Zaman zaman dillendiriliyor, çözümsüzlük bizi bir yere götüremez, diye.

“Çözümsüzlük çare değildir” diyenler bilmelidirler ki, bu esaslar üzerinden politika yapmalı ve o şekilde halka gerçekleri söylemelidirler. Aksi takdirde Türkler zan altında kalırlar.

Esasında bugüne kadar sürdürülen politika ve girişimler bizim açımızdan “çözüm için”di. Çözümsüzlük açısından değil. Konuya ta Denktaş-Klerides yönünden başlamalıyız.

İkinci Barış Harekatı öncesinde Cenevre görüşmelerinde Denktaş Bey tarafından sunulan çözüm haritaları, tam bir çözümün anahtarıydı. Lakin Rumlar bu planların tümünü ellerinin tersi ile itmişlerdi. Nitekim İkinci Harekat’tan sonra başlayan Denktaş-Kleridis görüşmeleri’nden birinde Kleridis Denktaş’a şöyle demişti.

“Keşke bize sunduğunuz planlardan birini kabul etseydik. Şayet anlaşsaydık bu kadar insan yerinden olmazdı. Göçmenlik çok kötü bir şey.”

Tabii Cenevre görüşmelerinde bir anlaşmaya varsalardı, Girne’nin ötesinde diğer bölgelerdeki Rumlar göçmen durumuna düşmeyeceklerdi. Buna Maraş da dahil. Yani bütün bu olayların ve çözümsüzlüğün sebebi Rumlardır.

Burada düşünmek ve soluklanmak lazım.

Yine soruyorum... Çözümsüzlüğün mimarı biz miyiz yoksa onlar mı?

Fakat herşeye rağmen çözümsüzlüğün nedenleri bilindiği dillendiriliyor.

Şayet “yeniden birleşme”yi düşünenler aynı fikir ve düşüncelerinde ısrar ederlerse, o zaman sormak lazım.

“Kıbrıs Cumhuriyetini birlikte kurmadık mı? Bir hayatı yeniden paylaşmadık mı?”

Paylaştık ama sonu hüsranla bitti. 1963’te Rumların Kıbrıs Cumhuriyeti’ni tamamen kendi inhisarlarına geçirdiler ve Kıbrıs’ı Yunanistan’a bağlama hayallerini kurdular. Garanti Anlaşmalarını unutarak hem de.

Londra ve Zürihe anlaşmaları ile kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti için Makarios “Bu anlaşmalar, ENOSİS’e sıçrama tahtasıdır” ifadesini kullanmadı mı?

Sözde çözüm için yıllarca bir araya gelen başta Denktaş olmak üzere Mehmet Ali Talat, Mustafa Akıncı ve Derviş Eroğlu neden bir sonuç alamadılar? Çünkü Rumlar çözümsüzlüğe oynamışlardır.

Hala daha çözümsüzlüğe oynamaktadırlar.

Nitekim gerek Talat, gerekse Akıncı, Rumların gerçek yüzünü görünce çok sert gerekleri yansıtan beyanatlar vermilerdir. Eroğlu zaten Denktaş politikasını yürütüyordu. Rumların çözümsüzlüğe oynadığını zaman zaman beyan etmiştir.

Türklerin Annan Planı’na “EVET” demeleri, gerçek anlamda çözüm istemelerindendi. Rumların “HAYIR”ı da resmen çözümsüzlüğün ta kendisidir.

Bütün hayatınını Kıbrıs Türkü’nün özgürlük ve var oluşuna adayan Denktaş bir gün bana şöyle demişti:

“Allah razı olsun Rumlardan. Annan Planı’na hayır dediler de bu kadar insanımızın yeniden göçmen durumuna düşmesini kurtardılar. Şayet bu plan kabul edilseydi, ne kadar büyük bir travma yaşayacağımızı hiç düşündün mü? Hayatımızı verdiğimiz bu dava, bunca emek, bunca şehit ve verilen kavga hep boşa gidecekti.”

Şu anda geleceğimiz iki devletli çözüme endekslenmiştir. Yani TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la KKTC Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın savunduğu çözüm modeli. Türkiye’nin yükselen değerleri, savaş sanayiinde devasa atımlarla yürümesi ve ekonomik ve soyal gelişmesi, batıya korku salıyor.

Şayet iki devletli çözüm kabul görür ve Kıbrıs yeniden şekillenirse, Kuzey ve Güney Kıbrıs devletleri ile, gerçek anlamda bunu kabul edenler veya etmeyenler düşüneceklerdir.

“Kıbrıs sorunu neden bu güne kadar çözülemedi?”

Yani çözümsüzlüğün getireceği, yeni bir açılım ve yeni bir profil olacaktır. Veya KKTC’nin tanınması sağlanırsa, bu iş de noktalanacaktır. Dolayısı ile Rumlar da “YARIM” Kıbrısları ile dünyanın haline ve Kıbrıs’ın son şekline bakarak “Bu sorunu neden çözmedik?” sorusunu sorarak kendi yollarına, biz de kendi yolumuza devam edeceğiz.

Her şeyin bir sonu vardır. Bu sonun tarihi ve zamanı belli olmasa da şu Kıbrıs sorunundaki çözümsüzlük, Rumların bir armağanı olarak bize geri dönecek ve yeni bir Kuzey Kıbrıs Türk Devleti etiketiyle kendini gösterecektir.

Özetle... Çözümsüzlüğün sorumlusu sadece ve sadece Rumlardır.