Yıllardan beridir; Eylül ayı geldi mi Hem Türk, hem de Rum tarafının siyasi temsilcileri New York’un yolunu tutar…
Kıbrıslı Rum lider, “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına, “devlet başkanı” olarak orada resmi temaslar yaparken, bizim taraftan oraya giden heyet ise, koridorlarda başka ülkelerin temsilcileri ile görüşmeye çalışır…
Bu görüşmeleri, genellikle TC Dışişleri “ayarlar”…
Türkiye’yi “kıramayan” birkaç Afrika ülkesi, Kıbrıs’tan giden heyet üyeleri ile görüştüğü zaman; bu, büyük bir “diplomatik başarı” olarak topluma sunulur…
Hele; Taliban kılıklı birileri, ortaya konulan yuvarlak sehpaya KKTC bayracığının konmasına razı olmuşsa, bu fotoğraf; yeni bir “Malazgirt zaferi” kazanılmış muamelesi görür ve medyaya “Türkün Türk’e propagandası” olarak servis edilir…
AKP’nin dış politikada sergilediği ve kendisini dünyada yalnızlaştıran “kavgacı” siyaset yüzünden, KKTC makamları artık New York’ta, el sıkışacakları, yan yana oturup fotoğraf çektirecekleri bir tek “ülke temsilcisi” bile bulamamaktadır…
Bu yıl ise; New York ziyareti, hem TC hem de KKTC bakımından tam bir “fiyasko” olmuştur…
TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen Eylül’de aynı BM Genel Kurulu’nda “Kıbrıs’ta çözüm” konusunda çok daha dikkatli bir konuşma yapmışken, bu yıl apaçık biçimde “ayrılıkçı” bir terminoloji kullanmış, daha da şahin bir çizgi izlemiştir.
Bu yıl; Anastasiades ile Tatar’ın “Havanda su dövmek” için New York’a kadar gitmeleri gerekmiyordu…
Erhürman’ın da dediği gibi burada yeterli su ve havan vardı…
Buna karşın; bu yıl bu gereksiz New York “seyahati”ne, Türk tarafı bambaşka bir anlam yükledi…
Özellikle Ersin Tatar’la ilgili haberlerde; sanki oraya ilk kez ve resmi davetle gidiliyormuş gibi ciddi manipülasyonlar yapıldı.
New York temasları ve destek bulması mümkün olmayan şahin “tez”ler, Türk kamuoyuna “bir başarı” gibi sunuldu.
TRT, BRT, Anadolu Ajansı ve TC’nin havuz medyası, dünyada bir tek ülkenin bile “sempati” duyduğunu açıklamadığı “iki egemen devlet” tezini allayıp pullayarak Türk insanını “ahmak” yerine koydular.
Örneğin Tatar; “New York’ta egemenlik savaşı veriyoruz” gibi hoyratça ve hamaset içeren ifadeler kullandı…
Sözcüsü çekinmeden “Yapıcı teklifler”den, “iyi niyetimizden” söz etti…
“Ayrılıkçılığı” savunurken, “New York’a çok pozitif bir niyetle geldik” diyebildi…
Yani; yalan haber, yanlış haber, sunuyorlar. Bilgi kirliliği yaratıyorlar. Tezleri destekleniyor algısını yaymaya çalışıyorlar…
Oysa; yalın gerçek şu; ne Türkiye, ne Rum tarafı, ne de Sayın Tatar’ın kendisi Kıbrıs’ta bir çözüm istiyor… Hep beraber havanda su dövüyorlar…
Bunu yaparken de “ilhak”ın taşlarını örüyorlar…
Tüm bunlar ise “Pandemi” sayesinde gerçekleşiyor… “Olağanüstü” koşullar normalleşiyor, hukuk bir kenara itiliyor, meclis çalışmıyor, toplum siniyor… Evlere kapandıkça, pasifizm yaygınlaştıkça siyasal iktidarın şirretliği azıyor…
İşte tam da böyle bir ortamda; siyasal muhalefeti sokakta ararken, yüreklere su serpen bir başka “sokak eylemi”ne şahit olduk…
Bir avuç tiyatro sanatçısı kelleyi koltuğa alarak; “Birşey yapmalıyız… Sanatçı sorumluluğumuz bunu gerektirir” diyerek sokağa fırladı…
Tiyatromuzun duayenlerinden Yaşar Ersoy yönetiminde “ceberrut idare”ye karşı bayrak açan “sokak tiyatrosu” adım adım ülkeyi dolaşarak açık alanlarda halka buluşuyor…
Siyasal muhalefetin, sivil toplumun yapamadığını yapıyor…
Üstelik bunu, sanatsallığı tartışılmaz bir kıvamda yapıyorlar… Tiyatroyu halkın içine sokarak adeta “aç gözünü” diyorlar, yüksek tonlu ajitasyonla muhalif propaganda yapıyorlar…
Açık havada sergilenen oyunu binlerce kişi izliyor… Bazı belediyelere telefon açılarak “bunlara destek olmayın” dense de, bazı oyun tarihleri iptal edilse de kervan yürüyor…
Alkışlar ve kahkahalarla seyircilerle birlikte başlara geçirilen huniler eşliğinde “Delirdik… Tüm toplumu deli ettiniz” diye haykırıyorlar…
Kıbrıs’ın kuzeyindeki günlük yaşamda pandemi ile artan yakıcı sorunlarımızdan yola çıkarak,
neo-liberal kapitalist sistemden girip, Kıbrıs’ın yakın tarihinden çıkıyorlar…
Cesurca sorumluları işaret etmekten çekinmiyorlar… Sorunların “ana”sına kadar giriyor, “Uzun Reis”e kadar uzanıyorlar…
Üstelik tüm bunları “sanatsal kaygı”yı dışlamayarak yapıyorlar…
Sokak sahnesinde tiyatromuzun iki “çınar”ı Yaşar Ersoy ile Erol Refikoğlu aslında topluma müthiş bir “mesaj” veriyor…
Yaşar’ın oğlu Umut, Erol’un oğlu Barış ile kızı Özgür, aynı sahneyi paylaşıyor… Yerli tiyatromuzun yıldız isimlerinden biri olan Döndü Özata ise ekibe büyük bir enerji katıyor…
“Geleceğimiz, çocuklarımız, torunlarımız ne olacak?” sorusu ve kaygısı, bu protest “ekibin” isyankâr ruhu sayesinde kentlerin, köylerin sokaklarına yayılıyor ve Barış ile Umut’un gitar müzikleri ile “delirdiğimiz” tüm dünyaya ilan ediliyor…
Aslında bu günlerde toplumsal muhalefet sokağa çıkmalıydı. Ama o, ortalarda yok… Sokak muhalefetini beklerken sokak tiyatrosu, onların yerini aldı. Bakalım, daha neler, ne delilikler göreceğiz…