Sapla saman karışmasın... Gazeteci, sorar, cevap alır, aktarır... İfade özgürlüğü kapsamında görüşlerini de açıklamaktan çekinmez...
Basın kartı vardır, devlet bu kartı tanır, bu kart üst kimliğidir... Boşuna değildir...
Haber yaptı diye, görüşünü söyledi diye... Hele hele röportaj yaptı diye, karanlık odakların hedefi olması mı gerekir? Velev ki, oldu... Devlet ne yapar? Ne işe yarar?
Hakaret mi var? Verirsin mahkemeye, mahkeme kararını verir...
Haber yazdı diye... Köşe yazısı yazdı diye... Röportaj yaptı diye...
Gazeteciliği suç haline getiremezsiniz...
Ki sökmez bu topraklarda...
Devlet korumazsa; halk korur...
(Hüseyin Ekmekçi)
Bir sözün hakaret olup olmadığını, sanırım onun hakikatle kurduğu ilişki belirler.
Bir hırsıza “hırsız” derseniz, kimse itiraz etmez.
Diyelim ki adam yalaka…
Tam bir dalkavuk…
Kendi fikri de yok aslında, kendi duruşu da…
Ne diyeceksiniz?
Bir sözün hakaret mi, gerçek mi olduğu; gerçeğe ne kadar yaslandığıyla anlaşılır.
Mizahın, hicvin, öfkenin şiirle birleştiği noktada duruyor Can Yücel.
Bir duruşmada, hâkimin karşısında, gözlerini kocaman açarak şöyle diyor: “Bizim köyde göte göt derler!”
(Cenk Mutluyakalı)
Sonunda Güney Asya da bir kıvılcımla alev aldı!!!
Hindistan, Pakistan’ı vurdu! Pakistan misillemesi yolda!!! Bir savaş daha resmen başladı...
İki nükleer gücün savaşı karanlık bir kıyamet senaryosunun tam da başlangıcı...
(Gizem Özgeç)
Gün gelir sığındığınız o dokunulmazlık zırhı kalkar, koltuk altınızdan alınır, kayar.
Güvendiğiniz dağlara kar yağar; sırtınızı dayadığınız abileriniz arkanızdan çekilir.
Saltanatlar biter, padişahlar devrilir, sizi o koltuklara oturtanlar da elbet bir gün gider!
MECLİS ZANLILARI SAKLAMA YERİ DEĞİLDİR!
(Aral Moral)