BOP denen vahşet, dehşet süreci öyle sanıldığı gibi 2000lerin başında başlamadı, evveliyatı ta 1960’lara gider ama şekillenmesi ve fiiliyatta devreye girmesi ta 1980lerin başını bulur.

1979’da son 200 yıldır gözünü doğu Akdeniz’den ve kuzey Afrika’dan ayırmayan Fransa’nın ayartmasıyla siyasal İslamın ağababası mollalar Humeyni rejimi altında İran’ı ele geçirmiş, sonraki bir ay içinde kadim İran uygarlığının hemen tüm düşünürleri, yazarları, çizerleri, aydınları, bilim adamları, kısacası molla rejimine tehdit oluşturacağı düşünülen herkes ya vurularak, ya da asılarak katledilmiş, çoğunun mezarları bile belli olmamıştı, hatta çöle götürülüp kurşuna dizilenlerin bazılarının mezarı bile olmamıştı, bazıları da yeri belli olmayan toplu mezarlara gömülmüştü.

Tam da aynı süreçte Türkiye’nin başına bela olacak PKK peydahlanmış, ortalığı kana bulamaya başlamıştı.

Ne ilginçtir ki, hem İran’daki molla rejimi, hem de PKK laik, olabildiğince demokratik bir Cumhuriyet rejimiyle yönetilen Türkiye’ye ölümüne düşman iki oluşumdu…Biri siyasal İslamın en kötüsüydü, öteki etnik bölücülüğün en kötüsüydü…İkisi de batı emperyalizminin bitmek tükenmek bitmeyen hırslarının, taleplerinin eseriydi.

Aynı dönemde Rusların Afganistan’ı işgal etmesiyle birlikte, Taliban denen çapulcular sürüsü Amerika tarafından peydahlandı, eğitildi, donatıldı, Ruslara karşı kullanıldı.

Sonra bu baldırıçıplak çapulcular güya Amerikan istihbaratını aştılar da Amerika’nın kalbine saldırdılar, uçakları kaçırdılar, saldırıdan bir hafta önce değerinin üç katına kiralanmış İkiz Kulelere, Pentagon’a filan uçaklarla saldırdılar, terbiyesiz herifler ille de birilerini zengin edeceklerdi…

Neticesinde Amerika hem Afganistan’a daldı, hem de Ortadoğu’ya, bir daha da çıkmadı, çıkar gibi görünse de asla çıkmadı, çıkmayacak da…

Zengin petrol kaynakları veya jeopolitik önemi olan Libya, Mısır, Somali, Irak, Suriye gibi ülkeler istedikleri doğrultuda dizayn edildiler, şimdi sıra insan aklının en büyük düşmanı olan, kendi çıkarları için değil sadece kendi insanlarını, dünyayı bile yakıp yıkacak kadar gözü dönmüş bir molla rejiminin hüküm sürdüğü, İran’ın tüm kaynaklarını din sömürüsü çarkları içinde cukkalayan, molla tayfasının hesabını görmeye geldi…

Doğrudan askeri saldırı yapmayıp da rejimi içteki kuklaları aracılığıyla dizayn etmeye çalıştıkları tek ülke, Büyük Ortadoğu Projesi konusunda önlerinde en büyük engel olarak gördükleri Türkiye oldu!

Aslında BOP sürecinde önlerinde gördükleri en büyük engel, ta Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan beri emperyalistlerin aklını okuyan, bölgedeki emperyalist tehditleri göğüsleyen, engelleyen, dengeleyen bir alt ve üstyapıya sahip olan TSK idi ve son 25 yılda doğu Akdeniz coğrafyası dizayn edilirken TSK’nın entrikalarla, komplolarla defterinin dürülmesi işi de Amerika’nın başa getirmek için ta 1970lerden beri elinden gelen entrikayı çevirdiği AKP iktidarı sayesinden oldu.

Detayları aşağıda yazacağım, yeri geldikçe belki biraz da tekrar yapacağım, bu sadece giriş kısmı, o yüzden sabrı olan okusun…

2000lerin başında AKP iktidara gelir gelmez haddini bilmeden, kimle dansettiğinin farkında bile olmadan, Bush yönetiminin uzattığı havuca balıklama dalmış, Amerika’nın diğer eliyle arkasında tuttuğu ve havuca daldığı andan itibaren günü geldiğinde kafasına duruma göre çeşitli şiddet dozlarında vuracağı balyozu görmemiş, BOP eşbaşkanlığına soyunmuştu!

BOP denen çıkar ilişkisi, emperyalizmin istediği kılığa girenlerin cibiliyetlerine, geçmişlerine, akıl seviyelerine, alt ve üst kimliklerine, geldikleri ve temsil ettikleri kültüre bakıldığında, gayet doğaldı, gayet de normaldi!

Tekrar hatırlatalım, BOP’un ve doğu Akdeniz coğrafyasında emperyalizmin hedeflerinin önündeki en büyük engel, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve kollayıcısı Türk Silahlı Kuvvetleri idi.

Bir soru soralım; 2000’li yılların başında İran-Irak-Suriye-İsrail ve hatta Yunanistan da bunlarla birleşseydi ve Türkiye’ye saldırsalardı, bu beş devletin birleşmiş gücü bile TSK’yı yenmeye yeter miydi?

Bence hayır, tüm taraflar çok ağır bir bedel öderdi ama yine de bir seferberlik durumunda on milyondan fazla asker çıkarma yetisi olan ve topyekün savaş senaryolarına da hazırlıklı olan TSK bunların önünde diz çökmezdi… Nedenine gelince; TSK Atatürk önderliğinde küllerinden doğarak, zamanın en güçlü devletlerinin birleşmiş gücünü yenmiş ve Anadolu’yu Türk yurdu yapmayı başarmıştı ve sonraki süreçte de altyapısını ve üstyapısını böylesi büyük tehditlere göre şekillendirmişti.

Son yüzyılda kaybettiği tek bir savaş da yoktu!

Ayrıca, TSK, sadece Türk yurdunun ve milletinin değil, aynı zamanda laik rejimin de koruyucusu ve kollayıcısıydı.

Türkiye iktidarına gelen siyasilerin kafa yapılarının TSK ile pek uyuşmamasının ana sebebi şuydu; TSK sürekli gelişen ve değişen küresel şartlara ve çıkar çatışmalarına göre sürdürülebilir şekilde ülke ve millet çıkarlarını korumaya odaklanmış bir vizyona sahipti ve tüm faaliyetlerini de ona göre yönlendiriyordu. Buna karşılık, siyasilerin öncelikli derdi kendi koltuklarını olabildiğince koruma, kollama, kendi çıkarlarına öncelik vermek idi, hala da öyledir…

Ama AKP iktidarıyla birlikte, yedi düvel düşmanın hakkından gelemediği, adını duyduğunda korkudan titrediği TSK, envai tür entrikalarla, komplolarla içerden vuruldu da vuruldu, sürekli zayıflatıldı, sürekli hedef tahtasına kondu, sürekli yıpratıldı.

TSK yıpratılırken 2000’li yılların başında TSK tarafından artık başı tamamen ezilen PKK kaynaklı terör, akla ziyan açılımlarla, saçılımlarla, hortlatıldı da hortlatıldı.

Yetmedi, memleketin her köşesini siyasal İslamın belkemiğini oluşturan, din sömürüsünden beslenen, ahlaksızlıkta, para hırsında, kötülükte sınır tanımayan, dünyevi çıkarları için kılıktan kılığa giren ama cahillere de cenneti satan tarikatlar, cemaatlar sardı…

Yetmedi, cehaletin, sahtekarlığın ve ahlaksızlığın tavan yaptığı dehşetli bir vurgun düzeni oluştu, neticesinde üretim çöktü, ekonomi yerle bir oldu, dışa bağımlılık tavan yaptı, hükümet dışarıdan para dilenir hale geldi, para buldukça karşılık olarak bulduğu paranın misli misli tavizler verdi, taşıma suyuyla değirmeni döndürmeye çalışırken halkın genel refahı yerin dibine geçti, Türk lirasının reel değer gücü yabancı paralar karşısında yerle bir oldu ve olmaya da devam ediyor.

Amerika’nın başını çektiği batı emperyalizminin ve İran’ın başını çektiği siyasal İslam emperyalizminin yarattığı, eğitip donattığı, koruyup kolladığı, silahlandırdığı Hizbullah, Hamas, El Kaide, El Nusra, Işid, HTŞ, Fetö gibi envai tür terör örgütleri, başta Irak ve Suriye olmak üzere, tüm doğu Akdeniz bölgesini perişan etti, bu kötülükten Türkiye de fazlasıyla nasibini aldı ve almaya da devam ediyor.

Peki, tüm bunları BOP kisvesi altında kim yaratıp, organize ediyor?

İşte cevabı aşağıda; 27 Şubat tarihinde, Amerikan Senatosu’nda sorgulanan Yahudi kökenli, Ortadoğu Forumu Direktörü Gregg Roman denen herif, Taliban, HTŞ, PKK, Hamas, Hizbullah, Leşker-i Tayyibe dahil, Afrika’dan Ortadoğu’ya kadar tüm radikal, cihatçı terör örgütlerini USAID adı altında sivil toplum kuruluşları, siyasal İslamın taşeronu olarak teröristlere çalışan bankalar aracılığıyla nasıl finanse ettiklerini, özel uçaklarla Taliban’a haftada 40 milyon dolar gönderdiklerini, Amerikan vergi mükelleflerinin parasını terörü finanse etmek için nasıl kullandıklarını filan Amerikan Senatosu’nda hiç çekinmeden, hiçbir korku da duymadan ballandıra ballandıra anlatıyordu…Bir kısmını çevirdim, fikir vermesi açısından yeterlidir:

………………………

Başkan, Üst Düzey Üye ve bu Komitenin seçkin Üyeleri,

Bugün konuşma fırsatı verildiği için teşekkür ederim. Benim adım Gregg Roman, Orta Doğu Forumu Direktörü'yüm, ve buradayım çünkü dış yardım sistemimizin kümesinde bir tilki dolanıyor. Bu sistem, yurtdışında hayatları iyileştirmeyi amaçlıyor ancak bunun yerine milyonlarca vergi mükellefinin parasını radikal ve terörist bağlantılı örgütlere aktarıyor. Bu çitleri şimdi onarmazsak, müttefiklerimize, askerlerimize ve potansiyel olarak kendimize karşı şiddeti körükleme riskimiz var.

Açıkça belirteyim: Bu, Obama yönetimi altında başlayan ve Biden yönetimi altında daha da kötüleşen bir sorun. Bu, her iki yönetimde de - bürokrasi tarafından o kadar yalıtılmış ki - öğreticilerle teröristleri her zaman ayırt edemeyen bir sorun. Sonuç, istemeden de olsa, bazı durumlarda kasıtlı olarak aşırılıkçı odakları finanse eden hibe memurları arasında ahlaki bir karışıklıktır. Orta Doğu Forumu'nda, onaylanmış 164 milyon dolarlık hibeye dair kanıtlar ortaya çıkardık, bunların 122 milyon doları radikal veya terörle bağlantılı örgütleri desteklemekle sonuçlanmıştır. Bu cep harçlığı değil; bu yanlış kitle için bir ikramiyedir. Belirli Bulgular;

• World Vision: Son yirmi yılda, bu büyük evanjelik STK USAID'den yaklaşık 2 milyar dolar aldı. 2014'te World Vision, El Kaide'nin öncüsü olan Usame bin Ladin'e bağlı bir kuruluş olan İslam Yardım Ajansı'na 125.000 dolarlık bir alt hibe sağladı. Bir muhbir kırmızı bayrakları kaldırdıktan sonra bile, USAID World Vision, Sudanlı savaş ağaları ve hatta terör örgütünün listesinden çıkarılması için lobi yapan ABD yetkililerinin baskısı altında fonu "zorla geçirdi".

• Yardım ve Kalkınma İçin Yardım Eli: 2023'te, 2008 Mumbai Katliamını düzenleyen teröristlerle açıkça çalışmasına rağmen USAID'den 78.000 dolarlık bir hibe aldı. Daha kötüsü, bu, USAID Genel Müfettişinin aynı gruba daha önce verilen bir hibeyle ilgili soruşturma başlatmasının ardından geldi.

• Jammal Trust Bank (Lübnan): USAID dolarları, daha sonra Hizbullah'ı finanse etmek için belirlenen bu finansal kuruluşun ceplerini doldurmasına yardımcı oldu. Bu, basit bir gözlem değildi; gelecekteki bir terör finansmanı kuruluşuna nakit veren bozuk bir sistemi gösteriyordu.

• Bayader ve Sınırsız Dostlar Derneği (UFA): Gazze yardım kuruluşu Bayader'in üyeleri, İsmail Haniye'nin oğlu Abdul Salam Haniye gibi üst düzey Hamas figürleriyle yakınlaştılar. Haniye, 7 Ekim'de İsrail'e düzenlenen saldırıların planlayıcılarından biri olarak kabul ediliyor. Bu arada, UFA yetkilileri topraklarının “Yahudilerin kirliliğinden” “temizlenmesi” çağrısında bulundu.

• Para İzini Gizlemek: USAID hibelerindeki milyarlarca dolar “çeşitli yabancı hibe sahipleri” altında toplanıyor, bu da Kongre, medya veya kamuoyunun fonları gerçekten kimin aldığını takip etmesini neredeyse imkansız hale getiriyor. Bu paranın bir kısmı Suriye'deki El Kaide bağlantılılarının eline geçti.”

……………….

Ve dahası da var tabi ki, ama bu kadarı bir fikir vermek için fazlasıyla yeterlidir.

BOP’un sebep olduğu son 25 yıllık vahşet ve dehşet sürecinde, BOP’un nihai hedefi olan Türkiye’nin ne ekonomisi gelişebildi, ne de ordusunun caydırıcı gücü geliştirilebildi, Türkiye’nin ve çevre ülkelerin başına bela olan terör örgütlerine bol kepçeden de yenileri eklendi…Ancak bu terör örgütlerinin hiçbiri hiçbir şekilde Suudi Arabistan, Ürdün gibi Amerika’ya doğrudan biat eden ülkelere musallat olmadılar, sadece Amerikan emperyalizminin önünde engel olarak görülen ülkelerin topraklarını kasıp kavurdular.

Ve, en büyük felaket olarak, bin yıldır Türk yurdu olarak bilinen Türkiye devletler tarihinin en büyük kontrolsüz göçüne maruz kaldı, ki en ilkel çağlarda bile bir ülkeye böylesine kontrolsüz bir şekilde on milyondan fazla ne idüğü belirsizin girmesi mümkün değildi…Netice olarak, ülkenin ve milletin kaynakları sayıları kimi açık kaynaklara göre 15 milyonu geçen mülteciler tarafından feci şekilde sömürüldü ve sömürülmeye de devam ediyor…Mülteci kaynaklı ekonomik yıkım bir tarafa, ülkenin ana ve devletin de kurucu kimliği olan Türk kimliği de tehdit altına alındı…

Bütün bunlar ülkeye ve topluma dehşetli bir yıkım getirirken, icraata değil şarlatanlığa, bölücülüğe odaklanan siyasi yapı artık rakiplerden değil, düşmanlardan oluşan kamplara bölündü, öyle ki, bu düşman kampların artık ülke çıkarları için bir araya gelmesi imkansız hale geldi…

Özet geçersek, bütün bunlar BOP’un sadece Türkiye ayağını ilgilendiren düzenlemelerdi.

Şimdi İsrai ile başı fena halde dertte olan, İran’a gelince…

İsrail İran'ı vurmaya başlamadan önce Trump üç günlük bir körfez turu attı, Araplardan 3,5 trilyon dolar topladı, donlarına kadar soydu, sonra da İsrail vurmaya başladı…Bu para, Arapların batıya sattıkları petrolden elde ettikleri paraydı, kuruşuna kadar Amerika’ya geri aktı…

Yukarda Gregg Roman isimli şahsiyetin itiraflarında, ki bunlar buzdağının görünen ucu, Amerika’nın entrikalar tarihini dolduran gölde bir damla bile değil, sadece bir kolda İslami teröre 2 milyar dolarcık akıtıldığı anlatılıyordu…E, yani bu da para mı canım, bir tokatta Araplardan 3,5 trilyon tokatlayan Amerika 2 milyarcık da siyasal İslamın terör taşeronları için veremez mi yani!

Hatta, Ortadoğu bölgesindeki terörü beslemek için uyuşturucu ve silah kaçakçılığından gelen akıl almaz miktarlarda kara para, ne güne duruyor!!!

Hadi geçelim bir kalem…

Ta 1980lerin başından beri beyin kapasitesi milattan önce bininci yıldan da gerilerde takılı kalan mollaların yönettiği kadim Pers medeniyeti mollalar tarafından yerle bir edildi, ülkenin aydınları bir ay gibi kısa bir sürede yargısız infazlarla yok edildiler, bir zamanlar dünyanın en güçlü kültürlerinden, medeniyetlerinden birine sahip İran halkı tarifsiz bir baskı altına alındı, tarifsiz bir kötülüğe, cehalete ve yobazlığa mahkum edildi.

Kadınların saçıyla, başıyla, giyimiyle uğraşmaktan, din sömürüsüyle siyasal İslam terörü yaratmaktan, kendi yediği haltları kamufle etmek, hedef saptırmak için habure Yahudi düşmanlığı yapmaktan ve Yahudi düşmanlığından beslenmekten, tümü de Türk ve Türkiye düşmanı olan Hizbullah, PKK, Hamas, El Kaide, Taliban, IŞİD, HTŞ gibi envai tür cihatçı terör örgütlerini tıpkı Amerika gibi yaratmaktan, koruyup kollamaktan, desteklemekten başka derdi olmayan zırcahil mollaların kağıttan kaplana çevirdikleri İran askeri gücü İsrail’in bir operasyonuyla yerle bir edildi, tüm üst düzey komutanları, nükleer bomba yapımıyla uğraşan bilim insanları bir çırpıda yok edildi…

İsrail isteseydi bu saldırıdan mollaların elebaşlarının hiçbiri sağ çıkmazdı, ama onlara özellikle dokunmadı, sadece onların sistemini koruyup kollayanların kafalarını kopardı, sistemlerinin belkemiğini kırdı.

Bir detayı daha tekrardan hatırlatalım; sözüm ona, ta 1980lerden beridir değerli komşumuz ve din kardeşimiz olan İran yönetimi Azerbaycan’a karşı Ermenistan’ı destekledi, Türkiye’ye karşı Yunanistan’ı ve Rum kesimini destekledi, İsrail’e karşı Hamas ve Hizbullah’ı destekledi, Hizbullah’ı kendi eliyle yarattı, önce Türkiye’nin içine soktu, sonra da Lübnan’a yerleştirdi, Afganistan’dan aldığı milyonlarca ne idüğü belirsizi özel otobüslerle Türkiye sınırlarına taşıdı, Türkiye’nin içine boca etti, Türkiye’ye karşı PKK’yı ve uzantılarını destekledi, laik Suriye rejimine karşı Suriye’nin içine doldurulan cihatçı çapulcu çetelerini destekledi, dahası da var ama ana hatlarıyla İran’ın siyasal İslam abidesi geçinen molla rejiminin yediği başlıca haltlar bunlar…Yani, Amerikan emperyalizminin Türkiye odaklı hedeflerine gayet güzel ve başarılı şekilde hizmet etmek…

Molla rejiminin kudurttuğu, Amerikan derin devletinin desteklediği Hamas çapulcuları İsrail’e karşı akıl almaz bir saldırı başlattığında, bu provokasyonun sonucunun ne olacağı kesinlikle belliydi… İsrail Hamas çapulcularının peşine düştüğünde, bu çapulcu sürüsünün yaptığı kötülüğün bedelini ne olup bittiğinin bile farkında olmayan onbinlerce Filistinli canıyla ödedi, en az 15 bini çocuk, 60 bin Filistinli katledildi, milyondan fazlası perişan oldu, yerleşim yerleri, hayat alanları bir daha geri gelmemek üzere yerle bir oldu, özellikle Gazze tamamen İsrail’in eline geçti…

Böylece, artık Filistinlilerin doğu Akdeniz’de İsrail’in payına düşen trilyon dolarlık doğal gaz zenginliklerinden bir kuruşluk pay alma şansı da kalmadı.

Din sömürüsünden beslenen, ahlaksızlıkta, vahşette ve kendi maddi çıkarları için kötülükte sınır tanımayan siyasal İslam’ın terör taşeronlarının kime hizmet ettiği bir kez daha ortaya çıktı, Filistin’de olanlar da BOP’un bir parçası olarak tarih sayfalarına yazıldı…

Son 45 yıldır doğu Akdeniz coğrafyasında Amerikan emperyalizmine hizmet eden siyasal İslam kaynaklı dehşet ve vahşet olaylarında hangi taşı kaldırsanız altından mutlaka İran’ın molla rejimi de çıkıyordu.

Amerika ve İsrail kendi çıkarlarına da hizmet ettikleri için bugüne kadar bunlara göz yumdular, hatta yukarda Gregg Roman denen şahsiyetin itiraflarında görüleceği üzere, siyasal islamın terör taşeronlarını birlikte kullandılar, ama gerek siyasal İslamın ağababasına, gerekse taşeronlarına yaptıkları her yanlışın, ettikleri her tehdidin de bedelini çatır çatır ödettiler.

Çıkarlarını ve koltuklarını korumak için değil sadece İran halkını, tüm dünyayı bile gözünü kırpmadan yakabilecek olan molla rejimi, tam da yaptığı nükleer çalışmaları bir neticeye getirmek üzereydi ve İsrail’i de nükleer bombalarla vurmakla tehdit ediyordu ki, olan oldu...

İsrail savaş tarihinin belki de en gizli ve başarılı operasyonunu yaparak, mollaların yatak odalarına kadar sızdı, sonra da bir düğmeye basarak, molla rejiminin hemen tüm askeri, lojistik ve nükleer tesislerini ve en üst düzeydeki adamlarını bir vuruşta darmadağın etti.

Bu operasyonda İran’ın askeri ve nükleer çalışmalardaki en üst düzey ve kritik isimlerinin hemen hemen tümü yok edildi, teknolojik ve nükleer altyapısı çökertildi, sivil zayiat da beklenenden çok daha az oldu.

Kağıttan kaplan molla rejimi cevap olarak İsrail’e yüzlerce füze fırlattı ama bu füzelerin de sadece birkaçı rastgele hedeflere düştü, İsrail şu ana kadar sadece birkaç sivil ölü, iki yüz kadar da yaralı verdi, ki İsrail’in ödediği bu bedel İran’a verdiği zararın yanında, gölde bir su damlası bile sayılmaz…

7 Ekim 2023 tarihinde Hamas çapulcularının Netanyahu’nun bitmiş siyasi ömrünü uzaltan, İsrail’e gökte aradığı fırsatı yerde veren saldırısının ardından yaptığı açıklamada İsrail, bu saldırının ardında kim varsa, destekleyen kim varsa, hepsinden hesap sorulacağını açıklamıştı ve esas olarak iki iktidarı hedef almıştı; İran’daki molla iktidarını ve Türkiye’deki AKP iktidarını…

Gariptir ki, tarihin bir cilvesi olarak, İsrail 1948’de kurulduğu zaman iyi ilişkiler kurduğu ilk ve tek Müslüman devlet Türkiye idi ve Türkiye Mart 1949’da İsrail’i tanıdığını ilan eden ilk Müslüman ülke de olmuştu.

Bunun sebepleri vardı, elbette.

Doğu Akdeniz coğrafyasında ve Anadolu’da yaşayan Yahudilerle Türk milletinin ilişkileri daha da gerilere gidiyordu… Özellikle Kurtuluş Savaşı döneminde milli mücadele süreci Anadolu’yu paramparça edip de işgal etmeyi kafasına koyan emperyalistlerin taşeronluğunu yapan Ermeniler ve Kürtlerin elebaşları, ve keza Anadolu’nun dört bir yanında işgalcilerle işbirliği yapan tarikatçı mollalar tarafından kösteklenirken, milli mücadele bu vatan haini çapulcular tarafından arkadan vurulurken, Yahudiler tam kadro milli mücadele saflarında yer alıyorlardı… Tüccarları ordunun ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken, doktorları cephelerde askerlerimizin yaralarını sarmakla meşguldü…Kurtuluş Savaşı bittikten, Cumhuriyet kurulduktan sonra bile Yahudilerin Türkiye’nin kalkınmasında, kurulan fabrikalarda büyük rolü vardı…

İşte Türkiye Cumhuriyeti, böylesine kaotik bir ortamda, Anadolu’yu vatan bilen, Türk milletini de dost gören bazı Yahudi vatandaşların da Kurtuluş Savaşı’na ve Cumhuriyete verdikleri katkılarla kurulabildi…İkinci Dünya Savaşı öncesinde ve süresince de Nazi zulmünden kurtarılmak üzere Türkiye’ye getirilen Yahudi bilim adamlarının da Cumhuriyet’e olan katkılarını tarih bir kenara not etti…

İsrail kuruluşundan sonra da Türkiye aleyhine bilinen hiçbir siyasi veya askeri faaliyette de bulunmadı, aksine Amerikan derin devletinin Yunan-Rum-Ermeni lobisi tarafından var gücüyle desteklenen taşeron terör örgütü PKK ile mücadelede bir dönem TSK’nın yanında durdu, PKK’nın kafasının ezilmesine de yardımcı oldu, ta ki AKP tarafından kapı dışarı edilene kadar…PKK ile mücadelede İsrail’i dışlayan AKP, hangi akla hizmettir bilinmez, TSK tarafından her canı çıkarıldığında PKK’ya can simidini fırlattı…Son örneği de “Terörsüz Türkiye” palavrası, ki burada da yaşanacakları çok önceden bilen PKK, kendini feshetmeyi ve silah bırakmayı reddetti…

Düşmanlarına karşı acımasız, dostlarına karşı da güçlü bir müttefik olduğunu son Ermenistan-Azerbaycan savaşında da kanıtlayan İsrail, kendisine destek veren Azerileri maddi ve manevi olarak var gücüyle desteklerken, Ermenileri destekleyen İran’a karşı da dolaylı olarak savaştı ve İran burnunun dibinde yaşanan ve kendisi için de onur meselesi olan bir savaşı kaybetti.

Şimdi ise, askeri güçleri Suriye’de Şam’ın dibinde konuşlanmış ve Suriye’nin tüm askeri altyapısını üç gün içinde yerle bir etmiş olan İsrail, İran’ın belkemiğini bir vuruşta kırıverdi…Bu saldırı hem İsrail’in gücünü gösterdi, hem de kendini siyasal İslamın kabadayısı sanan İran’ın gerçekte kağıttan kaplandan farkı olmadığını gösterdi.

Bu vakitten sonra İran’ın İsrail’e karşı yapacağı her saldırı, molla rejiminin sonunun gelmesini hızlandırmaktan başka bir işe yaramayacaktır, artık ok yaydan çıkmıştır.

İsrail, siyasal İslam terörünün en büyük yaratıcısı, koruyucusu, kollayıcısı, ve destekçisi olan İran’ın bu vakitten sonra toparlanmasına asla izin vermez, acımaz da.

İsrail, 7 Ekim saldırısından sonra kendi varlığını doğrudan veya dolaylı olarak tehdit edenlere karşı ne kadar acımasız olacağını, hiç kimsenin yaptığını yanına kar olarak bırakmayacağını, kendisine karşı yapılacak her kötülüğü misliyle geriye ödeteceğini çok açık şekilde gösterdi…

Hiç kuşku yoktur ki, yakın geçmişten bugüne kadar gelen sürece bakıldığında, İran pes ettirildikten sonra İsrail dümeni Türkiye’ye, AKP iktidarına çevirecek ve muhtemelen tek kurşun atmadan (çünkü derdi Türk milletiyle değil, AKP iktidarıyladır), Türkiye’nin şu anda içinde bulunduğu siyasi, ekonomik ve sosyo-kültürel kaosu da iktidar aleyhine kullanarak, mevcut iktidarın bütün nefes borularını tıkayacak, nihayette ise öyle ya da böyle alaşağı ettirecektir.

Peki, Bunu yapacak siyasi ve ekonomik gücü var mı, ve her şeyden önemlisi, cesareti var mı? Var, hem de fazlasıyla var, yoksa etrafı yığınla Müslüman ülke ile çevrili bir avuçluk İsrail dünyayı parmağında oynatıyor, kendini siyasal İslamın merkezinde, siyasal İslamın ağababası olarak gören İran’ı toz duman ediyor olmazdı…

Dünyanın en güçlü para kaynakları, en güçlü teknoloji kaynakları İsrail’in elinde, dünya sanıyor ki Amerika İsrail’i idare ediyor ama işin özünde Amerika’yı idare eden İsrail’dir, çünkü Amerika’yı Amerika yapan finansal kaynakların ve teknolojik kaynakların hemen tümü Yahudilerin kontrolündedir ve Mossad gibi dünyanın en güçlü birkaç istihbarat örgütünden birine sahiptirler.

Şu anda manzara şu ki, dört bir tarafı Müslüman ülkelerle çevrilmiş bacak kadar bücür hiç kimseden korkmadan eline topuzu almış, yıllar yılıdır kendisini bölgenin ağası sanan sarıklı kabadayıyı evire çevire dövüyor, kafasını gözünü kırıyor, öldürmüyor ama fena halde haşat ediyor.

Kaldı ki, yukarda belirttiğim gibi, isteseydi ilk vuruşta İran’ın sadece askeri değil, tüm siyasi en üst düzey hedeflerini de yok ederdi, ama dünyanın geriye kalanının tepkisini çekmemek için ilk adımda bunu yapmadı, sadece çok sert bir mesaj verdi…İran karşılık verince de şimdi İsrail’in eline ikinci büyük, belki de en büyük darbeyi vurma fırsatı verilmiş oldu.

İran’ın defteri dürüldükten sonra Suriye’deki HTŞ çapulcuları da süpürülecekler, sonra da siyasal İslam terörünün ve siyasal İslam destekçilerinin doğu Akdeniz coğrafyasından ilelebet silinmesi ve İsrail’in güvenlik ve ekonomik çıkarlarına hizmet edecek ebedi bir ileri karakol görevinde bulunmak üzere, Suriye’nin kuzeyi ile Irak’ın kuzeyi arasında uydu bir Kürdistan devletçiği oluşturulacak.

Neden Kürtler diye sorarsanız, cevabı çok basittir; Kürtler siyasal İslamın çok uzağındadırlar, düşmanıdırlar ve İsrail’in gücünü bildikleri için de İsrail ile düşman olacakları yerde dost olmanın kendilerine çok daha büyük fayda sağlayacağını, ayrıca kendileri için iyi bir koruyucu olacağını da bilirler, bu yüzden de İsrail ile müttefik olmak işlerine gelir…

Neticede, Kıbrıs sorunu hızlı bir şekilde çözülürse, ki çözülecek, önümüzdeki süreçte Kıbrıs ve İsrail de jet hızıyla NATO’ya üye yapılacak veya NATO ile çok sıkı bir işbirliği sağlanacak, bölgede İsrail’in tartışılmaz mutlak güç ve merkezinde olduğu yeni bir savunma yapısı oluşturulacak.

İsrail’in patronluğunda, İsrail’in çıkarlarını gözeten, İran’ın molla rejiminin, AKP’nin oyun dışı bırakıldığı, Türkiye-Azerbaycan-Suriye ve Irak’ın kuzeyinde kurulmuş Kürt uydu devletçiği ve Kıbrıs’ın da dahil edildiği bir “ekonomik, askeri, siyasi” koalisyon fena mı olur?

İsrail’in kuruluşundan bugüne kadar uyguladığı etkiye tepki politikasına baktığınızda, bir çocuğunu öldürürseniz o sizin yüz çocuğunuzu öldürüyor, İsrail’in başına bir dert açarsanız o sizin kafanızı koparıyor, İsrail ile işbirliği yaparsanız sizi ölümüne destekliyor, arkadan da vurmuyor…Kısacası, bana, bize bulaşana fena bulaşırız diyor ve bulaşıyor da…Bizi destekleyeni biz de destekleriz diyor, destekliyor da…

Aslında şu an bize de bir iyilik yapıyor, kendi halkını ve Müslüman komşularını gözünü kırpmadan harcayan siyasal İslamın kabadayısı molla rejiminin tam da burnumuzun dibinde elinde nükleer güç bulundurmasını ve bütün bölgeyi nükleer tehdit altına almasını da engelliyor…Hava savunma gücü çok zayıflamış, bir tek kara ve deniz gücü idare eder durumda olan Türkiye’nin burnunun dibinde bir nükleer güç olacak, üstelik de kendi dünyevi çıkarlarını koruyup kollama konusunda vahşette, kötülükte sınır tanımayan siyasal İslamın elinde!!!...Aklı başında kimse bunu kabul etmez.

Ve esas netice! Bizimki gibi belanın, entrikanın, vahşetin, dehşetin, her türlü siyasi sahtekarlığın ve ahlaksızlığın eksik olmadığı, belli bir zümrenin çıkarlarının sürdürülebilmesi için icat edilen din sömürüsünün bütün Müslümanlığı mahvettiği bir coğrafyada, ülkeyi ve milleti karada, havada, denizde en güçlü şekilde savunacak, çıkarlarını koruyup kollayacak çok güçlü bir ordunun önemi bir kez daha ön plana çıktı…

BOP’ta kendilerini oyun kurucu sanıp da piyondan öteye geçemeyenler, TSK’yı envai tür entrika ve komplo ile çökertenler, hala da çökertme derdinde olanlar, bu vakitten sonra kına yakabilirler, kendi ayaklarına sıktıklarını anladıklarında çok geç kalmış olacaklar…

İngiliz’in böyle durumlarda ve zamanlarda bütün dünyaya mal olmuş bir lafı vardır; Top, pardon, BOP diyecektim…BOP kaleye girdikten sonra, Too late!!!

Anıtkabir’e gidin de Atatürk’ün ayaklarının dibine kapanın, ruhundan yardım isteyin, faydası olacaktır, nasılsa o ruh hala Türkiye’yi ve Türk milletini ayakta tutmayı başarıyor, hala hem batı emperyalizmini hem de İslami emperyalizmi ürkütüyor, hala yok edilmeye çalışıldıkça, daha da güçleniyor…

Ne Atatürk’ün ruhunu, ne de bıraktığı Cumhuriyet mirasını yok edemezsiniz, zarar verebilirsiniz ama yok etme uğruna çırpına çırpına yok olduğunuzla kalırsınız, netice ve denklem bu kadar basittir, çünkü Türk milletinin nefsi ve iradesi yeterince sağlamdır…