20 Temmuz’larda, genellikle “ortaya karışık” bir menü hazırlanır Ankara’da ve Lefkoşa’da servis edilir…
Ana menüde “hamaset” her zaman en büyük yeri kaplar…
Ancak, bunun “karın doyurmadığı” aşikâr…
Bu yüzden AKP, bazı “altyapı” yatırımlarının temelini atmayı, ya da açılışını yapmayı bu tarihe denk getirmeye dikkat eder…
Savaş çığırtkanlığı, yabancı düşmanlığı, dünyaya meydan okumalar, tanklar, toplar, törenler, şehitler, nutuklar arasında “ekonomik” değeri olan işler de “vitrin”de yer alır…
Bu yıl öyle olmadı…
Yıllardır reklamı yapılan “Lefkoşa’ya 500 yataklı hastane”nin temeli atılamadı…
Ercan Havaalanı’nın açılması bekleniyordu… Yeni terminali bitirilemedi…
Birçok yolun açılışı vardı gündemde… Hiçbirisi yetiştirilemedi…
Hepsinden önemlisi, kâğıt üstünde bütçesi ayrılan “Cumhurbaşkanlığı külliyesi”nin temeli atılacaktı…
En büyük iddia buydu…
Ondan da vazgeçildi… İyi ki vazgeçildi… Toplum, Türk Parası’nın yarattığı yüzde 120 enflasyonla, 90’lı yıllardan beri en büyük ekonomik krizi yaşarken, “Alın size hediye bir saray yapıyorum” demek, halkta büyük tepkilere yol açabilirdi…
Sayın Erdoğan, bunu “göze alamadı” ve bu yüzden bu yıl 20 Temmuz törenleri için Kıbrıs’a gelmekten vazgeçti.
Erdoğan’ın çift pasaportlu tescilli dalkavukları, aylar öncesinden, TC Cumhurbaşkanı’nın 20 Temmuz’da bize vereceği “müjde”lerin promosyonunu yapmaya başlamıştı ama sonunda yalancı çıktılar…
Sayın Çavuşoğlu ile Sayın Oktay, aylar öncesinden buralarda nabız yokladılar, bu “saray” projesinin hiç de kabul görmediğini, hele bugünlerde böyle bir girişimin ciddi olaylara, protestolara yol açabileceğini gözlemlediler…
Geçen yıl 20 Temmuz’da, Sayın Erdoğan, parlamentoda muhalefetin “protesto”su ile karşılaşmış, muhalefet vekilleri Erdoğan’ın konuşma yapacağı genel kurula katılmamıştı.
O zaman da Sayın Erdoğan 20 Temmuz öncesinde bir Cuma namazı çıkışında "Kuzey Kıbrıs'a, müjdesini orada parlamentoda vermek istiyorum, güzel bir adımımız var, ön çalışmalarını bitirdik" demişti.
Herkesi beklentiye sokmuştu…
İç politikada kullanmak üzere, gizemli bir “fırsat” planlandığı anlaşılıyordu…
İşin içine Sayın Bahçeli’yi de katmıştı…
Rivayet odur ki, Azerbaycan o gün büyük bir “jest” yapacaktı…
Ama başaramadılar… Aliyev’in uçağı havada iken rotasını değiştirip Kıbrıs’a gelmekten vaz geçmiş…
Yani; gene kıl payı bizi birileri “tanıyacaktı” ama iş direkten döndü…
Kaybeden biz değildik tabii…
Erdoğan ile Bahçeli’ydi…
İç politikada kullanacakları dev bir “fırsat” ellerinden kayıp gitmişti…
Bu yıl da aynısı olsun istemediler… Üstelik “külliye” nedeniyle Gezi olaylarına benzer “yüksek tansiyonlu” bir direnişin kokuları yayılmaktaydı…
Bu yüzden 20 Temmuz, Bay Ersin Tatar’ın tarihsel yanlışlarla dolu konuşmaları dışında, oldukça “sakin” geçti…
Ancak kutlamalarda, bir kez daha geleneksel “ikiyüzlülük” tekrarlandı…
Lefkoşa’nın en güzel yeşil alanlarından biri içine yapılan Rauf Denktaş anıt mezarının “yarıbuçuk” mekânında, kırlangıçlar gibi dizilip ona övgüler dizen Kıbrıslı ve Türkiyeli siyasetçilerin sergilediği bu “ikiyüzlülük” tam bir utanç tablosu gibiydi…
Ben, rahmetli Rauf Denktaş ile hiçbir siyasi konuda “aynı” çizgide olmadım…
Hatta karşılıklı çok gergin tartışmalarımız, mahkemelik konularımız oldu…
Ama Kıbrıslı Türkler’in, bir tarihsel kişiliği böylesine “nankör” biçimde terk etmelerini, mezarını bitirememelerini kabullenemiyorum…
Bu konuyu her anımsattığımda, “Denktaş’ın gailesi seni mi tuttu?” diyenler bana özel mesaj gönderiyor…
Umurumda bile değil…
Bu “anıt mezar”ın, bu güzelim park içine yapılmasını, zamanında doğru bulmamıştım… Bu parkın, başka yapılaşmalar için peşkeş çekilmesi söz konusu olduğunda da karşıt “eylem”ler içinde yer aldım…
Rauf Bey’in mezarının bitirilmemesi, başta Sayın Ersin Tatar’ın ve yandaşlarının “Erdoğan korkusu”ndan kaynaklanmaktadır…
Ne yazıktır ki acı gerçeğimiz budur…
İstanbul Belediye Başkanı İmamoğlu, Lefkoşa Belediyesi ile birlikte bu anıt mezarı ve çevresini harika bir mekâna dönüştürebilirdi…
Projeler hazırlandı. Bir ay içinde park alanı Lefkoşalı’nın nefes alabileceği, çağdaş bir yeşil alana dönüşecekti…
Ancak Ankara tayinli hükümetler, ceplerinden bir tek kuruş harcamadan başkente kazandırılabilecek böylesine yeşil bir projeyi onaylamadı…
Korktular… Denktaş’ı sevmeyen ve nefretini sürgit edenlere yenildiler…
Şimdilerde anıt mezar ve çevresi, bir terk edilmişlik görünüşü içinde öylece duruyor…
Bodrumunu sular basmakta, bu iğrenç görüntünün önünde, siyasetçiler nutuk atmaktadır… Denktaş’ı itibarsızlaştırmak isteyenlere “boyun” eğen yerel “kayyum”lar, Kıbrıslı Türkleri, ne yazıktır ki; iş bilmez, iş yapamaz, en kötüsü “nankör” durumuna düşürdüler.
Demek ki neymiş? “Eşit ve egemen” diye nutuk atmakla olmuyormuş…
Başkasına “biat” ederek, ondan korkarak, gözlerini kapamakla, kör olmakla da “utanç” gizlenemiyormuş…