Silivri…
Kendine özgü tarihi ve kültürü, sahile vuran dalgaların dinginliği, balıkçı teknelerinin sabah serinliğinde bıraktığı huzurlu iz ve mahalle dayanışmasını hissettiren sıcak insanlarıyla bir sahil kasabası. Bu kasabada doğmak ve yaşıyor olmak benim için büyük bir keyif. Silivrili olarak bu kasabayı bu şekilde betimliyorum betimlemesine fakat dünya kamuoyu Silivri’yi ne yazık ki bambaşka bir yüzüyle biliyor.
Uluslararası medya kuruluşlarının internet sayfalarında dolaştığınızda “Silivri” kelimesini aratınca karşınıza cezaevi özelinde yapılan haberler çıkıyor. Bu haberler de cezaevinin ismiyle verilmesi gerekirken doğrudan Silivri olarak kullanılıyor. Canımı sıkan şeyse tam olarak bu detay. Nitekim Orhan Gazi ile Bizans Prensesi Theodora Kantakuzini’nin mutluluğuna şahitlik eden ve nikahlarının kıyıldığı bu kasaba cezaevi yerine farklı güzellikleriyle anılması gerek.
İngiltere’de aylık ortalama 22,4 milyon (dijital ve basılı) okuyucusu olan The Guardian gazetesinin yaptığı haberlerde örneğin Silivri’nin bir zamanlar ‘kaçış kasabası’ olduğu, lavantası, yoğurdu ve Marmara Denizi kıyısına serpilmiş yazlık evleriyle ünlü olduğunu fakat sonrasında bu imajın değişerek; “ülkeyi yönetenlerin otoriterleşmesinin simgesi” haline dönüştüğü vurgulanıyor. Haberler yapılıyor. Köşe yazıları yazılıyor. Bunun gibi dış basından yüzlerce örnek vermek mümkün. Buraya sadece bir örneği taşımak bile Silivri’nin dış basındaki imaj meselenin ciddiyetini ve önemini anlatmaya yeterli olur diye düşünüyorum.
Silivri Cezaevinin adı tam da bu imaj kaygıları nedeniyle ‘Marmara Ceza İnfaz Kurumları’ olarak değiştirilmiş olsa da dış basında ne yazık ki hala doğrudan “Silivri” olarak kullanılmaya devam ediliyor. Silivri’nin yanına cezaevi bile eklenmiyor. Silivri’yi coğrafi işaretten çok, hukukun siyasallaştığı dönemlerin sembolü olarak haberleştirerek milyonlarca kişinin bu şekilde görmesine neden oluyorlar. Tıpkı “Guantanamo” nun dünyanın başka yerlerine taşınmış bir tartışmanın adı olması gibi; Silivri Türkiye’nin iç hukuk meselelerinden doğan ama sınırları aşan bir yere dönüştü. “Guantanamo” ve “Silivri” Cezaevleri birbirinden farklı hukuk sistemlerinin ürünleri olsa da uluslararası alandaki algısal benzerlikleri nedeniyle sık sık karşılaştırılan iki yer. Bu benzerlikler daha çok simgesel ve politik düzeydedir. Guantanamo, ABD’nin “terörle savaş” döneminde hukukun sınırlarını zorladığı bir yer olarak hafızalara kazınırken; “Silivri” ise siyasi nitelikli olan davaların merkezi olarak uluslararası hafızaya kazınmış durumda. Her iki kurum da coğrafi bir yerden ziyade bir metafora dönüşmüş durumda. Mahkeme süreçlerinin yanı sıra, bu davaların uluslararası insan hakları raporlarında sıkça yer bulmasının da etkisi var. Guantanamo’da tutukluların büyük kısmı yıllarca yargılanmadan tutulurken, Silivri’de ise uluslararası raporlar (Avrupa Parlamentosu, İnsan Hakları İzleme Örgütü, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi uzun tutukluluk sürelerini ve davaların siyasallaştığı iddialarını sık sık vurguluyorlar. Öte yandan, Guantanamo, Amerika’daki başkanlık seçimlerinde bile kapatılması vaadiyle gündemde kalırken, Türkiye’de “Silivri Cezaevi”, siyasi kutuplaşmanın önemli bir simgesi haline geldi. Her iki yer de politika tartışmalarının güçlü birer siyasi metaforu olarak kullanıldı.
Gelelim algı meselesine; Uluslararası ilişkilerde ‘algı’, genellikle sembollerden oluşur. Tam da bu nokta da “Silivri” uzun yıllar Türkiye’de yaşanan siyasi gerilimlerin, ifade özgürlüğü tartışmalarının ve uzun tutukluluk sürelerinin doğal bir yansıması olarak dünya kamuoyunda sembolleşti. Bu nedenden ötürü de dünya basınında Silivri’nin cezaevi özelinde adı geçtiği zamanlarda, konunun odağı çoğu zaman bireysel hikâyelerden ziyade Türkiye’nin demokrasi iklimi oluyor. Bu algının ise bir an önce hem Silivri için hem de Türkiye için dönüştürülmesi gerekiyor.
Uluslararası alandaki algıyı dönüştürmenin yoluysa, yargı bağımsızlığını güçlendirmekten geçiyor. Adli kontrol tedbirlerinin yaygınlaştırılması ve dava süreçlerinin uluslararası standartlara uygun hâle getirilmesi şart. İdari değişikliklerin yanı sıra; şeffaflık, uluslararası kurumlarla etkili iletişim, adil yargı uygulamaları ve uluslararası iş birliği ile bu algı kısa vadede olmasa bile orta vadede dönüştürülebilir. Bu algının değişmesi, Türkiye’nin ‘hukuk’ ve ‘demokrasi’ alanındaki imajını da güçlendirecektir. Unutulmamalıdır ki dünya, bir ‘cezaevine’ değil; bir ülkenin hukuk anlayışına, yargı bağımsızlığına, ifade özgürlüğüne ve adalet mekanizmasının işleyişine bakar. Bu dönüşümün yaşanması durumundaysa; “Silivri” dünya basınında tarihiyle, doğasıyla, doğal güzellikleriyle, tarım ürünleriyle, kültürel etkinlikleriyle ve turistik değerleriyle anılmaya başlar. Hem Silivri’nin hem de Türkiye’nin imajı dönüşür. Algılar değişir.