Geçen hafta iç siyasetimiz yeniden karıştı…
Başbakan Faiz Sucuoğlu, iki küçük ortağı ile birlikte 3. hükümetini kurmuş, bir öncekinin programını kopyalayarak Meclis’te okumuş, kimse söz alma gereğini bile duymamıştı…
Sıra, “güven oylamasına” gelmişti…
Cumartesi sabahı saat 10.00’da Meclis toplanacak, güven oylaması yapılacaktı…
Gazetecilerimizden biri, bu iki küçük particiğin başkanlarının aniden TC Lefkoşa Büyükelçiliği’ne gittiklerini görmüştü…
“Bakın görün, kıyamet kopacak, yeni müdahale var” diyordu…
Bir başka gazeteci (Cenk Mutluyakalı) “100 gün eylem planı”nı ortaya çıkardı…
“Koalisyon protokolü”ne imza atan, arkasından hükümet programını UBP ile birlikte hazırlayan (hem de arka arkaya iki tane) ve Meclis’e sunan bu iki küçük ortak, Sucuoğlu’ndan 100 günde yapılmasını şart koştukları bir dizi yeni talepte bulunuyordu…
Bunca öneri, reform ve akıl almaz uygulamanın, 100 günde yapılacağına ilişkin bir başka “protokol” daha imzalanmazsa, bu iki küçük particik “güvenoyu” vermeyecekti…
İyi de; bu iki particiğin aklına tüm bunlar neden “son anda” gelmişti…
Neden Başbakan, “Sabah işler yolundaydı, ne olduysa öğleden sonra oldu” diyordu?
Bazı gazetelerimiz, 100 günlük “eylem planı”nın, bizzat TC Lefkoşa Büyükelçisi tarafından bu iki particiğin başkanlarına verildiğini yazmaktaydı…
Sayın Büyükelçi’nin “iç politika”ya fazlaca bulaştığı, “Büyükelçi” gibi davranmadığı, özellikle UBP’li vekiller üzerinde ciddi “baskı” uyguladığı herkesçe biliniyordu…
Gene de bu kadarı; çok ama çok fazlaydı…
Ne yazıktır ki, Sayın Büyükelçi’nin, ülkesinin sözümona “tanıdığı” bir “devlet”te “diplomatik” misyon yerine “siyasi misyon” üstlenmesi, burada her oluşuma “ayar” vermeye çalışması, son zamanlarda daha “görünür” olmaya başladı…
Gazeteci Rasıh Reşat, ansızın “Dış Basın Birliği” başkanlığından ve üyeliğinden istifa ederken, Bay Ersin Tatar’ı ve Sayın Büyükelçi’nin “baskılarını” işaret etti…
Bir süre önce “sanal bet” mahkumu Bulut Akacan, babasının kurşunlanması olayının arkasından yayımladığı videoda, bizzat Sayın Büyükelçi’yi zan altında bırakacak “korkunç” ifadeler ve suçlamalarda bulundu.
Bu “video”da söylenenlerin üzeri örtüldü, bunca iddia, halı altına süpürüldü…
Yani Sayın Büyükelçi, yalnızca “siyaset”te aktif değildi, toplumsal yaşamın başka alanlarına da “elçilik” ediyordu…
Tabii; Başbakan Sucuoğlu, 5 günlük hükümetinin tam da güven oylamasına giderken, aniden ortaya çıkan bu yeni “protokol imzalanması” dayatmasının “niyet”ini anlamıştı…
Oturdu, küçük ortaklarla görüştü, talep etikleri protokole ilaveler bile yaptı, ama imzalamasına bu kez partisi karşı çıktı…
“İki küçük particiğin maskarası olamayız” dediler…
Aslında, hem UBP, hem bu iki küçük particik, kimin ve neyin “maskarası” olduklarını çok iyi biliyorlardı…
Ama siyasi kültürlerinde “ana”ya sonsuza kadar biat etmek vardı ve farklı davranmaları “kendilerini inkâr etmek” anlamına geliyordu…
Sucuoğlu’nun da, asıl “sıkıntısı” buradaydı…
UBP kurultayını tam kazanacağı sırada, adaylıktan çektirilmişti…
“Gık”ı çıkmadı… Ankara’da AKP çevrelerinde yaptığı onca ziyaretten sonra “icazet” aldığını sanıyordu…
Hükümet kurarken de bu “icazet”i verenlere kanmıştı… Çünkü kendisinin “siyasi” bakımdan AKP’den ayrısı gayrısı yoktu…
Ankara’ya “biat” etmek konusunda da “gönüllü”ydü…
Ancak; AKP’nin “eski defterleri” hep masada tuttuğunu, “adam adama” çalıştığını, isim bazında tercihleri olduğunu, tam bir “sadakat” istediğini hesap edemiyordu…
Çavuşoğlu’nun “abi” dediği adamı kabine dışında bıraktı… AKP’de, ortak ticaret yaptığı etkili “abi”leri bulunan adamı kabineden atmak istedi… Akıncı’nın eşi Meral Akıncı ile “cinsiyet eşitliği” üzerine protokol imzalayan ve birlikte fotoğrafları yayımlanan adamı kabineye aldı…
Eh! Bunca “kabahat”tan sonra, AKP’deki “odaklar” boş durur mu?
Kıbrıs’taki “iç siyaset”i hallaç pamuğu gibi savurdular…
Bunu yaparken de, burada bir “devlet” var, demediler…
“Anayasa” var demediler… Meclis var demediler…
Tatar’a, bu ülkenin “anayasa”sını defalarca deldirdiler…
Hükümet içinde yer alan bakana, kendi hükümetine “güven oyu vermeyeceğini” söylettiler.
Ankara’da “dizayn” edilen “senaryo” tamı tamına uygulandı ve Sucuoğlu sonunda istifa ettirildi…
Ana muhalefetimiz “erken genel seçim”den başka çare önermiyor…
Üstelik “anayasa”ya göre, Meclis’in “yerel seçim” tarihini (Haziran ayı olarak) belirleyecek yasa yapması gerekiyor ama o da yapılamıyor…
Yüksek Seçim Kurulu Başkanı, Meclis, “anayasa” gereği yerel seçim tarihini saptamazken ve 3 ay önce erken seçime gidilmişken, yeniden erken seçim yapılmasını “kabus ötesi” bir durum olarak sayıyor…
Bu “içinden çıkılmaz” kaos ortamının yaratıcısı, elbette “hoyrat”ça ardı ardına “darbe”ler yapan AKP’dir…
Buradaki “fiili ilhak” durumunu güçlendiriyor, Anayasa’yı ezip geçiyor, buradaki “devlet”i ve politikacıları değersizleştiriyor…
Tüm bunlar, “Başkanlık sistemi”nin taşlarını ördüğüne ilişkin kuşkuları her geçen gün artırıyor…
Peki “Altılı”nın; AKP’nin bu “otoriter” demokrasi dışı davranışlarına diyeceği bir tek “sözcük” yok mu?
“Milli dava” dedikleri; burada, bir baskı ve ilhak rejiminin kurulmasına seyirci kalmak mı?