Kıbrıslı Türk’ün hikâyesi, göğe asılı bir avize gibi sallanıp duran özgürlük arayışıdır. Ne yere basar, ne göğe değer; askıda kalır. Elen çoğunluğun el koyduğu Kıbrıs Cumhuriyeti’nde “hukuken var” ama “fiilen yok” bir öznedir. Kurucu hakları bile askıdadır. Kuzeydeki de facto devlette ise “sözde egemen” ama fiilen Ankara’nın gölgesinde bir topluluktur.
İki arada bir derede kalmanın kitabı yazılsa, giriş cümlesi Kıbrıslı Türk olurdu. Bu askı, yalnızca bir siyasi statü meselesi değil; varoluşun da ta kendisidir. Çocuğun kimlik kartına yazılan isimle üniversitede aldığı diploma, marketteki alım gücüyle, kullanıp kullanmamakta tereddüt ettiği seçme hakkı, hepsi esasında bir çeşit askıdır. Victor Turner’ın liminal dediği eşik hâlindeyiz. Ne içeride, ne dışarıda; ne bağımsız, ne de bütünleşmiş. Bu eşik bazen bir umut kapısı gibi görünür, ama kapının kolu hep başkasının elindedir.
Ve biz hâlâ özgürlük kavgasını sürdürüyoruz. En azından öyle olduğunu söylüyoruz. Ama bu kavga artık eski romantizmini kaybetti. Barikatlarda haykırılan “self-determinasyon” sloganları, şimdi kahvede fısıldanan “Türkiye izin verirse” cümlesine dönüşmüş durumda. Öte yandan Özgürlük, yalnızca büyük çözümlerle değil, gündelik hayatta nefes alabilmekle de ilgilidir. Çünkü askıda olmak bir kader değil, bitmeyen bir gerilimdir. Ve bu gerilim bazen insanı diri tutar. Bazen küçük Emrah gibi durmadan ağlama moduna hapseder.
Şimdi önümüzde seçimler var. Sandıklar kurulacak, oy pusulaları dağıtılacak. Kimileri “oy versem ne değişecek” diyecek. Ama bence sandık askıdan yere inmenin küçük bir adımı olabilir. Bu seçim özgürlüğü getirmeyecek belki; ama özgürlük kavgasında sözünü söyleme imkânıdır. Bir nefes alma fırsatıdır. Askıda kalmanın tek panzehiri, kendi iradeni yok saymamak, küçücük de olsa müdahil olmaktır. Müdahaleye kalkışanlara karşı.
Bir de unutmayalım; Askıya alınmış halk, oy vermeyi reddettiğinde ipi tutanların keyfine kalır. Sandığa gitmek, askıya kafa tutmanın belki de en naif ama en sahici yollarından biridir.
(Mete Hatay)
Şimdi okullar açılıyor.
Çocuklar merakla kitaplarını kaplayacak. Olmazsa olmaz "etiket" yapıştıracaklar isimlerini sınıflarını numaralarını ve dersin ismini yazacaklar.
Ne tuhaftır secim surecine girdiğimiz bu donemde işe yaramaz ipe sapa gelmez tipler de etiketler kullanıyor.
Onlar da etiketlerini yağcılık yalakacılık yapmak için isimler yazıyorlar "bizden, bizden değil" değil diye sınıflama yapıyorlar abilerine.
Hala kendinizi bulamadınız. Siyaset konuşmaktır, düşünceleri paylaşmaktır, dost düşman ayırmamaktır, elini her insana uzatmaktır ikna etmek inandırmak sanatıdır.
Garagözlerin şebeklerin, icazetle kalkıp biatla oturanların etiketçik yazanların işi değildir.
Okullar açılırken aklıma düştü.
(Hüseyin Cumaoğlu)
Bizim devletimiz neden kendi haklarını yok sayanlara boyun eğiyor ve Avrupa birliğinin hatalarını biz kabul etmek zorunda kalıyoruz neden bu halkın haklarını savunmuyorsunuz neden haklarını savunan bir hukuk sistemi yok Türkiye ile neden bağlarımız sorunlu…
(Altar Yürün)
Kişilerin suçlu veya suçsuz olduğunun kararını mahkemeler verir. Bana göre sana göre diye bir şey yoktur. Yaptı ,aldı, verdi diye mahkeme dışında hic bir kurum açıklama yapamaz. Kurumlarda siyasilerin kuklası olamaz.1 Ay önce duruşu ile kahraman ilan edilen kişi de Rūşvetci olamaz. Olsa olsa komplo kurbanı olur.
(Serkan Özalan)