Ayaklı Gazete

Sosyal Medyanın Sesi

Abone Ol

SİLAHLANMA YARIŞI:

Silahsızlanma gündemden kalktı. Son dönemde silahlanma öyle bir hız kazandı ki, harcansın para ve teknolojik gelişmeler baş döndürücü.

Trump, NATO nün silahlanma harcamalarını iki misline çıkarmalarını istedi.

NATO, Rusya, Çin in harcaması 6 TRİLYON DOLARA YAKIN.

Bu para ile neler yapılmaz.

Şu an Rusya, Amerika’nın elinde her birinde 7000 nın üzerinde Nükleer füze var. Çinin biraz daha az.

K. Kore, Hindistan, Pakistan, UK, Fransa ve Almanya’nın elindeki füzelerde binleri bulur.

İsrail denetime KAPALI.

NEDEN SİLAHLANMA:

Her üretimin bir amacı var. Hiçbir üretim ambarda, stokta, hangarda çürüsün diye yapılmaz. Satılmak ve kullanılmak için yapılır.

Hele bu kadar yatırım ve harcama yapıldıktan sonra.

KULLANILMA ŞEKLİ:

Her üretim kullanılacağına göre bu silahlar nerde kullanılacak?

İNSANLIĞI TEHDİT ETME, ÖLDÜRME VE ONLARIN VARLIKLARINA SAHİP OLMA.

Ancak bu şekilde ekonomik döngü ve üretici karı sağlanabilir.

Bir taraf kaybedecek, diğeri kazanacak.

HESAP EDİLMEYEN NEDİR;

Savaşlar eskisi gibi değil. Şimdi kitleler imha edilir. Savaşı kazandınız, zapt ettiğiniz topraklar ve kaynaklar RADYOSYONLU, iş gücü ölmüş. Sizin oraya girmeniz riskli.

MAĞDURLAR:

Gazze'de olduğu gibi siviller, çocuklar, yaşlılar, hastalar,

SONUÇ:

İnsanoğlunun kendi ırkını yok etmesi. Bu kadar nükleer silah, birkaç DÜNYA YI yakar. Sadece dağ köylerinde, yacakda bucakta aileler kalabilir.

ÖNLENMESİ:

Sağduyu sahibi insanların, buna karşı örgütlenip, Devlet Yönetimlerinde söz sahibi olmaları

İnsanlığın, bir ÜST AKILA GEÇMESİ. Şimdiki durum akıllılık değildir.

İnsandan başka hiçbir canlı kendi ırkını yok etmek için İCAT yapmaz.

En hızlı önlem, bir yeni buluşla, füzeyi havada yön değiştirterek atıldığı noktaya düşürmek.

İsrail - İran a füze mi attı, o füze Suriye üstünde, ters yöne çevrilip TELAVİV e düşürülecek.

(Yücel Dolmacı)

Fidias ile Ersin Tatar arasında gerçekleşen söyleşi, ilk bakışta sıradışı bir fenomenle toplum lideri arasında geçen ilginç bir karşılaşma gibi görünebilir. Ancak bu buluşma, daha derin bir temsil krizine işaret eden birçok ipucunu da barındırıyor. Elbette söyleşide birçok konu ele alındı. Ancak ben bu paylaşımda yalnızca bir bölüme, Tatar’ın "dünyada bir milyon Kıbrıslı Türk var" ifadesine odaklanmak istiyorum. Çünkü bu tek cümle bile, Kıbrıslı Türk toplumunun kolektif bilinç yapısındaki derin bir sorunu gözler önüne seriyor.

Bu iddia, sadece abartılı bir rakam vermekten ibaret değil. Aynı zamanda Kıbrıslı Türk kimliğinin, sayısal azlığını inkar eden ve kendini gerçeklik yerine mitlerle meşrulaştırmaya çalışan bir yapıda kurulduğunu gösteriyor. İngiltere’deki son nüfus sayımında kendini Kıbrıslı Türk olarak tanımlayan kişi sayısı 35 bin civarındayken, Avustralya gibi diğer ülkelerdeki rakamlar da ortadayken böylesi atmasyon rakamlar bize bunu gösteriyor. Sayılara bir sıfır ekleyerek ‘büyüklük’ inşa etmeye çalışmak, aslında küçük bir topluluğun kendi küçüklüğüyle yüzleşemeyişinin dışavurumudur.

Dahası, bu tür mitolojik rakamlar sadece kimliğin psikolojik telafisine değil, aynı zamanda politik statükonun meşrulaştırılmasına da hizmet ediyor. Tatar’ın sözlerinde şu örtük mesaj okunabiliyor, “Bakmayın bizim adada azınlıkta gibi durduğumuza (özellikle kuzeyde geldiğimiz son kertede), aslında biz dünyaya dağılmış bir milyonluk bir halkız.” Böylece adadaki fiili bölünmüşlük, sadece askeri veya diplomatik bir realite değil, aynı zamanda “tarihsel bir kader” veya “doğal bir çoğulculuk hali” gibi sunuluyor. Sayılar burada sadece topluluğun hacmini değil, ayrılığı da meşrulaştıran bir argüman olarak işlev görüyor. Bir de 1974'ten sonra yapılmış demografik mühendisliğin nedenlerini de açıklıyor.

Bu tür ifadeler, sadece bireysel gaflar değil; daha geniş bir epistemolojik krizin ürünüdür. Kıbrıslı Türk milliyetçilerinin algısında toplum tarih boyunca dışlanmış, bastırılmış, sayılmamış, bu da bir tür "fazla sayılma" arzusuna dönüşmüş durumda. Yani kimliğin tanınmama hali, sayılarla sahte bir güç yaratımı üzerinden telafi edilmeye çalışılıyor. Bu Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken 1960'ta da böyleydi hala şimdi devam ediyor. Böylece gerçek sayılar değil, arzu edilen varlık miktarı konuşuluyor; hafıza yerine efsane, veri yerine duygular dolaşıma giriyor.

Tam da bu noktada, Fidias’ın söyleşide sergilediği duruş, çağdaş yurttaş gazeteciliğinin ve dijital kamusallığın nasıl etkili kullanılabileceğine dair önemli bir örnek sundu. Hem sosyal medya fenomeni hem de seçilmiş bir Avrupa Parlamentosu üyesi olarak, yalnızca içerik üretmemiş, aynı zamanda temsil alanını dönüştürmeyi başardı. Kendi duruşunu korurken, karşısındaki siyasetçiye alan açmayı becerdi; ama bu alan açma, pasif bir dinleme değil, eleştirel bir karşı-müdahale pratiğiyle birlikte gerçekleşti. Tatar’ın söylem içinde dayattığı “sözde gerçekler”e karşı, doğrudan polemiğe girmeden ama örtük bir direnişle karşı durmayı başardı. Ne konukla alay etti, ne onu yüceltti; ama onu izleyiciye ham haliyle sundu. Bu, bugünün medya ortamında nadir rastlanan bir jesttir bu; siyasetçinin kendi kendini teşhirine alan açmak, böylece toplumsal imgelerin nasıl üretildiğini çıplak hale getirmek.

Sonuç olarak, bu mülakattaki onlarca başlık yerine yalnızca bu sayı meselesini mercek altına almam bile bana şunu düşündürttü: Milliyetçi anlatıda Kıbrıslı Türk kimliği, artık sadece tanınmama krizinden değil, tanınmak uğruna ürettiği yanılsamalardan da mustarip. Ve bu yanılsamalar, her defasında toplumu daha da gerçekle bağını koparan bir rüya alemine çekiyor. Üstelik bu rüya, giderek adadaki bölünmüşlüğü doğallaştıran, onu eleştirmek yerine büyüleyen bir işlev kazandırmaya çalışıyor.

(Mete Hatay)