Eylül ayının gelmesi ile birlikte Newyork’a gidebilmek için yoğun çalışma içine siyasiler tarafından giriliyor olmaları son derece doğal karşılanıyor. Ülke liderlerinin kendilerinden önce ülkelerinde yaşadıkları sıkıntıları anlatabilme fırsatı yakalamak için yoğun hazırlık yaptıkları da gözlerden kaçmıyor. 60 yılı aşkın süredir çözülemeyen Kıbrıs konusunun dünya gündeminde yeniden yer alabilmesi için fırsat penceresi olduğu da biliniyor. Buna karşın dünya gündeminin uğraşacağı bazı konu başlıkları olduğu için Kıbrıs konusuna gerekli yeri ayıracakları kuşkuludur. BM Genel Kurulunda bu yıl öncelik sırasında Filistin’de yaşanan İsrail’in uygulamayı ısrarla önde tutmasının etkisi yadsınamaz gerçek olarak karşımızda duruyor.

Bugüne değin Gazze’de yaşanmakta olan kırımların durdurulabilmesi için BM’in aldığı bütün kararların uygulanmamış olması dünyanın geldiği noktanın göstergesi de oluyor. Bu nedenle BM’in almış olduğu kararlar avara kasnak gibi boşuna çalışmaktadır. Böyle bir ortamda BM kararlarının sürdürülebilir ve işleyebilir kararların bile yeterli ilgiyi görmesinin beklenilmemesi gerekiyor. Kıbrıs konusunun böyle bir ortamda öne çıkarılmasının beklenilmemesi gerekiyor. Çözümün anahtarını Newyork’ta aramaya gidenlerin öncelikle Kıbrıs konusunun niye bu kadar geriye atılmasının birincil sorumlukları olanların da sorgulamalarını vurgulamak zorunlu olarak karşımızda duruyor.

Ada’da iki toplumun varlığı bilinirken başka ülkelere giderek çözüm için anahtar aramalarına gerek olmadığı biliniyor. Çözümün anahtarının Ada’nın dışında değil Kıbrıs’ta olduğunu bir kez daha yinelemek gerekiyor. Bu arada Dış Rumlar Komitesi Başkanı POMAK Hristos Karapolis de bos durmuyor. İngiltere’nin AB’den ayrılmasından sonra Türkiye ve KKTC’ne doğrudan uçuşların yaşanmayacağını vurguluyor. Buna koşut KKTC’nin tanınmasının da beklenilmemesini belirtiyor. İngiltere’nin dış politikasını yönlendirmeye soyunuyor olması ayrıca üzerinde durulması gereken bir konu olarak karşımızda duruyor.

AB ülkelerinin bir süredir savunma konularında sıkıntılar yaşadıkları biliniyor. AB’nin nerede ise bütün üyelerinin Amerika’nın başını çektiği NATO üyesi olmalarından rahatsızlık duydukları yadsınamaz gerçektir. Bu nedenle arayışlar içinde oldukları biliniyor. Fransa’nın başını çeken bu grubun ayrı savunma sistemi kurmaktan yana oldukları da gerçektir. Konuya ilişkin olarak mendil büyüklüğündeki ülkede yaşanan tartışmalar dönüp dolaşıp Türkiye üzerinde kilitleniyor. Türkiye’nin hiçbir NATO üyesini tehdit etmemesi isteniyor. Böyle bir niyetin olmadığını bu savı öne sürenlerin de iyi bilmelerine karşın yalan dolanla dünya kamuoyunu yanıltmaya çalışıyorlar. Sanki Türkiye’nin Yunanistan ile Mendil büyüklüğündeki ülke için bir tehdit unsuru olduğu vurgusu yapılıyor. Karşımızdaki ülkenin bu konudaki çabalarına yerel siyasi partilerinin de katılıyor olması garabetin ötesinde bir yaklaşım oluyor. Bu düşüncelerle halklarını da Türklere karşı düşman olarak yetiştirerek uzlaşmanın önünde takoz olarak durmayı yeğliyorlar.

Adamızdaki barış ve çözümün önündeki engellerin kaldırılması için çaba gösterilmesi gerekiyor mu ne…

SEVGİ İLE KALINIZ…