Sanki Türkiye’nin kaderiymiş gibi, her yıl yaz aylarında büyük çoğunluğu kasten çıkarılan, hemen hemen tümü de insan kaynaklı ve hemen hemen tümü de Türkiye’nin en revaçtaki turistik bölgeleri olan Ege ve Akdeniz bölgelerinde çıkartılan devasa yangınların neticesinde akıl almaz boyutlarda ormanlar, yerleşim yerleri cayır cayır yanar…

Maddi ve manevi kayıplar ise tarif edilemez boyutlardadır.

Hatırlarsınız, TC Cumhurbaşkanı başdanışmanı geçinen bir tip vardır, bizim Başbakan Ünal Üstel’e “boşbakan” diyen, “Kıbrıs Türkünü bir türlü Rumluktan kurtaramadık” diyerek bizi Rumlaşmış olmakla suçlayan, her halta maydanoz olup, iktidarı eleştiren herkese sataşan, ağzına geleni bol keseden söyleyen, iktidarın koruma kalkanının arkasına sığınıp tetikçilikte rakip tanımayan, adına Oktay Saral denen tip…

X’teki hesabından Türkiye’deki yangınların bir fotoğrafını yayınlayarak “Rabb’im imdat eyle bize!” diyerek, X’ten Tanrı’ya mesaj atmıştı…

Belli ki kendisiyle Tanrı arasında özel bir iletişim var, X hesabından da Tanrı’ya ulaşabiliyor!!!

Artık erebileceği son noktaya gelmiş, ermiş, Tanrı’ya sosyal medyadan bile ulaşabiliyor!!!

Belli ki Tanrı’nın sevgili kuluymuş da haberimiz yokmuş!

Keşke akıl edip de Tanrı’nın X hesabını da yazsaydı…

Belki biz de Tanrı ile iki kelam etme, yangınları, depremleri, ve özellikle de bu felaketleri yaratan ve yaratıcılarını caydırıcı şekilde cezalandıracağına koruyup kollayan sistemi ve o sistemi yaratan insan kılıklı soysuzları, ahlaksızları da Tanrı’ya şikayet etme fırsatını bulurduk!

Bilindiği üzere, Türkiye bir deprem ülkesi, sürekli olarak her tarafı irili ufaklı depremlerle zangır zangır sallanıyor.

Bugün de Balıkesir bölgesinde 6,1 şiddetinde bir deprem oldu, ki bu şiddetli bir deprem sayılmaz, ama bazı çürük, tahrip edilmiş binalar anında tuzla buz olarak yıkıldı.

Bu yazı endişeyle yazılırken hala can kaybı bildirilmemişti, umarım bildirilmez de, netice sadece mal kaybı yaşanmasıyla kalır.

Türkiye Cumhuriyeti ve Türk Milleti insanlık tarihinin en büyük felaketlerinden ve yıkımlarından biri olan 6 Şubat gibi bir felaketi yaşayalı iki seneyi biraz geçti.

Bu felaketin en büyük sebebi; olacağı kesin olan depremler değildir…Esas sebep, insanların ahlaksızlığından, soysuzluğundan, yüzsüzlüğünden, vicdansızlığından kaynaklanan sahtekarlıklar silsilesinin hesaplarının insani yargı önünde caydırıcı bir şekilde sorulmaması ve bütün insani kötülüklerin sorumluluğunun “bu işin fıtratında var, kader böyleymiş, Allah böyle takdir etmiş, Allah kurtarsın” falan filan diyerek, kolay yoldan Tanrı’ya havale edilmesidir…

Sen her türlü ahlaksızlığı, hatta akla hayale bile gelmeyen türde ahlaksızlıkları, soysuzlukları, vicdansızlıkları yapacaksın, sonra da suçu kadere, Tanrı’ya atacaksın, almadığın tedbirler, yerine getirmediğin sorumluluklar yüzünden yaşadığımız felaketleri durdurması için de Tanrı’dan yardım dileyeceksin…

Rabbim imdat eyle bizeymiş!

Vay be!

Ahlağı, tedbiri, adaleti, merhameti ve devlet sorumluluğunda yerine getirilmesi gereken hukuksal, bilimsel yaptırımları ve geriye kalan her şeyi Tanrı’dan bekleyeceksek, sizin gibilere zaten gerek yok, yıkılın gidin devletin ve insanlığın başından…

Her türlü kötülüğü Tanrı’ya havale eden sizin gibiler yüzünden bir ülke ve insanlarımız yangınlarla cayır cayır yanıyor, depremlerle toz duman oluyor, her türlü ölümcül sahtekarlık, vicdansızlık, sorumsuzluk, soysuzluk kanserden beter şekilde bütün milleti, bütün devleti sarmış, sarmalamış…

Daha birkaç hafta önce Rusya’da 8,9 şiddetinde deprem oldu, ortalık dakikalarca zangır zangır sallandı, o bölgedeki tüm binalar zangır zangır sallandı, kimse binalardan dışarı koşup kaçmaya yeltenmedi, sadece birkaç binanın damından birkaç kiremit düştü, tek bir bina bile yıkılmadı, tek bir kişinin bile burnu kanamadı…

Kimse 80 senelik binaların bile bir depremle yıkılacağına ihtimal vermediği için evlerinden de dışarı kaçmadı.

Sadece depremin arkasından oluşan tsunamide kıyılardaki bazı köyleri su bastı, portatif, prefabrik binalar sürüklendi.

Hepsi bu kadar…

Rusya ve depremden doğrudan etkilenen yüzlerce milyon insanın yaşadığı bölgedeki tek bir kişi de X’ten Tanrı’ya mesaj atıp, “Rabb’im imdat eyle bize” demedi...

Bizim “Yavru Vatan” da aymazlık konusunda “Ana Vatan’dan” pek de farklı değil.

Önceki gün sabahın köründe bütün bölgeden duyulacak, birkaç yüz metreye kadar yakında olan evlerin camlarını bile zangırdatacak şekilde sonuna kadar açılan, kilometrelerce öteden duyulan hoparlörden gelen ezan sesi tam başlamışken “zınk” diye kesildi.

Hergün sabahın erken saatinde, güneş henüz doğmamışken, evin özellikle batıya bakan tarafındaki pencere camlarını bile titreten ezan sesiyle uyanmaya alıştığımız için bu sefer de anında uyandık ama daha ne olduğunu anlayamadan ses kesildi, bir daha da çıkmadı!

Meğer bizim bölgedeki ana trafolardan biri patlamış, sonra da sorunlar yumağı bütün memlekete yayılmış!

Bir anda nerdeyse KKTC’nin tümünde elektrikler gitti, mobil telefon sistemleri çöktü, bankalar bile çöktü, yani finans sistemi çöktü, özellikle Türkiye kökenli bankalarda en ufak bir işlem bile yapılamaz oldu…

Kısacası, bir trafonun bir sebeple güm diye patlamasıyla, zincirleme olarak yaşanan bir enerji arızasının neticesinde tüm iletişim ve finans sistemi de çöktü…

Sanırsın ki İsrail KKTC’ye saldırmadan önce Mossad tıpkı İran’da yaptığı gibi tüm enerji, iletişim ve finans sistemini şak diye bir anda çökertti, bunlar çökünce haliyle güvenlik sisteminin de kolu kanadı kırıldı…

Bu olayda bir kez daha anladık ki 1974’den sonra enerji altyapımızı halen güvenilir şekilde oluşturamamışız, ana enerji sistemlerimizin ve kaynaklarımızın yedeklemesini de yapamamışız…

Düşünsenize, bizim sorma gir hanından farksız, ipini koparan tetikçilerin bile elini kolunu sallaya sallaya girebildiği memleketteki birkaç trafoya ve ana elektrik santrallerine güçlü patlayıcılarla donatılmış birkaç yüz dolarlık dronlarla dron saldırısı yapılsa, bütün memleket külliyen ayvayı yermiş, meğerse!

Şu anda biri çıkıp da bizim memlekette bu işi yapabilecek, hatta bin beterini yapabilecek şekilde eğitilmiş, konuşlanmış, hazırda bekleyen düşman ajanlarının, envai türden (kılık değiştirmiş) terör örgütü üyelerinin olmadığını söyleyebilir mi, ya da böyle bir şeyin olmayacağını iddia edebilir, garantisini verebilir mi!

Bizimki gibi bir coğrafyada, bizimki gibi sorma gir hanından farksız bir memlekette, böyle bir şeyin olasılık dışı olduğunu iddia edenin alnını karışlarım!

Bizim toplumda, özellikle ağır hastalık gibi sorunlarda umutsuzluk tavan yaptığında, bazen “İşimiz artık Allah’a kaldı” derler…

Artık top, tüfek, uçak, füze savaşlarının yanında ve hatta çok daha önünde, teknoloji savaşları var ve bir musibet bize bir anda her şeyimizle zincirleme olarak nasıl çökebileceğimizi gösterdi…

Bu vakitten sonra artık hiç gecikmeden, aklımızı başımıza toplayıp, başımıza bir musibet gelmeden önce, olabilecek felaketlerin varsayımlarıyla felaket senaryoları hazırlayıp, ona göre derhal çare üretilmelidir.

Kimse bana her şeye karşı hazırız, hiç merak etmeyin demesin!

En basitinden, öncelikli olarak enerji altyapımız, Sivil Savunma altyapımız, polisiye altyapımız, sağlık altyapımız, eğitim altyapımız, ve her şeyden önce felaket senaryoları karşısında toplumsal bilinç ve toplumsal sorumluluk altyapımız güçlendirilmelidir.

Diyeceksiniz ki, memleketin dingili kopmuş, neresinden tutarsan elinde kalıyor, koskoca Türkiye’nin Cumhurbaşkanı başdanışmanı geçinen zat bile Tanrı’dan imdat diliyor, burada bu dediklerini kim yapacak…

Önce sen vatandaş olarak başına adam gibi liyakat sahibi yönetici seçmeyi öğreneceksin, sonrası kolay, hem de çok kolay kardeşim…

Birazcık akıl, birazcık niyet, birazcık irade, birazcık bilim, birazcık da hukuk ve adalet ile üstesinden gelemeyeceğin hiçbir zorluk yoktur…

8,9’luk depremde dakikalarca zangır zangır sallansa da yıkılmayan binaları yapanlar, devasa felakete rağmen çökmeyen enerji, iletişim, finans sistemlerini yapanlar senden benden daha mı akıllıydılar?

Yoksa, biz cehaletin, ahlaksızlığın, vicdansızlığın, liyakatsizliğin, tüm kötülüklere karşı körleşen, yolunu kaybeden insani adaletin, üç kuruşluk şahsi menfaat uğruna kaybolan toplumsal bilincin ve sorumsuzluğun sebep olduğu erozyonun esiri olduk da bütün kötülükleri bu yüzden mi bir anda ve arada yaşıyoruz???

Eğer bugün bütün bu kötülükleri yaşıyorsak, bunları kendi elimizle, kendi aklımızla yarattığımız ve hak ettiğimiz için yaşıyoruz…

Daha iyisini, daha doğrusunu yapabilmek, sadece bizim elimizde…

Tanrı’ya gelince…

Hristiyan’ın da, Yahudi’nin de, bizimki de aynı Tanrı…

Sadece ve sadece, Tanrı’nın ahlaksızlığa, vicdansızlığa, sahtekarlığa, soysuzluğa hiç tahammülü yoktur, hele de her türlü kötülüğü Tanrı’ya bağlayan iki ayaklı din sömürgeni şeytan müsveddelerine hiç mi hiç tahammülü yoktur…

Bu kötülük abidelerine biz tahammül ettiğimiz için bütün bu felaketler başımıza geliyor, sorunun özü bundan ibarettir…