyalist uşağı dinci-ırkçı terör çetelerini devletin içine kadar sokan ve tüm ülkeyi ve milleti akıl almaz bir kaos ve sorunlar yumağına çeviren, kutuplara bölen, düşman kesimler yaratan, Suriye bataklığına gırtlağına kadar batan, Kıbrıs’ta da Rum tarafı dört bir taraftan Kıbrıs Türkünü ve Türkiye’yi ablukaya alırken, en güçlü Türki cumhuriyetleriyle ve AKP’nin o çok sevdiği İran, Filistin gibi din kardeşleriyle bile sıkı işbirliğine girerken gıkını çıkarmayan, altını doldurmadığı, doldurmak için laftan başka hiçbir adım atmadığı “ayrı devlet” tezini sadece lafta savunan AKP’nin elinden bir an önce kurtulmaktır…
Aslında, CTP’nin başını çektiği bizim federasyoncu tayfa son yirmi yılda az fırıldaklık da yapmadılar, AKP ile işbirliği yaparak, iki kez ortak çıkarları doğrultusunda KKTC’de hükümet kurup bozdular, hatta o kadar ileri gittiler ki, AKP tayfası TSK’ya kumpas üstüne kumpas kurarken, teröristler tanık, üst düzey askerler de sanık sandalyesinde otururken AKP’ye alkış tuttular, Türkiye’de oy verebilecek olsak AKP’ye oy verirdik dediler…
Kısacası, koltuk uğruna çıkarları örtüştüğünde can ciğer biraderdiler, ama çıkarları çatıştığında, özellikle de siyasi rant çatışması yaşadıklarında, birbirlerine tu kaka dediler…
Aslında şu anda federasyoncu tayfamız tam da AKP’nin politikasına çanak tutuyor, çünkü bugüne kadar eleştirdiği her şeyin daniskasını çıkarı uğruna kendisi yapan, Yunanlıların Ege sahillerindeki Türk adalarına bile asker çıkarmasına gıkını çıkarmayıp seyirci kalan AKP’nin Kıbrıs’ta şu an izlediği politikaya bakıldığında, gerçek niyetinin Rum-Yunan ikilisinin hedeflerine karşı çıkar gibi görünüp, onların hedeflerini gerçekleştirmelerine çanak tutmak olduğu gayet açıktır.
Bu yüzden de sayın federasyoncularımız son günlerde nedense anında ağız değiştirmişler, düne kadar yeni bir zoraki evliliği savunurken, bugün altını dolduramadıkları “Türkiye ile beraber yürüyeceğiz” mesajları vermeye başlamışlardır.
Federasyoncu tayfamızın duygusal açıdan gözü o kadar sislenmiş, o kadar perdelenmiş ki, AKP’nin Türkiye demek olmadığını, AKP’nin de bir son kullanım tarihi olduğunu, günün sonunda Türkiye Cumhuriyeti’nin ve Türkiye Cumhuriyeti’nin esas kurucusu olan Türk milletinin bir şekilde yine ayakta kalmayı başaracağını, iktidarların gelip geçici olduğunu, Kıbrıslı Türklerin de gerçek anlamda Türkiye’den başka dostu olmadığını, Türkiye ile Kıbrıslı Türkler arasındaki bağın hem milli birlik hem de milli güvenlik açısından bir mecburiyet olduğunu, bu bağın kopması, hele de Rum tarafı ve destekçilerinin istediği şekilde kopması durumunda hem Kıbrıslı Türklerin hem de Türkiye’nin milli, maddi ve manevi çıkarlarının dönüşü olmayacak şekilde dehşetli bir zarara uğrayacağını, böylesi bir durumda AKP’nin tereddüt bile etmeden suçu Kıbrıs Türkünün üzerine atacağını, rahatlıkla “çıkarları uğruna Türkiye’yi sattılar” diyebileceğini, kendi hatalarını tümden Kıbrıs Türkünün üzerine yıkmakta en ufak bir tereddüt göstermeyeceğini bir türlü idrak edemiyorlar, ya da idrak etmek istemiyorlar.
En basitinden, bugün hem AKP’nin hem de federasyoncu tayfamızın ne Rum tarafındaki olağandışı Amerikan-Fransız-İsrail odaklı askeri yapılanma konusunda, ne de Kıbrıs Türkünün güvenliğinde TSK’nın rolü konusunda tek kelime etmemesi bunun en açık göstergesidir!!!
Örneğin sayın federasyoncularımız ve AKP “Kıbrıs’ta her hal ve şartta TSK Kıbrıs Türkü’nün ve Türkiye’nin doğu Akdeniz’deki çıkarlarının koruyucusu olmaya devam edecektir”, demiyor, diyemiyor!
Bir kez daha zoraki evliliği savunan federasyoncu tayfamız ille de federasyon diyor, ama ne tür bir federasyondan bahsettiğini ne kendi biliyor, ne de bize anlatıyor!
Sadece ve sadece biz kazanırsak yeniden “dünyalı” olacağız, Kıbrıs Türkü izolasyonlardan kurtulacak diyorlar!... Böyle bir çözüm gökten zembille nasıl inecekse, bir tek onlar biliyorlar!
Eğer BM’nin niyeti olsaydı, tam 11 yıl boyunca Kıbrıs Türküne kan kusturan ve nerdeyse elli bin kişilik bir ordu yaratıp, adanın her tarafına salan, sonra da 74’den sonra 51 yıldır Kıbrıs Türklerine karşı elinden gelen kötülüğü yapmaya devam eden Rumlara “nedir yaptığınız be refikler” diye bir soru sorardı... Ama bugüne kadar tek bir kez bile Rumları yedikleri haltlar konusunda sorgulamadılar, sıkıştırmadılar, aksine onları şımarttılar, Rumların haksızlığını adeta meşrulaştırdılar...
Bunun da tek sebebi, dünyanın jandarması pozisyonunda olan Amerika’nın senatosundaki iki büyük ve rakip güçten biri olan Rum-Yunan-Ermeni lobisinin bitmez, tükenmez, akıl almaz boyuttaki Türk ve Türkiye düşmanlığı ve bu bağlamdaki uluslar arası politikadaki baskısı ve etkisidir… Bu hal ta Kurtuluş Savaşı döneminden beri devam etmektedir ve hem Rum-Yunan ikilisi hem de Kurtuluş Savaşı’nda yenilgiye uğrayan, Sevr’i gerçekleştiremeyen emperyalist devletlerin yüz yıllık karın ağrısı olarak devam etmektedir.
Bunların rakip gücü olan Yahudi lobisi de, ki artık geldiğimiz günde Amerikan senatosunda ve uluslar arası politikada Rum-Yunan-Ermeni lobisinin çok önüne geçmiştir, Türkiye’ye ve bize karşı hiçbir zaman bir düşmanlık gösterisinde bulunmadı, aksine dengeleri gözetmeye çalıştı, ta ki AKP yüz yıldan fazla bir süredir her fırsatta bizi arkadan vuran sapık, vahşette sınır tanımayan çapulculardan oluşan dinci, cihatçı terör örgütlerini İsrail’e karşı destekleyene ve iç siyasette popülizm olsun diye zırt pırt İsrail düşmanlığı gösterisi yapana ve tam da düşmanların istediği şekilde Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini oluşturan Lozan’ı bile kendi aleyhimize olacak şekilde tartışmaya açana kadar…
Bugünse, bütün bunlardan sonra, netice olarak, ne tesadüftür ki, dünya siyasetinin en güçlü iki lobisi olan Rum-Yunan-Ermeni lobisi ile Yahudi lobisi hemen her konuda çıkar çatışması yaşarken, Kıbrıs sorununda ikisi de aynı safta yer almakta ve Türkiye karşıtı durmaktadırlar… Sadece ve sadece, AKP’nin yüzüne gözüne bulaştırdığı, kendi kendisini yalnızlığa iten uluslar arası ilişkiler ve artık iyice rayından çıkmış olan Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı sayesinde!!!
Sanırım artık herkes farkındadır, doğu Akdeniz coğrafyasında İsrail’e düşmanlık yapıp da iktidarı halen bir şekilde ayakta kalan son ülke Türkiye’dir…
İsrail düşmanlığından beslenen İran’ın ağzı burnu dağıtıldı, üst düzey siyasileri ve askerleri darmadağın edildi, yok edildi…
RYE lobisinin her daim desteklediği, hatta ta 1990larda Washington’un göbeğinde bile destek ve lobi örgütü kurduttuğu Hamas, Hizbullah gibi cihatçı terör örgütlerinin elebaşları yok edildi, örgütleri darmadağın edildi, artık gıkları bile çıkmıyor, çıkamıyor…
Yemen’de Husi denen çapulcuların ikide bir İsrail’ sataşmalarına karşılık doğrudan hükümetleri olduğu gibi yok edildi, başbakanları dahil, tüm bakanları dünya yüzünden bir saniyede silindi, parçalarını bulup cenaze töreni bile düzenleyemediler…
Mısır, Ürdün, Azerbaycan ve çaktırmadan Irak da çoktan doğrudan İsrail saflarına geçtiler, İsrail ile tarihte görülmemiş bir işbirliği içine girdiler, ve dahası, bu dörtlü ve İsrail son zamanlarda, eskiden hiç olmadığı kadar, Rum tarafıyla da, tıpkı Türki cumhuriyetlerinin en büyüklerinin yaptığı gibi, iyi ilişkiler içine girdiler, sayın AKP iktidarı ise bu süreçte güzellik uykusundaydı…
Filistinli FKÖ ve Müslüman Kardeşler artığı utanmaz, arlanmaz, tescilli ve yeminli Türk düşmanı “din kardeşlerimizi” hiç saymıyorum bile, onlar zaten Türk düşmanlığı söz konusu olduğunda ezelden beri Rum tarafıyla ve PKK ile, ve keza tüm Türk ve Türkiye düşmanlarıyla zaten sıkı fıkılar…
Düne kadar bölgedeki varlığına hiç sıcak bakmayan İsrail, bugün RYE lobisinin icadı olan PKK’ya ve özellikle de Suriye’deki uzantılarına yeşil ışık yaktı, onlar da sevinçlerinden hop hop havaya zıplamaya başladılar.
İşte bu şartlarda, hem Türkiye (sadece AKP değil, bütün Türkiye!) hem de biz çepeçevre doğal ve çıkar ortaklığından kaynaklı zoraki düşmanlar tarafından sarılmışken, İsrail’e düşmanlık yapan ve İsrail’in gücünün farkında olmadan İsrail’e kabadayılık taslayan tüm zırcahil tayfası yok edilmişken, İsrail ve tüm destekçileri ortak çıkarları için Rum tarafıyla sıkı fıkı ilişkiler içine girmişken, neticede Rum-Yunan-Ermeni ve Yahudi lobileri tarihlerinde ilk kez bir konuda, yani Kıbrıs konusunda hemfikir olmuş ve çıkar işbirliğine girmişken, sayın federasyoncularımızın federasyon kapsamında Kıbrıslı Türklere ait devlet ve güvenlik tezi nedir diye sorsak!!!... Şu ana kadar bu konu belli değil, hiçbir netlikleri ve açıklamaları da yoktur!...Bu saatten sonra sayın federasyoncularımızın bu konuda bir açıklaması veya görüşü olacağını da zerre zırnık sanmam… Bu konuda sessiz kalmalarının tek bir açıklaması olabilir, o da; AKP ve TSK adadan gitsin de ne olursa olsun…
İki ayrı devleti savunan “devletçi” kesimin ise tezi gayet açık ve nettir; “Yeni bir zoraki evliliğe hayır, ayrı ve bağımsız bir devlete evet, bu devletin güvenliği ise Türkiye ile işbirliği içinde sağlanmasına evet...”… Nokta!...Ama ayrı devlet tezinde de özellikle güvenlik konusunun nasıl çözüleceği konusunda şu ana kadar edilmiş tek bir laf yoktur!...
Yine büyük resimde bizi ilgilendiren en önemli ayrıntıya tekrardan döneyim; İsrail’in ve arkasına aldığı akıl almaz boyutlardaki gücün şu anda hedefinde tek bir iktidar kaldı; Din ve ırk kardeşlerimizin tümü Rum-Yunan safında yer alırken sadece seyirci kalan, sadece doğu Akdeniz’de değil, tüm dünyada yalnızlaşan, hiçbir saygınlığı kalmayan, uluslar arası ilişkilerde ipleri tümden elinden kaçıran, İsrail’in de artık açık açık hedefine aldığı AKP iktidarı…
TSK’nın canına defaeten okuduğu ama her seferinde imdatlarına AKP’nin yetiştiği, MHP’nin tarihinde görülmemiş bir omurgasızlık ve fırıldaklıka koltuk değneğine dönüşerek destek verdiği Rum-Yunan-Ermeni lobisinin icadı, Amerikan emperyalizminin uşağı PKK tayfasının ve TBMM’deki siyasi temsilcilerinin son zamanlarda son derece şımarıklaşmasının arkasında yatan tek bir neden vardır; AKP yalnızlaşma ve çöküş dönemini yaşarken İsrail de ortak çıkarları ve AKP’den intikam almak uğruna bunlara bir güvence vermiştir ve İsrail’in çıkarları doğrultusunda davranmaları ve fırsat bu fırsat diyerek, AKP’nin altının oyulmasına yardımcı olmaları koşuluyla, özellikle de Suriye’de bir Kürt devleti kurulması konusunda bunlara açık destek vaat etmiştir… Bunun başka da bir açıklaması yoktur!!!
Daha düne kadar İsrail RYE lobisi desteğindeki bu çapulcu sürüsüne en ufak bir taviz vermemişti, en ufak bir destek de vermemişti, ama bugün şartlar aniden değişti, doğu Akdeniz coğrafyasının senaryosu yeni baştan yazılırken eski düşmanlıklar değil, yeni çıkar işbirlikleri önem kazandı, AKP ve dolayısıyla da Türkiye oyun dışında kaldı…
AKP-MHP ikilisi iktidarda kalabilmek için bir o yana, bir bu yana yalpalarken, iktidar uğruna önce Fetoşlar tayfasından sonra da Apoşlar tayfasından medet umarken, çevresinde dönen büyük oyunun farkında değildiler, farkında olsalardı bile artık onlar için çok geçtir…
Türkiye’yi dertten derde sürükleyen bu ikili her ne kadar lafta Kıbrıs’ta iki devlet politikasını savunsalar bile, bugüne kadar bunun altını doldurmuş, din ve ırk kardeşlerimizin Rum-Yunan işbirliğini engellemek için kıllarını bile kıpırdatmış değildirler… En basitinden TBMM bugüne kadar oturup da KKTC’yi tanıma kararı alamamıştır, buna cesaret edememiştir, bırakın tanımayı, iki ülkenin üçüncü lig futbol takımları bile resmi bir maç yapamaz durumdadır…
Neticede, 1974’den beri haklı taraf olmasına rağmen Türkiye siyasileri Kıbrıs sorununda akıl almaz bir omurgasızlık örneği sergileyerek hep savunma pozisyonunu tercih ettiler, bunu farkeden Rum tarafı ve destekçileri ise haksız taraf olmalarına rağmen sınırsız bir pişkinlikle, yüzsüzlükle, hep saldırı pozisyonunda kaldılar…
Ve halen çözüm için tek bir somut öneri var; Tatar’ın sunduğu ayrı devlet modeli…
Bunun ötesinde, bu önerinin altını dolduracak yöntemi de bir kez daha söyleyim!
Daha önce sayısız kez dile getirdim, yazdım ama bir kez daha dile getireyim!
Denktaş’ın koltuk ömrünü uzatmak için icat edilen KKTC basit bir siyasi manevrayla derhal feshedilecek, yerine Kıbrıs Türk Devleti kurulacak, bu devletin de yönetim sistemi “başkanlık” sistemi olacak, bu iki sistem eş zamanlı olarak yürürlüğe sokulacak, Türkiye de anında, tıpkı İsrail’i tanıdığı gibi, bu devleti tanıyacak ve bugüne kadar “karşı tarafın” yaptığı hamleler ters yüz edilecek…
Bir tek bu, bugüne kadar BM’de Rumların ve destekçilerinin yaptığı ayak oyunlarını ters yüz etmeye yeter de artar bile…
Hatırlatırım, 1948’de İsrail devleti ilan edildiğinde, onu 24 saat sonra ilk tanıyan BM filan değil, Türkiye idi!
İsrail’i 24 saatte tanıyan Türkiye siyasileri, 51 senede Kıbrıs Türkünün devletini tanıyamadı!
Siyasi omurga ve irade bu konuda göstermelik olarak hep diklendi ama bir türlü dik duramadı!
Omurganın düzelmesi ve iradenin hareketlenmesi için de çözüm sadece birkaç satır yukarda, hadi hodri meydan, engelleyen yok!!!...Yoksa var mı? Mesela Rahip Brunson senaryosu gibi senaryolardan korkular olabilir mi!!!
Bu çözüm, hem Kıbrıslı Türkleri ve Türkiye’yi Rum-Yunan-Ermeni tezgahından anında kurtaracak, oyunun senaryosunun da yeni baştan mecburen yazılmasını sağlayacak, hem de Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin eline kaybettikleri kozları tekrar verecek, bugüne kadar KKTC konusunda alınmış aleyhteki BM kararlarını ters yüz edecek, yeni baştan kararlar üretilmesini zorlayacak tek çözümdür…
Tabi, Rahip Brunson meselesinde olduğu gibi, birilerinin yine “höt” demesinden ödünüz patlamıyorsa…