Gün geçmiyor ki birileri tetik çekmesin veya terör estirmesin. Bu durumu yorumlamak istedim bugün. Bu tetikçiler veya silahları nereden geliyor? Bu işin kaynağı nedir.

Televizyondaki bazı diziler, tetikçileri yüreklendiriyor bence. Mesela “Arka Sokaklar” dizisini izlerken şu soru geliyor akla.

“Türkiye bu mu?”

Veya “Uzak Şehir” dizisi.

Bunları izlerken bir de şu fikir geliyor insanın kafasına.

“Herhalde orada yaşam, böyledir.”

Gerçekten o beldelerde hayat böyle mi?”

Yine dizilere temas ederek bir hususa parmak basmak lazım.

İnsanlar bu dizilerden, silahlı eylemlerden, türlü mafiya işlerinden ve bölgede egemen olmak veya kan davaları geliyor aklıma.

KKTC’ye giriş yapan bazı vatandaşlar, ülkemize sokmaya çalıştıkları temin ettikleri tabancalarla yakalanıyorlar. Peki... Türkiye çıkışında kontrol cihazlarında bu tabanca ve mermiler görülmez mi? Bu soru çok önemlidir. Özellikle gümrüklerden sorumlu bakanlıkla, KKTC’nin gümrüklerden sorumlu bakan bu konuya el atmalıdırlar. Zaman zaman bakanarımız bazı temaslarda bulunmak üzere Ankara’ya giderler. Bir kere de şu tetikçiler meselesini görüşmek üzere Ankara’ya gidilirse ne olur yani.

Artık Kıbrıs bakir değildir. Sadece Hasan Bulliler Destanını okursanız, İngiliz’in huzur bozuculara ne kadar katı kurallar koyduğunu anlarsınız. Hasan Bulliler, ülkede terör estiren kardeşlerdi. Hasan Bulliler için pek çok öyküler işittik ve sonlarının darağacı olduğunu öğrendik.

Eskiden idamlar vardı. Mesela zamanında bir kıskançlık yüzünden eşini öldüren Dr. Behiç, idam sehpasında infaz edilmişti. Yani yapanın yanına kalmaz misali idi Dr. Behiç’in hikayesi.

Yanına kalmayanlardan bir kısım EOKA’cı da idam sehpasında can vermişlerdir. Özellikle azılı EOKA’cıların başlarına ödül de konmuştu. Bu konuda en bariz örnek, kahraman Emine olarak nitelendirdiğimiz Emine Aziz, yardımcı polis Nihat’ı aranan bir EOKA’cı vurmuş ve hemen evinin önündeki katil EOKACI’yı yakalayıp adalete teslim etmiş ve İngiliz’in koymuş olduğu beş bin poundu alarak temelli olarak İstanbul’a gitmişti. Emine’nin gidişi, devamlı Rumların onu tehdit etmeleri ve terör estirmeleriydi. Emine’nin hikayesini “Güneşin Gittiği Yere Kadar” adlı romanımla yazmıştım.

Türkiye’de idam kalktı. Cezalar müebbete çevrildi. Lakin bir ömrün bedeli olarak müebeti yaşayanların hayatları bitmiştir demektir.

Yeniden tetikçilere dönecek olursak, bu yapıyı Kıbrıs’a nasıl ve neden taşıdılar, onu sorgulamak lazım.

Mesela ünlü otelci ve betofis çalıştırıcısı Halil Falyalı’nın öldrülmesi, yine aynı soruyu getiriyor akla. Bu çatışmalar ve perde arkasındaki hesaplaşmalar tetikçilerin ve azmettiricilerin işi mi?

Tetikçiler’in silahlı eylemleri iki nedene dayanır bence.

Birincisi alacak verecek meselesinden, ikincisi de namus ve kan davası yüzünden.

Kan davasının gelişmesi ve aşiretler arasındaki husumetin çok uzun yıllara dayanan bir eylem olduğudur.

Eski bakan arkadaşlardan biriyle sohbet ediyordum geçen hafta. O arkadaşın evladı Ankara’da çalışıyor. O da evladına yakın olmak için ona yakın apartmanlardan bir daire almış, dayamış döşemiş. Artık yaşını almış bu arkadaşımızın yapabileceği ve mutlu olabileceği şey, sık sık evladı ile beraber olmak.

O konuşmamızın üzerinden iki ay geçmişti. Kıbrıs’a döndüğünde bana şöyle demişti.

“Artık canım Türkiye’ye gitmek istemiyor. Çocuklar gelirlerse onları burada görürüm. Ankara’nın da, İstanbul’un da sosyal yapısı bozuldu. Yol verme anlamında bir sürücüye diklenirseniz, tabancasını çekip sizi vurabiliyor. Veya en ufak bir tartışmada birbirlerine silah çekebiliyorlar. Şayet bu yaşamaksa, ben öyle yaşamayı ne yapayım?”

İşte tetikçilik ve silah taşıyıcılık öyle bir şey olsa gerek.