TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, geçen yılki 20 Temmuz törenlerinde bize ne demişti?
“Kıbrıs Türkü’nün geleceğe umutla bakması, güven ve huzur içinde yaşaması bizim için her şeyden önemlidir.”
Geleceğe umutla bakmak…
Gençlerimiz, artık öğrenim gördükleri ülkelere yerleşiyor… Anne babalar, onlara “geri dönün” demeye bile cesaret edemiyor…
Güven…
Bu topraklarda kime güveneceksiniz?
Sivil yönetime mi? Polis gücü üzerinde, zerre zırnık yetkisi bulunmayan, Ankara ne derse “gık”ı çıkmadan yapan, biat tutsağı siyasetçilere mi?
Üniformalı “devlet” kurumlarına mı? Suç örgütlerinin fink attığı, sınırlarının delik deşik edildiği bu topraklarda halka “güven” veren birileri kaldı mı?
Hele huzur...
Kalaşnikofların güpegündüz kurşun yağdırdığı bir ülkede, yurttaşlar, turistler, dünyanın onlarca ülkesinden, ta Afrika’dan buraya okumaya gelen öğrenciler, huzur içinde yaşayabilir mi?
Sayın Erdoğan’ın, bu “her şeyden önemli” dediği; umut, güven ve huzur, kendi rejimi döneminde buraları terk etti. Oysa; bu topraklarla ilgili “söz sahipliği”ne CB seçimlerinden beri fiilen el koyanların başında bizzat kendisi geliyor… İki dudağı arasından çıkacak her söz, buranın yerel siyasetini alt üst etmeye yetiyor…
Ama yine de olmuyor… Bize vaat ettiği güven ve huzur her geçen gün korkuya, endişeye, umutsuzluğa dönüşüyor…
Peki, Ersin Tatar ne demişti?
-KKTC dünyada “marka” olacak, demişti…
Gerçekten de oldu… Göstere göstere bu hedefe varıldı…
Suç adası, kokain adası, Susuzluk adası, sanal bahis adası, kriminal ada, kirli devlet, baronlar adası, sorma gir adası, kokain transfer merkezi, kara para yıkama hamamı, mafya hesaplaşmaları cenneti…
Bu isimleri ben takmadım… Türkiye’nin anlı şanlı, aklı başında köşe yazarlarının ifadeleri bunlar… Çok daha kötü ve iğrenç “isimler” taktılar bize… Listeyi kısa tutmak için onları yazmadım…
Müstahakkımız mı?
Elbette… Hem de fazlasıyla…
Kıbrıs’ın kuzeyinde “temiz” bir idare yaratmayı, nüfus azlığının avantajı ile bu savaş artığı beleş, “ganimet” toprakları “vatan” yapmayı başaramadık…
Ne sivil idare, ne asker, ne devletin kurumları… Ne yasama, ne yargı, ne yürütme…
Topunun birden katkıları vardır bu gelinen “dibe vurma”da…
Türkiye’nin legal ve illegal “güç odakları” buralarda egemenlik kurarken, yerel siyasetçi sustu, gözlerini yumdu, yapılanları içine sindirdi, hatta bundan nemalanmaya çalıştı…
Ve ne mi oldu?
AKP’nin KKTC ile ilişkilerinde benimsediği prensip aynen uygulandı…
Ne demişti Binali Yıldırım, ta 2016’larda?
“Türkiye’de ne varsa KKTC’de de aynısı olacak…”
Gerçekten de oluyor… Hem de fazlasıyla…
“Koruma” diye bir meslek yoktu meselâ…
Zamanla koruma ordusu ile gezen baronlarımız oldu…
Bizim Kalaşnikofumuz yoktu meselâ… Şimdi var…
“Çapraz ateş”imiz yoktu… O da oldu…
Sıkmak… Çökmek yoktu… Onlar da oldu…
Ancak, orayı “tam benzetemedik” diye hayıflananlar da var…
“Adana’nın bile mafyası var ama onların yerel mafyası yok” diyenler oldu…
Sonunda, “anavatan-yavruvatan” sözcüklerini dillerinden düşürmeyenler; vatan, bayrak diyenler, “egemen eşit devlet” rüyası görenler, böyle bir “devlet”i tüm dünyanın tanıyacağını sananlar, Kıbrıs’ın kuzeyini; yapa yapa, uyuşturucu ile, mafya hesaplaşmaları ile, kara para aklamakla anılacak bir “toprak parçası” yapmayı başardılar…
Çatalköy’de sıkılan kurşunlar aslında Kıbrıs’ın kuzeyinin neden ve niçin “uluslararası hukuk” dışında tutulmak istendiğini apaçık biçimde ispatladı…
“Egemen eşit iki devlet” diyenlerin asıl ve gerçek amacı, çözümsüzlüğün sürdürülmesi ve Kıbrıs’ın kuzeyinin dünyanın denetimi dışında, neredeyse “korsan” bir toprak parçası olarak tutulmasıdır…
Oysa, bu topraklara biçilen bu “statü” hem Türkiye’nin, hem de Kıbrıslı Türklerin aleyhinedir…
Kıbrıs; bir AB ülkesi ve toprağıdır… Ancak, çözüm olmadığı sürece kuzey tarafı, AB’nin ve uluslararası örgütlerin denetimi dışında tutulmaktadır…
Kıbrıs’ın kuzeyi, bir “vukuat beldesi” olarak, uluslararası alanda Türkiye’ye saplanacak bir hançer durumuna getirilmiştir.
Türkiye, gerçekten Kıbrıs’ın kuzeyinde huzur, güven ve umut istiyorsa, burasının süratle “arka bahçe” görünümünden kurtarılmasına katkı koymalıdır.
Çatalköy suikastı, Rum tarafının; Mağusa Limanı’nın ve Ercan Havaalanı’nın BM ve AB gözetiminde işletilmesi önerilerine dört elle sarılmamız gerektiğini bize dayatıyor…
Ancak Ersin Tatar, Başbakan Sucuoğlu ve UBP’li politikacılar, Falyalı’ya “güzellemelerde” bulunurken, yönettiklerini sandıkları bu toprak parçasının başına gelenleri görmezlikten geliyorlar.
Oysa şimdi tam da sırasıdır… 48 yılda yapamadığımızı “Güven artırıcı önlemler” çerçevesinde yapabiliriz. Türkiye, eski uyuşmazlıklarına bu dönemde “diyalog”la yaklaşırken, Mısır’la, Ermenistan’la, İsrail’le, Birleşik Arap Emirlikleri’yle “normalleşme” yolunda ilerlerken, neden Kıbrıs’ta da gerekli adımları atamıyor?
Burasını “uluslararası hukuk” içine yerleştirmek, “sormagir hanı” olmaktan çıkarmak, hem Türkiye’nin hem de Kıbrıslı Türkler’in yararınadır.