Sevgili Hristodulis!

24/09/25 tarihinde BM Genel Kurulu’unda içinde Kıbrıs’la ilgili şu laflar geçen bir konuşma yaptın;

“In 2022 Russia invaded a sovereign nation, Ukraine, violating the UN Charter.

In 1974, Turkey invaded a sovereign nation, Cyprus, violating the UN Charter.

The violation is equal. The suffering. The invasion and occupation.

Cyprus is under occupation by Turkey for 51 years.

Tens of thousands displaced.

Women raped.

Destruction of cultural and religious heritage.

The fenced town of Varosha, held hostage by Turkey, awaiting for its lawful inhabitants to return, as the relevant UN Security Council Resolutions have prescribed for Turkey to allow.

A policy of illegal settlements to change the demographic character of the country.

Families waiting for the fate of their loved ones for decades. As a young boy in those early years after the invasion, the images of mothers and children weeping for their loved ones have been engraved in my memory.

The Playbook of occupiers is always the same.

Yani, dedin ki;

““2022'de Rusya, BM Sözleşmesi'ni ihlal ederek egemen bir ülke olan Ukrayna'yı işgal etti.

1974'te Türkiye, BM Sözleşmesi'ni ihlal ederek egemen bir ülke olan Kıbrıs'ı işgal etti.

İhlal aynıdır. Acı. İstila ve işgal.

Kıbrıs 51 yıldır Türkiye tarafından işgal altında.

On binlerce kişi yerinden edildi.

Kadınlara tecavüz edildi.

Kültürel ve dini mirasın yok edilmesi...

Türkiye tarafından rehin tutulan ve BM Güvenlik Konseyi'nin ilgili kararlarında Türkiye'nin yasal sakinlerine geri dönüş izni vermesi gerektiği belirtilen, yasal sakinlerinin geri dönmesini bekleyen, çitlerle çevrili Maraş kasabası...

Ülkenin demografik yapısını değiştirmek için yasadışı yerleşim politikası...

Onlarca yıldır sevdiklerinin kaderini bekleyen aileler. İşgalden sonraki ilk yıllarda, küçük bir çocukken, sevdikleri için ağlayan annelerin ve çocukların görüntüleri hafızama kazındı.

İşgalcilerin oyun kitabı hep aynıdır.”

Bak birader, sen de Kıbrıslısın, ben de Kıbrıslıyım, ve nihayette komşuyuz…

Bu yazı da er ya da geç, senin önüne de gelecektir, o yüzden iyi oku ve biraz tarih öğren, insanlık öğren...

Ben şahsen komşularımın başkanı olan şahsiyetin bilgisizliğinden ve cehaletinden utandım…

Ha, yok eğer söylemlerinde bilgisizlik ve cehalet yoksa, kasıt varsa, o zaman da bu konuşmadaki ithamlar tarifsiz bir terbiyesizliktir, hem kel hem de fodul olmaktır, hem suçlu hem de güçlü olmaktır, hem yüzsüz hem de terbiyesiz olmaktır…

Neden mi?

Anlatayım!...Hem de satır satır anlatayım, ki anlamadığın bir şey kalmasın!

Ben senden birkaç yaş büyüğüm, toplumlar arası çatışmaların ve savaşın hatıraları daha 3 yaşlarımdan itibaren başlar ve o hatıralar hafızama öyle bir kazındılar ki, yaptığın konuşmaya baktığımda, senin de o zamanlar bize o kötülükleri yapanlardan hiçbir farkın olmadığını, siyasi rantın uğruna en az onlar kadar acımasız olduğunu ister istemez görüyorum…

Boyum daha babamın dizindeyken Rum polisler ve EOKA çapulcuları tarafından sürekli olarak barikatlarda durdurulup, tepeden tırnağa aranırdık, çantalarımız, eşyalarımız yolların içine saçılırdı, arabamızın içi darmadağın edilirdi, attığımız her adımda her türlü zorluk çıkarılırdı, ama sen bunları bilmiyorsun, değil mi?

1963 Aralık ayında başlayan olaylarda bir hafta içinde tam 367 masum, sivil Türk öldürüldü, bu saldırılar sırasında saldırgan Rumlardan, yani komşularımızdan da, tamamen savunma amaçlı olarak 50 kadarı öldürüldü, sonraki haftalarda katliam devam etti ve iki ayın sonunda ada çapında öldürülen Türk sayısı, üstelik de tümü sivil, çocuk, kadın, erkek, yaşlı, nerdeyse 700lere dayanmıştı, tüm bu katliamlar sadece etnik bir nefretin sonucuydu ve kiliseniz, hani şu güya Tanrı’nın evi olan ve günahlardan arındığınız yer olan kiliseniz, bunları destekliyordu, ama sen bunları bilmiyorsun, değil mi?

Organize bir şekilde devam eden Rum komşularımızın saldırıları sonunda tam 103 Türk köyü boşaltıldı ve 50 bine yakın Kıbrıslı Türk can güvenliği sağlamak adına daha güvenli bölgelere göç etti, herkes evini barkını malını terk etti, Kıbrıslı Türkler tam 11 yıl boyunca gettolara hapsedildi, etrafları silahlı Rum komşularımız tarafından çevrildi… Rum komşularımız tarafından bu insanların evleri yağmalandı, işyerleri yağmalandı, tarlaları, ekinleri gasbedildi, tam 11 yıl boyunca bu vahşet sürdürüldü…Ama sen bunları bilmiyorsun, değil mi?

Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetindeki Türkler kapı dışarı edildi, hükümete Rum komşularımız tarafından el kondu, 1967-1974 arasında nerdeyse 45 bin Rum komşumuz silahlandırıldı, Kıbrıs’ta bir Rum ordusu oluşturuldu, sayısı 950 olması gereken Yunan Alayı’nın sayısı da 5 bini aştı, toplamda 50 bini aşan bir Rum silahlı gücü Türkleri adanın her tarafında köşeye sıkıştırdı, 1963’den 1974’e kadar öldürülen Kıbrıslı Türklerin sayısı 2500lere dayandı, onbinlercesi ada dışına göç etmek zorunda kaldı, bu arada ölen Kıbrıslı Rumların sayısı bu sayının onda biri kadar bile değildi, onların da çoğunu, ki etnik faşizme karşıydılar, EOKA’cılar öldürdü, Türklerin üzerine attı, ama bahse girerim sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?

En nihayet 1974’de Yunanistan’daki askeri cuntanın Kıbrıs’taki uzantıları Kıbrıs Cumhuriyeti hükümetini devirip, Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlamaya çalıştı, yani ENOSİS’i gerçekleştirmeye çalıştı, bu arada darbeye direnen yüzlerce Rum EOKAcılar ve Yunan Albaylar cuntasının temsilcileri tarafından göz göre göre katledildi, isimsiz toplu mezarlara gömüldüler, bunların bile suçu Türklerin üzerine atıldı, ama bahse girerim sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?

1974’de ailemle birlikte Lefke’deydim, gece gündüz demeden aylarca başımıza bomba yağdırıldı, çevre tepelerden rastgele havan ve top atışı yapılıyordu, havan mermilerinden biri tam dibimize düştü, bir saniye önce duvar kenarına geçebildiğimiz için patlamadan ve şarapnellerden kılpayı kurtulduk, basınçtan yere yapıştık… Aynı anda 30 metre kadar ilerideki binanın üzerine düşen havan mermisi beyaz bayrak çekmeye çalışan adamın tam ayaklarının ortasına düştü, adam parçalanarak havaya savruldu… Yine aynı anda, üçüncü mermi duvar dibine sindiğimiz binanın damına düştü, tavanı delerek merdiven boşluğundan çoğunluğu çocuk 35 kişinin saklandığı bodruma indi, yere çakıldı, bir mucize eseri patlamadı…Ama sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?

Çok değil, birkaç dakika sonra, az daha ileri gittiğimizde, kocaman bir top mermisi gelip, sadece birkaç metre yanımızdaki duvara çakıldı, patlamadı, Tanrı bizi korudu, yoksa çoktan paramparça olmuştuk… Bu arada, karşı tepelerden, oldukça uzaktan, belki bir kilometre mesafeden, makineli tüfek sesi geliyordu ve mermiler çevremize düşüyordu… Sadece annem, teyzem, kucakta iki küçük kardeşim ve iki küçük yeğenimle birlikteydik ve kendimize güvenli bir yer arıyorduk, anlayacağın hepimiz “tepeden tırnağa silahlı mücahitlerdik”, ve bu halimizle Rum komşularımız için çok büyük bir tehdittik, bombalarla, makineli tüfeklerle katledilmeliydik, ama sen bunları bilmiyorsun, değil mi?…

Bombalardan kopan kocaman bir direk savrularak üzerime geldi, teyzemin oğlunun beni son anda çekmesiyle direk göğsümü sıyırarak geçti, kılpayı kurtuldum, yoksa ezilecektim, ama sen bunları bilmiyorsun, değil mi?

Bir ara Lefke’ye otuz kadar genç Rum milis geldi ve silahlarıyla birlikte bizimkilere teslim oldular, savaşmak istemediklerini, her şeyin çığırından çıktığını, deliliğin artık her yerde olduğunu söylemişler… Bunlarla polis olan babam ve dayım bir süre ilgilendiler…Çarşıda, ortalık yerde, bir grup olarak kaldırımın üzerinde bir süre oturdular, herkes meraklı bakışlarla bunlara ne olacağını bekliyordu, bir süre sonra bizimkiler bunlara da verecek yiyeceğimiz, suyumuz olmadığını, zaten topraklı undan yapılan bir dilim ekmeği on kişinin paylaştığını, bunlara da pay ayırmanın mümkün olmadığını, Lefke’de kalmalarının güvenli de olmayacağını söyleyerek, bunları Gemikonağı sınırına götürüp, bıraktılar…Yarım saat geçmeden, Gemikonağı’ndaki CMC madeni bölgesinden otomatik silah sesleri geldi, sonra da tek tek atışlar duyuldu… Rum faşistler bu çocukları maden bölgesindeki asit havuzları bölgesine götürmüşler, orada kurşuna dizmişler, asit havuzlarına atmışlar, kemiklerine kadar eritmişlerdi… Yanlış hatırlamıyorsam, 1985 yılıydı, havuzlardan birinde erimiş kemik kalıntılarını bizzat ben buldum, şekli şemali idare eder durumda bir tek bir kafatası kalmıştı, alnının tam ortasında bir 45lik mermi deliği vardı, geriye kalan kemikler artık çamura dönüşmüştü. Polis kafatasını dikkatle almaya çalıştı ama o da peksimet gibi dağıldı, ellerinde bir tek üzerindeki kurşun kemiğiyle alın kemiği kaldı…Sen bunları da bilmezsin, değil mi? Herhalde bunları da bizim öldürdüğümüzü sandığınız insanların listesine eklediniz!!!

Lefke düştüğünde, Rum komşularımız bir jipin üzerine Türk bayrağı çektiler, Türkçe anons yaptılar, biz Türk askeriyiz, artık evlerinizden çıkabilirsiniz dediler, biz de inanıp komşularımızla birlikte yola çıktık… Hepimiz çocuk ve kadınlardan oluşan bir kalabalıktık, anında jipteki dört silahlı Rum tarafından makineli tüfeklerle taranmaya başladık, herkes kaçışmaya başladı, sol tarafımda duran komşu kızının kalçasına bir mermi isabet etti, tokat şaklaması gibi bir ses duyuldu, kız ikiye büküldü, yere düştü, beyaz bir entari giyiyordu, anında kalçasında kan lekesi belirdi…Annem beni bıraktı, koşup kızı koltuklarının altından yakaladı, çekerek bizim evin köşesine götürdü, atış hattından çıkardı… Yol ortasında bir tek ben kalmıştım, annem eve kaç diye bağırıyordu, bense bayrağa bakıyor, “Anne bunlar Türk, bize niye ateş ediyorlar” diye soruyordum, bu arada mermiler yığınla her tarafıma yağıyordu, ayaklarımın arasından, önümden sekiyor, yanımdan geçerek evin duvarına çarpıyordu, biri şortumun sağ paçasını sıyırmış, yırtmıştı…Annem koşarak geldi, beni kucakladığı gibi kapıdan içeri soktu, kapıyı itip kapattı, tam o anda da birkaç mermi kapıdan içeri girdi… Biraz sonra ortalık sessizleşti, herkes deliğine çekildi, ben sandalyeyi çekip, üzerine çıktım, pencereyi merakla açtım, birkaç saniye sonra da yine yaylım ateşine tutuldum, belli ki sevgili komşularımız benim gibi beş yaşını biraz geçmiş, tepeden tırnağa silahlı, çok tehlikeli bir askeri tertiplemeyi kafalarına koymuşlardı, ama sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?

Evleri hedef alan top ve havan atışlarından korunmak için babam, annem ve kucaklarındaki iki bebek kardeşimle bahçelere girdiğimizde, kısa bir süreliğine dere yatağında açığa çıktık, Rum komşularımız anında yakındaki tepelerden üzerimize makineli tüfek ateşiyle ölüm kustular, her tarafımıza sayısız mermi düştü, toprak her tarafımızdan sekiyordu, koşarak portakal ağaçlarının arasına girdik, ben birkaç saniyeliğine arkada açıkta kaldım, atış yoğunluğu bana yöneldi, annemin çığlıklarıyla bir ağacın altına koştum, kökünün arkasına çöktüm, görüş açısından çıkmamıza rağmen dakikalarca ağaçlara kör atışına devam ettiler, belki vururuz umuduyla…Bir aile olduğumuz belliydi, ama hiç tereddüt etmeden üzerimize ölüm yağdırdılar…Kucaktaki minicik kardeşlerimin ellerindeki makineli tüfekler, el bombaları, roketatarlar filan sizinkileri fena halde korkutmuş olmalıydı ki üzerimize öylesine yoğun bir ateş yağdırmışlardı… Ama, sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?

Lefke ile Çamlıköy arasına dozerlerle açtığınız, tıpkı Atlılar, Muratağa, Sandallar ve Türkeli köylerinde olduğu gibi, içine Lefke bölgesinin nerdeyse tümünü gömmeyi planladığınız ama planınızı gerçekleştiremediğiniz iki devasa katliam çukurunu unuttum, iyi ki sen hatırlattın…Ama, sen belki de bunu da bilmiyorsundur, değil mi?

Sizin komando taburlarınız vardı, kendilerine “Yenilmezler” diyorlardı, Beşparmaklar bölgesinde konuşlanmışlardı, en büyük marifetleri özellikle ellerine geçirdikleri Türk erkek çocuklarını paramparça etmekti… Sonra 20 Temmuz günü helikopterlerle Türkiye’den TSK komandoları geldi, toplam sayıları sizin “kaplan” komandoların onda biri kadar bile değildi, Beşparmaklarda TSK komandoları ve “Yenilmezler” savaşa tutuştular, bu dehşetli dağ savaşında her ölen Türk komandosuna karşı en az 10 Yenilmez’in leşi serildi… Nihayette kağıttan kaplan olduklarını ancak TSK komandolarıyla karşılaşınca anlayan Yenilmezler benim gibi “5-6 yaşlarındaki tepeden tırnağa silahlı bücür mücahitlerle” değil, gerçek askerlerle karşılaşmışlardı…Yenilmezler, pardon, kağıttan kaplanlar, çareyi kuyruklarını kıstırıp kaçmada buldular, en az 200 leşleri de o gece dağlarda serili kaldı…Sonra bir daha şanslarını denediler, bu kez dağdan aşağıya süpürüldüler…. Sonuç: Her bir Türk komandosu ölmeden önce en az 10 kağıttan kaplan Yenilmez’i yere serdi, sonra da kağıttan kaplanların bir grubu doğuya kaçıp, Atlılar, Muratağa, Sandallar köylerinde savunmasız Kıbrıslı Türk çocukları, sivilleri katlettiler, katliam çukurlarına doldurdular, ama sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?... Bak, aşağıda senin kuyruğu kesik kağıttan kaplanlarının gücünün ancak yettiği, katlettiği çocukların bazılarının bir fotoğrafı var, iyi bak da gör…Bunu da bilmiyorum, deme!

Ediz Hoca

Sayısını 950’den 5 binlere çıkardığınız Yunan Alayı birinci harekatta Türk Alayı’nın bir bölüğüne saldırdı, ama bir halt edemeden geri çekildi… İkinci harekatta ise sayısı yüzün altında kalan bir avuç Türk askeri bir intihar görevine kalkıştı, kendilerinden elli kat güçlü olan Yunan Alayı’na saldırdı, 15 saat süren çarpışmada sizin kağıttan kaplanların nerdeyse 300 tanesinin leşi serildi, gerisi “erkekliğin onda dokuzu kaçmaktır” dedi, tabanları yağlayarak son sürat kaçtı, Türk askerlerinin kaybı ise sadece birkaç kişiydi… Sadece batı kanadından saldıran 25 Türk askerinin karşısındaki Rum-Yunan askeri sayısı binden fazlaydı, ama 15 saatlik çarpışmada 800 metrelik bir hat boyunca cehennem ateşi açmalarına rağmen bütün mevzileriniz tek tek düşürüldü, Alay karargahına kadar girildi, bayrağınız, yani namusunuz ele geçirildi, sadece bir avuç TSK askeri tarafından… Ama sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?

Kadınlara tecavüz edildi diyorsun, 74 harekatı başladığında şiddetli çatışmalar sadece birkaç gün sürdü, birinci harekat sonunda adaya sadece 5 bin kişilik bir Türk askeri kuvveti çıktı, çatışmalara sadece birkaç yüz asker katıldı, gerisi alan tuttu, 50 bin kişilik silahlı sürünüz sadece birkaç yüz muharip TSK askeri karşısında darmadağın oldular, tabana kuvvet kaçtılar… Sivilleriniz de aynı şekilde, yemek yedikleri tabakları bile masada bırakarak kaçtılar, kimse ardına bakmadı, kaçış yolları da siviller kolay kaçsın diye kasten açık bırakıldı, hiçbir sivil gruba ateş de açılmadı….Herkesin can derdine düştüğü bu curcuna içinde kim uçkur derdine düştü, hangi ara kadınlarınıza tecavüz edildi acep, bir fikrin var mı? Sen bunun cevabını da bilmiyorsundur, muhtemelen kulaktan duydun, laf olsun torba dolsun diye uyduruyorsun, çamuru atayım da izi kalsın derdindesin, değil mi? Canım benim!!!

95’de askere girdiğimde en uçta sınıra düştüm, tam 13 ay boyunca Rum komşularımızdan tahrikten, kötülükten, zorla bela çıkarma uğraşlarından başka bir şey görmedim… Öğretmenleri tarafından sınıra kadar getirilen 8-10 yaşındaki çocukların pantolonlarını indirerek bize müstehcen hareketler yaptıklarını; avcı müsveddelerinin magnum fişeklerle bize bilye attıklarını; eğit-donat işlerini Rum tarafının üstlendiği PKKlı ve Arap (Filistinli) çapulcuların gündüz gözetleme, gece ise vur-kaç yapabilecekleri eylemlere girişmek için sınırda fink attıklarını; Rum askerlerinin sürekli sözlü ve el kol hareketleriyle tahriklerini ve nadiren de olsa çizmeyi aşarak doğrudan bizi hedef alarak açtıkları ateşleri; olası bir savaşta şanslarını denemek için kalkıştıkları gece tatbikatlarını, sınır delme girişimlerini ve daha neler neleri defalarca gördüm… Bize ise çok zorda kalmadıkça ve üzerimize ateş açılıp, doğrudan saldırılmadıkça ateş açmama, huzuru ve 50 yıldır süren ateşkesi son ana kadar koruma emri verilmişti… Üzerimize ateş açıldığında bile karşı ateş açmadık, ama iş azgınlığa dönüşür diye hep parmağımız tetikte bekledik, gündüz ve gece gözümüz özellikle sizin kanatlarınız altında beslediğiniz PKKlı ve Arap çapulcuların üzerindeydi… Bir yıl boyunca gecelerin karanlığında, yağmurların altında, çamurların içinde, belalarını arayan bu zibidilerle köşe kapmaca oynadık, isteseydik her bela arandıklarında hepsinin leşini sererdik ama yapmadık, çünkü “sadece takipte tutun, karşı ateş açılmadıkça sakın ateş açmayın, ateş açılsa bile önce uyarı ateşi açın, soğukkanlı olun” emri vardı… Ama, sen bunları da bilmiyorsun, değil mi?

Senin başkanlığın döneminde Rum tarafının silahlanması resmen gemi azıya aldı, çılgınlığa dönüştü…51 yıldır Türkiye senin bir tavuğuna bile kışt demedi, ama senin döneminde Rum tarafı tepeden tırnağa Amerikan, Fransız, İsrail silahlarıyla dolmaya başladı… Neden? Türkiye korkusundan mı, yoksa yine gaza gelip, bir savaş başlatma derdinde misin? Bir taraftan bir kez daha zoraki evlenelim, iki toplumlu iki kesimli federasyon yapalım diyorsun, diğer taraftan bugün bile Kıbrıslı Türklere her türlü zorluğu çıkartıyorsun, tam 63 yıldır Türkleri haklarını tek taraflı olarak gasbediyorsunuz… Sanki Türkiye durduk yerde Kıbrıs’a müdahale etmiş gibi, müdahaleye kadar kendi yediğiniz haltları hiç görmeden, tamamen göz ardı ederek, hiç utanıp sıkılmadan koskoca BM kürsüsüne çıkıp yalan söylüyorsun, tarihi gerçekler tüm çıplaklığıyla karşında dururken sen Türkiye’ye işgalci diyorsun, Kıbrıslı Türklerle bir kez daha zoraki evlilik çağrısı yapıyorsun… Duyan da Kıbrıslı Türklerin sevdasından geceleri yalın ayak yattığınızı sanacak!!!...Gerçek anlamda Kıbrıs Cumhuriyeti’ni işgal eden, ortalığı kan gölüne çeviren, bir soykırıma kalkışıp yüzlerce Türkü bir hafta içinde katleden, 15 Temmuz darbesine karşı çıkan yüzlerce Rumu katledip toplu mezarlara gömen, asit havuzlarına atanlar, sonra da bütün bu hunharlıkları Türklerin üzerine atanlar, Kıbrıslı Türkler miydi, yoksa Kıbrıslı Rumlar mıydı? Ama, sen tabi ki bunları da bilmiyorsun!... Ve sen de haklısın, çünkü sizin yediğiniz haltları dünyaya anlatan bir siyasi anlayış yok karşınızda!...Bizim taraf ne hikmetse hep savunmada… Hem suçlu, hem güçlü, hem haksız, hem de hukuksuz olan taraf olarak sizler de hep saldırıda!!!

Neticede, tarihi gerçeklere dönersek, ne yapsındı Türkiye, bıraksaydı da tüm Kıbrıslı Türkleri toplu mezarlar doldursaydınız, sonra da “artık iş tamamdır, ortalık temizlendi, artık Kıbrıs’ta bir sorun da kalmadı” mı deseydiniz? Tıpkı Girit’te, Rodos’ta, İzmir’de yaptığınız gibi…Hem Türkiye sizi bir avuç silahlı delinin de elinden kurtardı, demokrasi neymiş, insan hakları neymiş, insanca yaşamak neymiş, Türkiye’nin sayesinde öğrendiniz…Tıpkı, 2. Dünya Savaşı sonrasında Yunanistan açlıktan kırılırken Türkiye’nin gönderdiği trenler ve gemiler dolusu bedava erzakla yaşamayı öğrendiğiniz gibi… Ama sen bunları da bilmiyorsun, değil mi!...Peki, besle kargayı oysun gözünü özdeyişini hiç duydun mu? Duymamışsındır, muhtemelen!

Şu hangi taşı kaldırsan altından çıkan papazlarınızın sürekli tekrarlayıp durduğu “Bütün Kıbrıs Helen olmadıkça mücadelemiz bitmeyecek” lafına, Rum Ortodoks Kilisesi Başpiskoposu Georgios’un Yunanistan’ı, Güney Kıbrıs’ı ve bütün Helenizm’i Türkleri kovmak ve vatanı kurtarmak için koordineli çabaya çağırmasına, tüm Kıbrıs’ın Rum-Yunan işgali altına alınma çağrısına, sürekli savaş çığırtkanlığı yapmasına, eskiden olduğu gibi kan ve gözyaşından rant elde etme çabasına ne diyorsun? Ama, sen muhtemelen bunu da bilmiyorsundur, duymamışsındır!

Ah sevgili Hristodulis, lafı fazla uzattım, burada keseyim, ama son bir tavsiyede bulunayım; Timsah gözyaşlarınız ve Bizans entrikalarıyla dolu siyasi zihniyetiniz bu adada yaşanan trajedilerin, gerek Türklerin gerekse Rumların maruz kaldığı katliamların, vahşetin, acıların, günahsız kurbanların esas sorumlusunun siz olduğu gerçeğini ortadan kaldırmaz!

Ne yaparsanız yapın, yukardaki fotoğraftaki çocukların ve diğer katlettiklerinizin iki eli yakanızdadır, bu günahların ve savaş suçlarının sorumluluğundan kaçamazsınız…Türkiye’yi suçluyorsun ama, sizin eseriniz olan yukardaki fotoğraf gibi Türkiye’nin tek bir eseri var mı!!!...Yok, ama sen bunu da bilmiyorsundur, değil mi?... Neyse, şimdi öğrendin…

Bu ada ikimize de yeter, yeter ki bir an önce aklın yoluna gelin, Bizans entrikalarıyla akıl tutulmasını bir kenara bırakın…