Bilindiği gibi karşımızdaki unsurun Kıbrıs’ın kendi mülkleri olduğu savı ile yarım asrı aşan süredir Yunanistan’la birleşmek için uğraş içinde olduğu yadsınamaz bir gerçektir. Kıbrıs Türkleri de bu saldırılara karşın var olabilmek için direnme haklarını kullanıyorlar. Bu çerçevede Uluslararası toplumun ise adada yaşananları adeta ıslık çalar gibi izlediği aldığı kararlarla kendiliğinden ortalığa çıkıyor. Ardından geçen bu süreye karşın ortalıklara bırakılan çözüm diye sunulan önerilerin yanlı olmaları nedeniyle çözümsüzlüğü de tetiklemiş oluyorlar.   

Ada’nın İngiliz yönetimine (daha açık söylemek gerekirse sömürgesi) geçmesi ile birlikte Kıbrıs Türklerinin bir anlamda ölüm kalım mücadelesi de başlamış oluyordu. 04 Haziran 1878 tarihinden bu yana geçen sürede yaşananlar biliniyor. İngiliz Yönetimi ilk olarak Türk Vakıflarına el koydular. Türklerin adadaki yaşam güvencesi olan Vakıfların yaşam sıkıntısı ile boğuşan Türklerin ellerinden alınması nedeniyle büyük ölçüde var olma mücadelesine ivme kazandırıyordu.  

Ada’nın Türkler tarafından fethedilmesi ile kurulan Vakıf Yönetimi de benzer sıkıntıyı yaşamaya başlıyordu. 

EOKA terör örgütünün saldırılarına karşı güçlerini birleştiren Türklere yeni alanın açılması  mücadelelerine ivme kazandırıyordu. Kıbrıs Türklerinin siyasi eşitliğine dayalı olarak kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti Türkleri de hedef almaya başlayınca yaşanan çatışmaların sonlandırılması için  04 Mart 1964 tarihinde akan  kanın durması için gönderilen BMGK  Barış Gücünün çalışmaları sürekli olarak Rumlardan yana oluyordu. Bu tavrı sergilemeye günümüzde de sürgit ediliyor.  

Aradan geçen 61 yılda çözüme ulaşılamamasının nedeni BM Genel Sekreteri U Thant’ın kararın alınmasına öncülük etmesidir. Kıbrıs Cumhuriyeti’nin siyasi eşitlik olarak kurulması alınan bu kararla yok sayılıyor. BM Güvenlik Konseyi Kıbrıs Türklerini Annan’ın belgesinin oylandığı günlerde anımsayabilmiştir. Bu tanınmanın Rumların yönetimini yasallaştırarak uluslararası alanda bir kez daha kabul edilmesini sağlamaya yöneliktir. Ayrıca bakınız Türkler azınlıktır mesajını yinelemektir.  

Cenevre’de yapılması düşünülen toplantı için karşımızdaki unsurun bütün düğmelere bastığı anlaşıyor. Adada taraflar arasında müzakere zeminin olmadığının türküsünü çığıran BM’in göstereceği yaklaşım ilgi ile izlenecektir. Sonuç olarak dön baba dönelim hacılara gidelim noktasında düğümlenecektir.   

Kıbrıs Türkleri olarak 61 yıldır adadaki konuyu çözemeyen bir yapının yeniden gündem oluşturmaya çalıştığı anlaşılıyor. Bu nedenle çağ dışı kalması gereken anılan kararın yeniden gözden geçirilerek iki devletli yapının tanınması gerekiyor mu ne… 

SEVGİ ile kalınız…