Tufan Erhürman’ın seçildiği Cumhurbaşkanlığı, kamuoyunun iktidara olan tepkileri nedeniyle gerçekleşmişti. Bu bilinen bir gerçek. CTP’nin oyları Erhürman’ın seçilmesine yeterli değildi. Lakin Tufan hocanın verdiği mesajlar, halkta ona karşı olan sempati, ağzının etkili laflar yapması, pahalılık ve iktidar içindeki olumsuzluklar, onu altıncı Cumhurbaşkanı yapmıştır.

Tufan Erhürman’ın şaHsına ve akademik kariyerine son derece saygımız var. Özellikle seçildikten sonra herkesi kucaklayıcı beyanatlar vermesi, sanırım onu başarıya görürecektir.

Erhürman seçildikten sonra ilk ziyaretini Ankara’ya yapmak istiyor. Lakin TC Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hala ona randevu vermemiş.

Düşünüyorum... Acaba geçmişte Erhürman ve arkadaşlarının, Erdoğan’ın KKTC Meclisi’ne gelişinde ısbat-ı vücut etmemelerinden mi kaynaklanıyor? Veya Erdoğan’la Tatar’ın iki devlet modeline Erhürman’ın federasyon tezi...

Erdoğan az mı bar bar bağırdı mikrofonlarda, “Federasyon defteri kapanmıştır” diye.

Demokrasinin bir gerçeğidir, Erhürman’ın seçilmesi. Yani söylenmiş olan zıt fikirler, görüşmeyi engellememelidir. Ben de iki devletli çözümü destekleyen bir yazar olarak bu son duruma bir çare bulunması gerekir, diye düşünüyorum.

Bilemiyorum... Acaba Erhürman da Türkiye’ye giriş yasaklılarından mıydı? Öyle olsa bile şimdi durum değişti.

Sanırım Erdoğan bir büyüklük gösterip o randevuyu verecektir. Ama ne zaman?

Bence olası ilk buluşmada Cumhurbaşkanı Erdoğan, Erhürman’a şöyle diyecek, kendi düşüncelerimle:

“Sayın Erhürman, Cumhurbaşkanlı makamına seçilmeniz nedeniyle sizi yeniden kutluyorum. Kıbrıs konusunda benim fikirlerim ve hedefim bellidir. Buna siz de tanık oldunuz. Rumların uzlaşmazlığı ortada. Kıbrıs Türkü’nün sağlam bir geleceğe sahip olması için defaten BM Güvenlik Konseyi’nde KKTC’nin tanınması için çağrı yapmışımdır. Gerek iki devletli veya KKTC’nin tanınması argümanım bakidir ve büyük bir kararlılıkla bunları savundum ve savunmaya devam edeceğim. KKTC’nin Türk Devletleri Konseyi’nde gözlemci üye olarak bulunması ve iki devletli çözümün sonuç bildirgesine konması boşuna değildir. Şu anda geldiğimiz bu uzun yolda, Kıbrıs Türkü’nü kurtaracak formüllerdir. 60 küsur yıldan beri yapılan görüşmeler bir sonuç vermemiştir. Biz Türkiye olarak Kıbrıs Türkü’nün garantörüyüz. Kıbrıs Türkleri gerçek özgürlüklerine ve topraklarına ancak o zaman, yani onbir yıllık getto hayatından sonra kavuşmuştur. Şimdi sizi dinliyorum.”

Bunları kendi düşüncelarımle aktarıyorum yazıma. Doğru değil mi?

Erdoğan’ın olası diyecekleri bunlardır bence. Rumların niyeti, yeniden eskiye dönüş ve adayı yeniden birleştirmektir. Hatta adadaki Türk askerini geri göndermektir. Bir yerde, Türkleri kendilerine yama yapmak istiyorlar. Bu kadar basit bir ifade ile, Rumlarla yeni bir gelecek kurmamız mümkün değildir.

Dolayısı ile Rumlar, Türklerin egemenliğini mutlaka tanımak zorundadırlar. Kıbrıs sorunu ancak bu şekilde çözümlenebilir.

Yarın olası görüşmelerde önümüze gelecek olan, görüşmelerin Grant Montana’da kaldığı yerden devam etmesi olacak. Halbuki Grant Montana’da masayı deviren taraf, Hristodulidis ve zamanın görüşmecisi Rum Başkan Anastasiadis’ti.

Erhürman’ın bütün seçim boyunca kullandığı “Beş yıl boşuna geçti” ifadesi, gerçekleri yansıtmıyor. Siyaset yüz suratlı bir adama benzer. Hergün yüzü değişir. Rumların suratı da her gün değişen o adam gibidir, her gün değişiyor.

Diyelim ki Grant Mondana’da görüşmelere başlandı. O toprantıdan da bir sonuç çıkmayacak, Rumların kaypaklığı ve olumsuzlukları yüzünden.

Geçmiş zamanları düşünüyorum... Londra ve Zürih Anlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuştu. O kuruluş da bir çeşit federasyondu. Ama yürümedi. Rumlar silah zoru ile Türkleri Kıbrıs Cumhuriyetinden atmışlar ve bütün haklarını gasbetmişlerdi.

Ondan ööte gerçek çözüm isteyen Türkler, referandumda Annan Planı’na evet demişler, Rumlarsa o planı reddetmişlerdir.

O zaman soruyorum!

Yeniden eski acıları ve kaybolan zamanları neden yeniden yaşayalım? Kaybolan yıllarımızı, giden canlarımızı bize kim geri verecek? Rumlar bunları bize verebilecekler mi?

Sağ olsun Anavatan sayesinde hayata tutunabildik. Eskiye dönüşün mümkün olmadığını bilen Türkiye, KKTC’ye devasa proje ve yatırımlarla bize mutluluk vermiş, ekonomik kalkınmamıza destek olmuş ve hala olmaktadır.

Sadece asrın projesi olan deniz altından KKTC topraklarına su akıtılması başlı başıne bir başarı ve olaydır. Yarın de elektriğimiz gelecek inşallah. Ve bir gün gelecek, Rumlar da o sudan yararlanacaklardır. Ve dahaları...

Yeniden Sosyal Konut Projesi’nin hayata geçirilmesi de aynı hedefin bir parçasıdır.

Viyana’da imzalan Nüfus Mübadele Anlaşması, Rumları bağlamaktadır. Türkler bütün mallarını ve anılarını arkada bırakarak kuzeye geçmişler ve geçmişe sünger çekmişlerdir. Kuzeydeki Rumlarını Türklerin kullanması, güneydeki Türk mallarını da Rumların kullanması Nüfus Mübadele Anlaşmasının bir yansımasıdır.

Aylardan beri yatırımcılarımızı tutklayarak yargılıyorlar. Bundan başka emlak işleri ile uğraşanları da tutukluyorlar. Şayet maksat Rum mallarını kullananları suçlamaksa, o zaman kuzeye geçen ve Rum mallarını kullanan bütün Türkler tutuklanmalıdır. Bu nasıl bir mantık? Bizim de kuzeye geçen bütün Rumları tutuklamamız kaçınılmaz olacaktır. Nitekim, Türkler de kendi davaları için bazı Rumları tutukluyorlar.

Ne olacak bu işin sonu?

İşte bütün gerçekler burada.

O nedenle soruyorum... Tufan Erhürman akan suyun sesine kulak vererek TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çizgisine gelecek mi? Önümüzdeki günlerde bunu göreceğiz.