banner913
banner932
banner964

“Evlerimizin ışığını, neşesini alıp götürdüler”

banner476

Adıyaman’da İsias Otel enkazından sağ çıkan ancak 13 yaşındaki oğlu Aras’ı kaybeden baba Murat Aktuğralı duygularını anlattı: “Bizim çocuklarımızı deprem öldürmedi, bu zihniyet öldürdü. Usulsüz işlere imza atanlar, usulsüz binaları yapanlar, buna göz yumanlar öldürdü. Bizim evlerimizin ışığını, neşesini alıp götürdüler”

banner974
“Evlerimizin ışığını, neşesini alıp götürdüler”

banner971
Depremin vurduğu kentlerden Adıyaman’da, İsias Otel’de 35’i Kıbrıslı Türk, 65 kişi hayatını kaybetmişti. Otelde hayatını kaybeden 35 Kıbrıslı Türk’ün 26’sı ise yaşları 13-15 arasında değişen sporcu öğrencilerdi…
İletişimci, Eğitimci, Yazar Sinan Dirlik, İsias Otel enkazından sağ çıkan ancak 13 yaşındaki oğlu Aras’ı kaybeden baba Murat Aktuğralı ile röportaj yaptı.
Sinan Dirlik’in Murat Aktuğralı ile röportajı şöyle:
Murat Aktuğralı, Adıyaman’da İsias Otel’de hayatını kaybeden 13 yaşındaki Aras’ın babası. O kıyamet gecesinde Murat Aktuğralı da İsias Otel’deki Kıbrıslı sporcu öğrenci grubuna eşlik eden ve hayatta kalabilen öğretmen ve velilerden biri.
Murat Aktuğralı’nın anlattıklarının Türkiye kamuoyu açısından çok önemli. Öncelikle bir depremzede Murat Aktuğralı. Yerle bir olan İsias Otel’den sağ çıkmayı başarmış biri. Enkazdan çıktığı andan itibaren 5 gün boyunca yaşadığı ağır çaresizlik ve yalnız bırakılmışlık duygusu hepimiz açısından ibretlik! Ama bizim açımızdan ibretlik ve öğretici olan bir başka konu var Murat Aktuğralı’nın anlattıklarında. Kıbrıslı Türklerin gösterdiği olağanüstü dayanışma ve organizasyon becerisi! TC devletinin, kurumlarının aksine, Kıbrıslı Türkler ulaşım imkansızlıklarına, bürokratik zorluklara rağmen çok kısa bir sürede organize olarak 15 saat gibi kısa bir süre içerisinde arama kurtarma ekipleri, bakan düzeyinde yetkilileri, yardım kolileri ile Adıyaman’a yetişip, vatandaşlarının yanında olmayı başardılar.
 
Sinan Dirlik: Başınız sağ olsun. Sosyal medyada paylaştığınız Aras’ın fotoğraflarına baktım. Ateş düştüğü yeri yakar derler, doğru… Sizden istediğim şey o ateşin birazını bizim kucağımıza bırakmanız. Aras’ı anlatabilir misiniz biraz?
Murat Aktuğralı:  Aras 13 yaşında. 30 Mart 2010 doğumlu. Neşe dolu bir çocuk, bütün yaşıtları gibi. Ama bir o kadar da farklı bir çocuk. Etrafında olanlara çok duyarlı, ülkesindeki sıkıntılara, dünyadaki sıkıntılara duyarlı, ilgili bir çocuk. Sürekli belgesel izleyen, tarihi anlamaya çalışan, boyundan büyük yorumlar yapan bir çocuk. Spora çok meraklı. Dönem dönem basketbol, futbol… Ama voleybolu hiç bırakmadı, hep sevdi. İlkokul 3. Sınıftan beri voleybol hep ilgi alanında oldu. Sadece okul takımlarında değil, kulüp takımlarında da voleybolla ilgilendi. Sevmeyi, sevilmeyi, sarılmayı… Çok seven bir çocuk.

Sinan Dirlik: Gözleri çok güzel Aras’ın. Annesi karpuz yerken bir fotoğrafını paylaşmış ki herhalde uzunca bir süre ne zaman karpuz görsem hep o fotoğrafı hatırlayacağım. Sabırlar diliyorum. Aile olarak evladınızı bir sportif etkinliğe gönderdiniz, cenazesiyle döndünüz.
Murat Aktuğralı: Ben de birlikte gitmiştim. O enkazdan kurtulan dört kişiden biri de benim. Geçtiğimiz yıl okulumuz yine bu şampiyonaya katılmış ve Türkiye ikincisi olmuştu. Bu yıl da KKTC şampiyonu olarak katıldılar, yıldızlar seviyesinde. Geçen yıl kazandıkları başarıdan sonra bu yıl KKTC’den 2 takım Adıyaman’daydı. Çocuklar çok daha heyecanlıydılar. Türkiye finallerine girme arzusundaydılar. İlk maçlarını da kazandılar.
Sinan Dirlik: Ne zaman gittiniz Adıyaman’a?
Murat Aktuğralı: 3 Şubat öğleden sonra Adıyaman’daydık. 4 Şubat’ta kura çekimi vardı. Çocuklar salonları ziyaret edip kısa süreli antrenmanlar yaptılar. Kız ve erkek takımları ayrı salonlarda oynayacaklardı. Kar vardı. Çocukların çoğu ilk kez kar görmenin mutluluğunu yaşıyorlardı. Biz de onların heyecanını, sevincini görüp mutlu olduk. Ben erkek takımına eşlik eden tek veliydim. Aras geçen yıl turnuvalar sırasında covid olmuştu, o yüzden katılamamıştı. Geçen yıl katılamadığı, o tecrübeyi yaşayamadığı, ilk kez gideceği için ben de eşlik etmek istedim. Diğer çocukların hiçbiri bu turnuvada velilerinin yanlarında olmalarını istememiş. Ben eşlik etmek istedim. Hem öğretmenlere yardımcı olurum hem de sonuçta bilmediğimiz bir yere gidiyoruz, oğlumun yanında olmak istedim.
Sinan Dirlik: 6 Şubat’ta neler yaşandı? Deprem sabaha karşı oldu, uyuyordunuz sanırım?
Murat Aktuğralı: 5 Şubat öğleden sonra, 14.00 gibi erkek takımının maçı vardı. Kız takımının velileri de erkek takımını izledi. Bir süre sonra kız takımının da maçı olacağı için onlar diğer salona geçtiler. Biz erkek takımının maçını izledik ve ardından küçük bir minibüsle diğer salona gittik. Hep birlikte izledik maçı, kızlar da kazandı. Kızları da alıp hep birlikte saat 18.30 gibi bir restorana gittik. Birlikte akşam yemeğimizi yedik. Sonra otel yürüyüş mesafesinde olduğu için hep birlikte yürüyerek otele döndük. Çocuklar odalarına çıktılar, biz veliler ve öğretmen arkadaşlarla lobide sohbet ettik biraz. Ertesi günün planını yaptık. Çocukları sabah 07.30 da kaldırıp, kahvaltıdan sonra 08.30 gibi otelden hareket etmeyi planladık. Saat 00,00 civarı ben odama çıktım. Tuhaf bir geceydi benim için. 00.30’da ve 02.30 da iki kez uyandım. Huzursuz bir uykuydu ama anlam veremedim. Deprem sırasında da ağır bir uykuda değildim. Deprem oldu. Telefonum şarjdaydı. Telefonumu alıp çocukların yanına gitmek istedim. Ayağa kalkmaya çalıştım ama o kadar şiddetliydi ki hareket edemeyeceğimi anlayıp yatakla duvar arasında yere çöktüm. Korkunçtu! Adeta duvarla konuştum, “dayan!” “dayan!” diyordum sürekli. Birden patlama gibi, inanılmaz bir gürültü koptu. Bina başımıza yıkıldı. Biz öğretmen ve veliler otelin arka tarafına bakan odalarında kalıyorduk. Ben 310 numaralı odadaydım. Arkadaşlar 209, 210 ve 109… Çocuklar ise ön cephedeki 3’er 4’er kişilik odalarda. Hayatta kalmamın nedeni arka odalarda olmamdır. Çünkü arka taraftaki odalarda kalanlar kurtuldu ama ön cephede kalanlar… Hepsi gitti!… O korkunç patlamayla büyük bir şok yaşadım. Ama bir yandan da çocuklar aklımda. Hemen toparlanmaya, üzerimdeki yüklerden kurtulmaya çalıştım. Şilte yüzüme yakın duruyordu. Toz toprak arasında telefonumu buldum, ışığını açtım. Ayaklarımı hareket ettirebildiğimi fark edince üzerimdeki yüklerden sıyrılıp kalktım. Zifiri karanlıktı. Odadan çıktım, gökyüzünü gördüm. Sonra tekrar odanın enkazına dönüp bulabildiğim kıyafetlerden ne varsa aldım. Ceketim sıkışmıştı enkazda, zorlayıp çıkardım. Pantolonumu buldum, giydim. 2 çift ayakkabı buldum, birini ben giydim, diğerini arkadaşa verdim. Yan odalardan hiç tanımadığım 2 kişi çıktı, kıyafetleri yoktu, benim bulabildiğim kıyafetlerimden verdim giysinler diye. Diğer arkadaşlar kızlara seslendiler. Çocuklar! Çocuklar!… Hiç ses yok! Bekledik… Hiç ses yok! Yağmur yağıyordu. Yaklaşık 1 buçuk saat kadar çocuklara seslenerek kaldık yukarıda. Ses yoktu. Hiç ses yoktu! İnanılmaz bir soğuktu. “Yardım! Yardım!” diye bağırdık. Kimse yoktu! Şehir tamamen karanlığa bürünmüştü. Sokak bomboştu, sadece koşturan bir iki kişi görebildik. İlk anda sadece kendi bulunduğumuz binanın yıkıldığını sandık. Çünkü karanlıkta görebildiğimiz binalar ayakta gibiydi. Otelin tam karşısında bir kütüphane binası vardı, o ayaktaydı mesela. O anda hasar görmemişti yani. Dışarı çıkmaya çalıştık. Birisi telefonun ışığıyla yol gösterdi, aşağıya inecek bir yol bulduk ve zemine inebildik. Kendimizi dışarı attığımızda tek tek çocukların isimlerini haykırdık. Ses yoktu. Sadece enkaza sıkışmış 1-2 kişiyi fark ettik. Kurtarabilir miyiz diye baktık ama bizim çıkarabilmemiz, yardım edebilmemiz mümkün değildi. Yağmur ve soğuk korkunçtu. Islanıyor ve donuyorduk. Tekrar zemine indik, zaten yüksek bir enkaz değildi. 8 katlı bina yerle bir olmuştu. Otelin önünde Kızılay’ın kan bağışı için kullandığı bir kabin vardı. Küçük, 20 m2 kadar bir kabin. Kapısı kilitliyse en kötü ihtimal, camını kırar gireriz diye düşündük ama kapısı açıktı, Adıyamanlı birkaç vatandaş da o kabine sığınmıştı. Bir süre kabinde oturup ısınmaya çalıştık. Saat 10.00 gibi Spor Müdürlüğünden birisi geldi, çocukların isimlerini aldı. Ardından KKTC Gaziantep Konsolosluğundan Fatma Hanım ve Mümin Bey geldi, onlara da verdik çocukların isimlerini. Bu arada elektrik yok, telefon hatları çalışmıyor. İnternet yok. Çok kısa bir süre, yaklaşık yarım saat kadar benim telefonum çalıştı. O arada bana ulaşabilen birkaç kişiye ki Cumhurbaşkanlığından Anıl Bey de ulaştı bana, net biçimde otelin tamamen yıkıldığını, 3 kişi olarak enkazdan çıkabildiğimizi, Esra öğretmenin de sağ fakat enkazda sıkışmış durumda olduğunu bildirdim. Hiç kimse yoktu. Yardım yoktu. Çaresizce bekliyorduk. Bir süre sonra Adıyaman’da bulunan bir veli Esra öğretmeni kurtardı. Esra öğretmen pijamalarıyla, onu kurtaran veli ayağındaki çorapları çıkarıp vermiş, ayakkabıları bile yoktu ayağında. Oradaki ailelerden bir battaniye bulabildik, onu örttü üzerine, yoksa donacak. Bu arada ikinci bir sarsıntı oldu, çok şiddetliydi. Üzerimize bir şey düşer korkusuyla kabinden de çıktık. O sırada 5-6 kişilik bir AFAD ekibi gördük. O kadar… Birinci günün akşamına kadar başka hiç kimseyi görmedik.
Sinan Dirlik: AFAD ekibini gördünüz? Arama kurtarma ya da yardım için oradaydılar herhalde?
Murat Aktuğralı: Gelip baktılar. Dua ettiklerini gördüm. Sonra gittiler, bir daha görmedim.
Sinan Dirlik: Anlamadım? Dua edip gittiler mi?
Murat Aktuğralı: Muhtemelen yakınlardaydılar, geldiler, baktılar, birkaçı dua etti ve gittiler evet. Techizatları, ekipmanları yokmuş, bir daha görmedim onları zaten. Pazartesi akşamı, saat 19.30’a doğru Kıbrıs’tan ilk ekip yapımıza ulaştı ve arama kurtarma çalışması da öyle başladı.
Sinan Dirlik: Pazartesi akşamına kadar hiçbir arama kurtarma faaliyeti yapılmadı?
Murat Aktuğralı: Hayır.
 
Sinan Dirlik: Türkiye’den herhangi bir ekip ulaşıp müdahale etmeden Kıbrıslı ekip yetişti ve müdahaleye başladı yani? Yani sadece arama kurtarma anlamında sormuyorum, temel ihtiyaçlarınız için, durumunuzu kontrol için hiçbir yardım olmadığını söylüyorsunuz?
Murat Aktuğralı: Evet. Bizim arkadaşlardan birinin eli yaralanmıştı, kanaması vardı, yoldan geçen bir arabayı durdurarak hastaneye gitti. Ama hastaneye gittiklerinde gördükleri manzara karşısında girememişler hastaneye. Bir ambulansta sargı yaptırmışlar, sonra da oradan geçen vatandaşlardan birinin aracıyla geri döndüler. Evet, ertesi güne, Salı gününe kadar kimse yoktu.
Sinan Dirlik: Salı gününe kadar da AFAD, Kızılay yok?
Murat Aktuğralı: Yok Sinan Bey yok! AFAD’ı zaten görmedik ki hiç. Perşembe günüydü, kurtarma köpekleriyle birlikte birkaç kişi geldi ama onlar da yabancı ekipti. Öyle teçhizatla falan AFAD ekibi görmedik hiç.
Sinan Dirlik: Pazartesi akşam saatlerinde Kıbrıs ekibi, Salı öğlen Mardin ekibi, Perşembe günü de kurtarma köpekleriyle bir yabancı ekip geldi, süreç nasıl ilerledi?
Murat Aktuğralı:  Dozer, vinç, araç gören insanlar kendilerini onların önüne atıyorlar yardım alabilmek için. Çünkü hiç kimse yok. 4 gün, 5 gün boyunca hiç kimse yok. İnsanlar en küçük bir yardım alabilmek için gördükleri aracın önüne atıyorlar kendilerini. Bizim karşımızda bir apartman enkazı vardı. Ancak 5. Gün bir araç geldi oraya ve enkaz kaldırma çalışması yapılmaya başlandı. Afedersiniz bir tuvalet bile yoktu, biz Cuma akşam saatlerinde ayrılana kadar Adıyaman sokakları tuvalet gibiydi. Çok üzücü, çok korkunç bir manzaraydı. Her yer enkaz, her yer çöp, her yer tuvalet… Hiç ama hiçbir yardım yoktu.
Sinan Dirlik: Sizin dışınızdaki insanlar ne yapıyordu bu arada?
Murat Aktuğralı: Pazartesi, Salı bizim Kıbrıs ekibi ve sonradan gelen Mardin ekibi dışında arama kurtarma çalışması yapan ekip olmadığı için insanların tepkisiyle de karşılaştık. İnsanlar sadece bizim enkazda çalışma yürütülmesine tepki gösterdiler. Bu ekibin Kıbrıs’tan geldiğini öğrendiklerinde hem şaşırdılar hem öfkelendiler. Neden başka ekiplerin gelmediğini sorguladılar. Bulunduğumuz caddenin farklı noktalarında öyle büyük yıkıntılar vardı ki.
Sinan Dirlik: Kıbrıs ekibinin çalışmaları dışında hiç mi bir çalışma yoktu?
Murat Aktuğralı:  İlk ciddi müdahaleleri Perşembe ve Cuma günü görmeye başladık. İnsanlar kendi imkanlarıyla yakınlarının cenazelerini çıkarmaya çalıştılar. Çıkarabildiklerini de yol kenarına koydular. Gün boyu yol kenarında cenaze durduğunu gördük.
Sinan Dirlik: Aras’a ne zaman ulaşabildiniz?
Murat Aktuğralı: İlk olarak kaldırma çalışmaları yaptılar, o sırada çocukların eşyaları çıkmaya başladı. İlk çocuklar Çarşamba günü çıkarılmaya başlandı. Cuma gününün ilk saatlerinde ulaşabildik Aras’a…
Sinan Dirlik: Kıbrıs ekibi gelene kadar zaten tamamen yapayalnızdınız. Cuma günü yavrunuza erişinceye kadar canınızdan can gitmiştir. Bütün bu süreçte tamam kamu desteği yoktu da insani anlamda, birilerinden destek alabildiniz mi? En azından temel ihtiyaçlarınızın karşılanması için?
Murat Aktuğralı: Yani Kıbrıs’tan gelen gönüllüler olmasaydı ne olurdu bilmiyorum. Her akşam bir uçak kaldırdılar, doktorlar, hatta psikologlar, her türlü destek. Söyledim ya ilk gün bir kan bağış kabinine sığınmış yapayalnız beklerken, Kıbrıs’tan gelen ekipler bulunduğumuz o mekânı acil sağlık ve destek birimine dönüştürdüler. Gönüllülerden bir tanesi Kayseri’den otobüs bile buldu. O kan bağış kabinine sığınmış 4 Kıbrıslı, bizim dışımızda Adıyaman’dan, sağ kurtulabilmiş insanlar. 50-60 kişi vardık herhalde o gece. Korkunç soğuk, yağmur… Çoraplarımıza kadar sırılsıklamız. Kıbrıs ekibi gelip de sivil savunma çadırını kurunca biraz ısındık. Hele ki otobüsler gelince! O otobüsler bizim için gerçekten hayati oldu. Sabaha kadar otobüsün ısıtmasını kapatmadılar da ısınabildik. Beraberlerinde her türlü erzak, giysi, çocuk bezi, çocuk maması ne varsa getirmişler. Bunlar da oradaki halk için çok işe yaradı. Kıbrıslı Türkler adeta bir dayanışma köprüsü oluşturdular o 5 gün. Kıbrıslı gönüllüler olmasaydı ne yapardık bilemiyorum. Herhalde günlerce o enkazın başında yapayalnız, çocuklarımızın bulunup bulunamayacağından bile emin olamadan bekliyor olurduk. Hatta bulunamayabilirlerdi de… Çünkü birçok yerde arama kurtarma faaliyetleri durdurulup enkaz kaldırılmaya başlandı hızlıca. Küçücük çocuklardan bahsediyoruz. Doğru dürüst bir arama faaliyeti olmadan enkaz kaldırmaya girişilseydi artık kepçenin altında mı kalırdı, ezilir giderler miydi çocuklar kim bilir. Çocuklarımızın cenazelerine kavuşabilmemiz bile bir nevi mutluluk oldu bizim için.
Sinan Dirlik: Kıbrıs İSİAS’taki çocuklar için adeta yekvücut oldu. Sivil halk, hükümet, gönüllüler… KKTC Hükümetinin, devletin süreci yönetme şeklini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Murat Aktuğralı: Hem gördüğümüz hem de sonradan öğrendiklerimizden hareketle mümkün olan en hızlı şekilde olaya müdahil olduklarını, mümkün olan tüm imkanların seferber edildiğini ve bize ulaştırıldığını söyleyebilirim. Adıyaman’dan insanlar da gelerek bizim Kıbrıs ekibine teşekkür ettiler. Çünkü herkes görüyordu ki o korkunç 5 gün boyunca Kıbrıs ekibinden başka kimse yoktu orada.”
Sinan Dirlik: Bütün bunlar olurken İSİAS Otelden herhangi bir yetkili, sahipleri, yanınıza gelip halinizi hatırınızı sordu mu, bir destek vermeye çalıştı mı?
Murat Aktuğralı: İlk gün ya da ikinci gün, Otel müdürü uğradı. Çocukların isimlerini ve oda numaralarını almaya çalıştı. Sonra bir daha hiç kimseyi görmedim.
Sinan Dirlik: Otel Müdürü oradaydı ve çocukların isimlerini almak dışında bir şekilde size yardımcı olmaya çalışmadı mı?
Murat Aktuğralı: Hayır. Ben öyle bir temas girişimini  ne yaşadım ne duydum ne gördüm.
Sinan Dirlik: Davanın bundan sonraki seyrinin nasıl olacağını düşünüyorsunuz? Türkiye yargısına güven duyuyor musunuz?
Murat Aktuğralı: Güvenmek istiyoruz. Çünkü güvenebileceğimiz başka bir mekanizma yok. Depremin ne kadar geniş bir alanda, ne kadar ağır bir hasar verdiğini gördüm, yaşadım, biliyorum. 50 binden fazla kişinin hayatını kaybettiğinden söz ediliyor. Yani bir ülke bir savaşa girerse bilemiyorum bu kadar ağır bir kayıp olur mu? Savaştan beter bir durum! Bu coğrafyada depremler hep oldu, hep olacak. Ama hiç ders çıkarılmamış geçmişten. Beni en çok üzen şey bu. Azıcık, yani azıcık bilimin uyarılarına kulak verilseydi, azıcık kurallara uygun binalar yapılsaydı bizim çocuklarımızı kaybettiğimiz o binalardan belki yaralı olarak kurtulabilme şansları olacaktı. Ama bu zihniyet!… Paranın öncelenmesi mi dersiniz, rant mı dersiniz adına, ne derseniz deyin, bu zihniyet hüküm sürdüğü sürece bu kayıplar hiç bitmeyecek. Depremler hep olacak, suçsuz insanlar hep ölecek, analar babalar hep ağlayacak. Binlerce, onbinlerce insan kaybedildi bu depremde. Binlerce yuva yıkıldı. Bizler çocuklarımızı bu şekilde yitireceğimizi aklımızın ucundan geçiremezdik. İşte “kader” falan deniyor. Biz bunun kader olduğuna inanmıyoruz. Bizim çocuklarımızı, bu onbinlerce insanı deprem öldürmedi. Bizim çocuklarımızı, onbinlerce insanı bu zihniyet öldürdü. Usulsüz işlere imza atanlar, usulsüz binaları yapanlar, buna göz yumanlar öldürdü. Bizim evlerimizin ışığını, neşesini alıp götürdüler.”
 
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.