EMEKLİ CUMHURBAŞKANLARI :
Dünyanın hiçbir yerinde emekli CB ofis, sekreter, şöfor vb verilip bunun halka ödettirilmesini ben duymadım.
Emekli olan ya yeniden seçime girer, ya kazanır devam eder, yada kaybeder , çekilir.
Emekli CB nın halka verdikleri hizmetleri bilelim ki, bu ödediğimiz parayı HELAL edelim.
Bütçe açığı borcunu faizi ile ödeyceyik. Tasarruf bilinci yok.
Onların görevdeyken yaptıkları başarılarıda TARİH yazacak. Onun maaşını aldılardı.
Yanılıyorsam bildirin, özür dileyip yazıyı sileyim Ödediğim vergileri de HELAL edeyim.
(Yücel Dolmacı)
DAÜ Nereye gidiyor!!!
DAÜ VYK’da görev alan bir üyenin görev süresi bellidir ve yerine atanacak kişiler, bir önceki üyenin görev süresini tamamlamak durumundadır!..
Yani bir VYK üyesi, görevinin bitmesine 6 ay kala görevden alınırsa veya istifa ederse, onun yerine atanacak kişinin görev süresi kalan o 6 ay olur!..
Dolayısıyla, hükümetin önerisinde tüm bunların belirtilmiş olması gerekiyordu!..
(Cem Yababa)
Son durum: Rum Başpiskopos, kuzeydeki çözüm düşmanlarına mükemmel bir Noel hediyesi olarak “federasyon bizim için ötanazidir” şeklinde açıklama yapmış. Şimdi hep birlikte eski ve yeni koro üyelerinin yurttan sesler programına geçiyoruz
(Ulaş Barış)
Barış dili denildiğinde çoğu zaman tonu yumuşatmak, kelimeleri törpülemek ve “karşı tarafı ürkütmemek” adına geçmişin sert köşelerini görünmez kılmak anlaşılır. Peki bu gerçekten barış mıdır, yoksa incitmemek adına kurulmuş bir suskunluk rejimi mi? Daha açık soralım: Barış dili, kendi travmalarından vazgeçmeyi mi şart koşar?
Çatışmalı geçmişlerin tek taraflı anlatılarla çerçevelenmesi, şiddet, yerinden edilme ve kolektif korku deneyimlerini tali bir dipnota indirger. Bu tür anlatılara yöneltilen eleştirilerin “barış diline aykırı” diye damgalanması ise daha derin bir soruyu ortaya çıkarır: Barış dili, hakikatin eksiltilmiş bir versiyonu olmak zorunda mıdır?
Tam da burada barış dili ile inkâr dili arasındaki sınır bulanıklaşır. Eğer barış dili bir tarafın hafızasını merkeze alırken diğerinin deneyimini sessizliğe mahkum ediyorsa, uzlaşma üretmez; ahlaki bir asimetri yaratır. Bu, yalnızca geçmişe değil bugüne de ait bir siyasal pratiktir. Çünkü inkâr, çoğu zaman geçmişte kalmaz; bugünde yeniden üretilir.
Barışın ön koşulu unutmak değil, tanımaktır. Tanımak ise karşı tarafın hikâyesini kabul etmek kadar, kendi hikâyeni eksiltmeden kamusal alana taşımayı da gerektirir. “Sükunet” adına hakikatten vazgeçmek, barışın etiğini değil, durumu idare etmeyi gözetir.
Gerçek barış dili rahatsız edici olabilir; huzur bozabilir. Çünkü hakikat çoğu zaman huzurlu değildir. Geçmişi makyajlamak barış değildir. Eğer barış, bir tarafın travmasını diğerinin rahatlığı için feda etmeyi gerektiriyorsa, orada barış değil sessiz bir hiyerarşi vardır. Ve bu hiyerarşi sürdükçe, en yumuşak barış dili bile inkârın sert çekirdeğini taşımaya devam eder.
(Mete Hatay)