Lefkoşa – Güzelyurt Anayolu üzerinde önceki akşam meydana gelen trafik kazasında, hepimize ders olması gereken çok önemli bir detay vardı.
Bu detay, bir kez daha gösterdi ki trafikte en küçük ihmal bile telafisi mümkün olmayan sonuçlara yol açabiliyor.
Lütfen trafik kurallarına uyalım.
Emniyet kemerini mutlaka ve doğru şekilde takalım.
(Deniz Gürgöze)
Guterres “hadi güven artırıcı önlemler yapın, ne kadar birlikte çalışabildiğinizi görelim” dediğinde masaya iki de çevre başlığı konmuştu.. Ara bölgede solar enerji santrali ve mikroplastik. Solar proje alkış aldı, mikroplastiğe ise siyasilerimiz ve bazı kanaat önderlerimiz burun kıvırdı. “Daha büyük meseleler varken…” dendi. Oysa tam mesele de bu: Biz hayati olanı hep küçük sanan bir siyaset kültürüyle yönetiliyoruz.
Arkadaşlar, kuzeydeki sahillerin önemli bir kısmı mikroplastik yoğunluğu açısından dünyanın en kirli bölgeleri arasında. Bu, romantik bir çevre tartışması değil; doğrudan halk sağlığı meselesi. Attığımız her plastik şişe, her naylon poşet, sellerle denize taşınıyor, dalgalarla parçalanıyor ve sonunda balığın, tuzun, hatta bedenimizin içine giriyor. Bu kriz ayrıca aynı anda yerel, bölgesel ve küresel. Yereldir; çünkü çöpleri hunharca biz atıyoruz. Bölgeseldir; çünkü Kıbrıs’ın özellikle kuzey kıyıları Doğu Akdeniz’in ve Ortadoğu’nun çöp akıntılarının doğal toplama alanı haline gelmiş durumda. Küreseldir; çünkü iklim değişikliği plastiklerin mikro hale parçalanma hızını daha da artırıyor. Yani karşımızda sadece “bizim sahilimizin” değil, çok katmanlı bir felaket var.
Buna rağmen siyasi partilerin çevre politikaları hâlâ broşür süsü düzeyinde. Atık yönetimi yok, plastikle mücadele yok, caydırıcı denetim yok. “Temizlik etkinliği” ile çevre kurtardığımızı sanıyoruz (ki bu tip gönüllü etkinlikler de çok önemli tabii). Oysa mesele pisliği toplamak değil, pisliği üretmemek.
Mikroplastik gibi sınır tanımayan bir felaket karşısında bile iki toplum birlikte hareket edemiyorsa, hangi güven ortamından söz ediyoruz? Plastik kontrol noktalarında durmuyor. Balık milliyet bilmiyor. Deniz pasaport sormuyor.
(Mete Hatay)
Bu Ɓüyükkonuk vallahi değere bindi. Taşı toprağı altın gibi. Biri bırakır diğeri alır taki taşı yıkmak için.
Ha bir de burası eko köy ya. Ben balkondan oralara bakarken hiç de eko köy görmem.
Tek yapılması gereken bölge halkının artık taşına toprağına tepesine dağına sahip çıkması.
(Hüseyin Cumaoğlu)
“İrtikâp” Arapçadan kalma bir sözcük!
"Başbakanlık Müsteşarı” ile ilgili Mali Polis tarafından yürütülen soruşturmada okudum. Suçlamalardan biriydi.
Üç anlamı var:
Kötülük etme…
Yiyicilik…
Yalan ve hile!
Bir sözcükle “hükümet” denen dayatma ortaklık anlatılıyor.
Bir sözcükle özetleniyor “kktc” düzeni…
Bir sözcük, hepimizi yöneten zihniyetin röntgenini çekiyor.
Tek bir kelime ada yarısının içine sıkıştırıldığı ortaklığı tarif edilebiliyorsa, mesele dilbilgisi değildir artık; mesele düzenin sözlüğüdür.
(Cenk Mutluyakalı)



