Sosayal medyayı takip ediyorum... Hatta daha da öncesini. Yani Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuruluşunu. Bu Cumhuriyet, 7:30 haklarına dayanan bir Cumhuriyetti. Nice bu Cumhuriyetle huzur bulacaktık, bu adada insan gibi ve güven içinde yaşayacaktık. Kültürleri aynı, milletleri ayrı Türk ve Rum Cemaatları birlikte geleceği kucaklayacaktık.
Hayal ettiğimiz o mutlu beraberliği yaşayabildik mi? Yaşayamadık. Konunun ucunu bir yerden tutmam lazım ki esas konuya gelebileyim.
Londra ve Zürih Anlaşmaları mutlu olmaya hayalleri ile imzalanmıştı. Başbakanı Adnan Menderes Londra’ya heyeti ile giderken uçağı, Londra uçak alanı civarında sisten ötürü uçağı bir ormanlık alana düçmüştü. Hani öldürmeyen Allah ödürmez derler ya, Menderes de uçağın kıç kısmında olduğu için ufak tefek sıyrıklarla kurtulmuştu.
Uçağın düştüğü alana yakın oturan Mrs. Bailey, emekli bir hemşire olarak uçak enkazından Menderes’i kurtarmış ve onu evine almıştı. Mrs. Baley ile eşi Menderes’i tanıyamamışlar, normal bir vatandaş olarak görmüşlerdi. İlk müdahaleyi de evinde yapmıştı Mrs. Baley. Olay duyulunca bir bomba etkisi yaratmıştı. Menderes’i hastaneye kaldırmışlar ve Londra anlaşmasının imzasını hastanede atmıştı.
Dönemin Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu başka bir uçakta olduğu için kurtulmuştu. Fatin Rüştü Zorlu Yunanistan Dışişleri Bakanı ile kapalı kapılar arkasında konuşarak ortak yolu bulmuşlardı. Kıbrıs’ta müşterek Kıbrıs Cumhuriyeti kurulacaktı.
Londra konferansı için başta Dr. Küçük olmak üzere Kıbrıs Türkü’nün dava adamları da oradaydılar.
Şu anda düşünüyorum... Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş ve Rumlar üç yıl sonra Türkleri bu cumhuriyetten atmıştı. Yani 21 Aralık 1963 tarihi itibariyle bir katliam dönemi başlamıştı.
Makarios Kıbrıs anlaşmaları için ne demişti?
“Ben bu anlaşmayı neden imzaladım? ENOSİS’e sıçrama tahtası olsun diye.”
Anlayacağınız, işin ta başından bozulacağı belliydi. Nitekim tam on bir yıl Rumlar bize getto hayatı yaşatmışlardı.
Hele bir o günleri düşünün... Rumlar Cumhuriyetten dışlanan memurların maaşlarını ödemedikleri gibi, hakkımız olan %30’luk hakkımızın da üzerine oturmuşlardı. Dış organlardan gelen paraları da iç etmişlerdi. Şimdi Rumlar atıp tutuyorlar “Kıbrıs Cumhuriyetiyim” diye. Anayasal haklara göre bütün aldıkları kararlar, iki cemaat temsilcilerinin imzalarını gerektiriyor. Hani nerede Türk siyasilerin kararları? Parlamentodaki Türk siyasiler nerede? Yani Rumlar altmış yıldan fazla bir zamandan beri yarım Kıbrıs’la dünyayı kandırıyor.
FAO’dan, UNİCEF’ten, UNESCO, UNDP’den ve daha nice uluslararası kuruluştan gelen yardımlar da iç edilmişti.
70:30 esasına göre beklentilerimiz büyüktü. Köy yollarının iyileştirmesi, kırsal bölgelere su götürülmesi, Türk öğrencilerin bursları, desteban hakları, kuraklık paraları v.s. den de elimize tek bir kuruş değmemişti.
Getto hayatımız başladığında sağ olsun Anavatan Hızır gibi imdadımıza yetişmişti. Bir de Kızılay yardımları.
Artık Kıbıs Türkü’nün her ferdi eşit işleme tabi tutuluyordu.
Başta Cumhurbaşkan Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük olmak üzere, herkes 30 Kıbrıs lirası almaya başlamıştı. Dr. Küçük’ün bu zor günlerde ne bütçesi kalmıştı, ne de örtülü ödeneği. Herkes eşitti. Rumların ambargoları da o zaman başlamıştı. Köylerden gelen Türklerin yiyecek ve sebze arabalarına el konuluyor, bir lokmalık gıdanın boğazımızdan geçmesine izin vermiyorlardı. Kızılay ve ölmeyecek kadar olan maaşla yaşamaya çalıştık. Ama hiç şikayet etmedik. Amaç, ileriye bakarak umutla yaşamaktı. Atatürk’ün veciz sözleri her zaman bize anahtar oldu.
“Türkün dostu yalnız Türktür” demişti yüce Ata.
1963’le beraber insanlarımız sokaklardan toplanarak meçhul yerlerde kurşunlandılar ve meçhul yerlere gömüldüler. Üzerinden 60 yıldan fazla bir zaman geçmesine rağmen hala daha toprağın altından kaybolan Türklerin kemikleri çıkmaktadır. Hepimiz de o dönemde mücahit olmuştuk. Cepheler ve tetikler avuçlarımızdaydı.
Kurtuluş Savaşı’ndan yeni çıkmış Türkiye, yemedi yedirdi, içmedi içirdi. Nankör olmamıza hiç gerek yoktu.
Anavatan Türkiye 1963’ten beri bizler için ayırmış olduğu ve yılbe yıl artan bir anlayışla “Kıbrıs Türkü’nün Bütçesi” ni hazırladı, projeler geliştirdi, ve yaşamak için ne gerekirse yaptı ve hala daha yapıyor.
O tahammüllü bekleyiş, ancak on bir yıl sonra sona erdi. 20 Temmuz 1974 Kıbrıs Türkü’nün yeni doğum günü oldu.
Artık kardeşlerimiz sokaklardan alınıp öldürülmüyor, meçhul yerlere gömülmüyordu. Tek bir mermi de sıkılmıyor.
Denktaş-Kleridis görüşmeleri, bir ömür kadar uzun sürdü. Zaman zaman Denktaş Bey’le olan beraberliğimizde bir gün bana şöyle demişti:
“Kayıplarr konusunu Kleridis’e açtığımda, bizim öyle bir sorunumuz yoktur” demişti harekattan önce. Halbuki Harekatta savaş esnasında Rumlar da savaş kurbanı olarak öldüklerinde o zaman Rumlar feryat etmeye başlamışlardı kayıplar için. Bir de şu da bir gerçek. Bizim Anavatan’la ters düşme lüksümüz olamaz. Her zaman Anavatan’a olan şükran duygularımızı dile getiriyoruz.”
Denktaş’ın bu sözleri bizler için bir vasiyet niteliği taşır. Anavatan’a bütün yaptıkları ve yapacakları için her zaman şükranlarımızı dile getirmeliyiz. Bize bahşedilen özgür topraklarda yaşayabilmemiz, Anavatan gerçeği ile var olmamızla mümkündür.
Aynı sözleri rahmetlik Dr. Küçük de söylerdi.
“Anavatan’la ters düşmemiz mümkün değil. Bu gerçeği yeni cenerasyonlar bilmeli ve anlamalıdır.”
Yeni nesiller yaşadıklarımızı bilmiyorlar veya kendilerine hatırlatmadılar diye düşünüyorum. Şayet yeni nesil “federasyon” temelinde bir çözümde ısrar ediyorsa, demek o filmi yeniden başa sarmalı ve yaşadığımız acıları yeniden yaşamak zorundayız.
Daha ne diyelim ki... 60 yıl önce karşımızdaki düşman ne ise, şimdiki düşman da odur. Uyanın beyler. Yürüyeceğimiz yol, Türkiye’nin yoludur. O yoldan başka da yol yok. Bunu mutlaka kulağınıza küpe yapınız.