Önce canından çok sevdiği iki oğlunu, ardından da yıllardır bir yastığa baş koyduğu eşini yitiren Gülfere Öke, geriye kalan tek oğluna sımsıkı sarılmış…

 

 

Yıllarca işitme engelli bir eş ile yaşam sürse de Gülfere Öke “İşitme bizim ailemizin engeli değildi, biz engelsiz, birbirine bağlı ve her zaman gülümseyen bir aile olduk” diyerek sevmenin dili, kulağı olmadığını gösteriyor

 

 

 

Fehime ALASYA

Hayata olumlu yönleriyle bakan Gülfere Öke’nin yaşamında pişmanlıklara yer yok…

Yıllarca işitme engelli bir eş ile yaşam sürse de Gülfere Öke, kalbinden sevgisi, yüzünden de tebessümü hiç eksik olmamış. İki oğlunu kaybeden Gülfere Öke’nin gülümseyişinde burukluk hissedilse de, o geriye kalan tek oğluna sımsıkı sarılmış…

İşitme engelli bir eşi hiçbir zaman sorun olarak görmeyen Gülfere Öke, bu durumu birkaç cümle ile özetliyor:

“Sevmenin dili, kulağı yoktur kızım. Yıllarca anlaştık, geçindik. Üç oğlumuz oldu, üçü de babasından sanatını öğrendi, hem okuyup hem öğrendiler. Çocuklarımın babalarıyla arası çok iyiydi, hiç sorunları olmadı. İşitme bizim ailemizin engeli değildi, biz engelsiz, birbirine bağlı ve her zaman gülümseyen bir aile olduk…”

“ESKİDEN HAYAT KENDİ TOPRAĞIMIZDAN ÇIKARDI, HER ŞEY MAKSILDI…”

1933 yılında Baf'ın Poli Kazası'ndan Sarama köyünde doğan ve orada büyüyen Gülfere Öke, okuma yamayı bilip, kendine yetebilecek kadar gönderilmiş okula. Çocukluğunu, ailesinin anlatan Gülfere Öke, gözlerindeki pırıl pırıl enerjisiyle, bizi o yıllara götürüyor.

Gülfere Öke, "Topraknandı bizim işimiz. Rençperdi babam, annem de ev hanımı, bütün gün uğraşırdık. On kardeştik, beş kız beş oğlan. Oğlan kardeşlerimi de hep okuttu, müdür falan oldular, hasta bakıcı oldular... Çok şükür halimize. Eskiden hayat daha zordu. Eskiden böğrülceyi, karpuzu, gavunu hep gününde yerdik, her şey maksıldı, hiç ilaç yoktu, hayat hem kendi toprağımızdan çıkardı hem de daha uzundu, daha çok yaşardı." diye özetliyor çocukluğunu ve genç kızlığını…

“AİLEM MEHEL GÖRDÜ”

23 yaşında evlenen Gülfere Öke'yi babası evlendirmeye kıyamamıştı. “Ben kızımı büyütüp, kendi kendine yetecek hale getirmeden, büyütmeden evlendirmem” diyen bir babanın kızıydı Gülfere Öke…

Gülfere Öke; “Babam, kızım en aşağa lazım 20 yaşında olsun derdi. Benim için de her geleni geri çevirdi, 23 yaşındaydım, beni evlendirmeyi kabul etti. Üç yıl nişanlı kaldım. Nevzat'dı eşimin adı.” diye ekliyor. 

Eşinin adını söylerken gözlerinin içi parlayan Gülfere Hanım’a ‘eskilerin’, büyüklerimizin değimi ile soruyoruz; “Eşiniz çok mu iyi baktı size yıllarca? Ondan bahsederken gözlerinizin içi güldü de…” diyoruz. Gülümsüyor… 1955 yılında evlenen Gülfere Hanım, kahkahalar eşliğinde geçmiş yıllara götürüyor bizi, çoğu insana hayat dersi verircesine, örnek olurcasına…

Gülfere Öke, 23 yaşında iken kendisine talip olan hemen hemen aynı köylü eşi Nevzat Öke’nin talebini tüm engellemelere rağmen kabul etmiş.

Beş yıl önce kaybettiği eşi ile hayata nasıl başladıklarını anlatan Gülfere Hanım, sözlerine şöyle devam ediyor:

"1955 yılından beridir bu evlerde kalırım.  Dört yaşında menenjit olmuştu eşim, işitmesini kaybetti, duymadığı için de tam konuşamazdı. Dört yaşına kadar duyup öğrendiği kelimeleri biliyor ve konuşabiliyordu. Aracı oldular, dünürcü geldi, dayıma haber yolladılar, Gülfere'yi ister diye. Boyu posu, güzelliği, adamlığı, terbiyesi, dört dörtlük dedi. Anneme söylediler, annem istemedi, duymaz diye, ailem mehel gördü, annemi de ikna ettiler. Annem geldi bana sordu. Köylerimiz de yakındı, ben onu tanıyordum, ben de kabul ettim, ben geçinirim dedim, haber yolladılar bu iş olacak diye. Hiç korkmadıydım, çok iyi kalpli birisiydi, çok anlayışlıydı diye hiç korkularım olmamıştı. Hiç zorluk yaşamadık, sandalye örerdi, ben de yardım ederdim, müşteri gelince bana seslenirdi, gel de yardım et diye, gelirdim ben anlaştırırdım gendini. Çocuklarımız çok da iyi anlaşırdı babalarıyla. Babalarının bir dediği iki olmadı, evlatları hep bulundu. Dört tane torun, bir de torun çocuğum var.”

'BİR ŞEY DEĞİL HANIM, BELKİ BİR KIZCIK YAPARIK'

Üçüncü çocuklarının olacağını öğrenen Gülfere Öke, endişeye kapılsa da, eşi Nezat Bey tarafından sakinleştirilip, kız evlat isteği ile dindirilmişti. Üçünü çocuklarının da oğlan olmasına ve kız çocuklarının olmamasına hiç pişman olmamış Gülfere Öke…

İşitme engelli olan eşi ile bir ömür geçiren Gülfere Öke, bunu hiç sorun etmemiş, hiçbir zaman engel olarak görmemiş, çocuklarına da yansıtmamış. Kız çocuk isteğine, işitme engelli bir eşinin olmasına rağmen her zaman hayattan zevk alan ve hayata olumlu yönleriyle bakan Gülfere Öke’nin yaşamında pişmanlıklara yer yok… Bu durumu birkaç cümle ile özetliyor Gülfere Öke:

“Sevmenin dili, kulağı yoktur kızım. Yıllarca anlaştık, geçindik. Üç oğlumuz oldu, üçü de babasından sanatını öğrendi, hem okuyup hem öğrendiler. Üçünü çocuğumu hamile iken eşim 'Bir şey değil hanım, belki bir kızcık yaparık' dedi. Kızım olmadı ama oğlum bana kız evlat aratmaz, gelinlerim de öyle... Çok şükür...”

“NE BİRİNE MUHTAÇ OLDUK, NE DE ÇOCUKLARIMI BİRİNE MUHTAÇ ETTİM”

 İşitme engelli olan eşinin yakınında olmak ve yardım etmek isteyen Gülfer Öke, evlerinin yan odasını çalışma alanı yapmış, yıllarca orada çalışmışlar. 1949 yılından beridir Öke ailesinin evinin yan tarafında sandalye örülüyor. Hem evinin işine, hem eşinin işine yetişen Gülfere Öke, çocuklarını da hiç ihmal etmemiş. Gülfere Öke, “Kaç tane kalfaya iş yetiştirirdim. Buğday kalemi açardım kalfalara, yan tarafta da yemek pişerdi, çamaşırlarımı da gaynadır pambık gibi elimde yıkardım. Çok şükür ne birine muhtaç olduk, ne de çocuklarımı birine muhtaç ettim. Sabah çok erken galkardım, yemeğimi yapardım, ütümü yapardım. Çocuklarım her gün gelirdi okuldan öğlen yemekleri hazırdı. Ütümü hep yapardım, bir gün ütüsüz gitmediler... Yökün iş yapardık, 40, 50, 100, sipariş alırdık. Halen daha 40 yıllık sandalyeler var ki tamire getirirler, bunlar Nevzat abinin hatırasıdır derdiler. Doktor Küçük'ün oturduğu o meşhur fotoğraftaki sandalyesini de Nevzat örmüştü. En küçük oğlum Özkan Öke yıllarca sandalye örüp, baba mesleğini yaşatmış, şimdi da kendi oğlu Omaç’a devretti. Beş ay öncesine kadar dükkândan çıkmazdım, dükkânda kalem açardım, artık düşünce oturamaz oldum, belim ağrıdı... Çocuklarının tamamı yüksek tahsil yaptı, iş hayatında çok iyi mevkilerde çalıştılar, eşimin gururu olduydular.” 

“ÖLÜMÜN İYİSİ KÖTÜSÜ OLUR MU?”

En büyük oğlu olan Salih’i kalp krizinden kaybeden aile, yedi yıl sonra yeniden evlat acısı içti. Bu kez de ortanca oğlu Mehmet'i kendi değimi ile 'O pis hastalıktan' yani kanserden kaybetti.

Gülfere Öke, "Oğlum, ‘atlatacam anne, merak etme, yenecem anne’ dedi ama olmadı... Aslan gibi evladlarım gitti..." Ardından eşim dayanamadı. Oğlumu kaybedince geceleri uyumaz olmuştum, dolma yapmaya kalktım, sabah üçte... Arkamdan o da kalktı, bana baktı, tekrar yattı, gene kalktı, bitirdim dolmayı da oturduk, süt yaptım getirdim içelim. Kahvaltı yaptık. Lavaboya gitti geldi, oturdu, sonra baktım yere düştü, yattı yere. Su koydum, çağırdım kalkmaz, komşuya gittim çağırdım, ambulans geldi ama her şey bitmişti... Ölümün iyisi kötüsü olur mu? Olmaz ama çekmedi hiç, kalbi güzeldi, Allah kalbini yokladı...”

Birkaç kez düşüp yaralanan ve eskisi gibi yürüyemeyen Gülfere Hanım, şimdi günlerini kendi değimi ile ‘O koltuktan diğer koltuğa oturmaknan’ geçirir.       

 

 

Öke ailesi, üç oğlu ile birlikte

 

Mutluluğa atılan ilk adım hatırası...

 

Gülfere ve Nevzat Öke, sandalye örerken

 

Gülfere Öke'nin 'Bana kız çocuğunu aratmıyor' dediği oğlu Özkan Öke ile birlikte

 

 

 

Gülfere Öke, evinin hemen yanındaki ekmek kapısından hiç kopmamış. Sandalye örmeye devem eden oğluna kahve içerek eşlik ediyor.