Her zaman kabul edilen bir husus vardır ekonomide. O da etkileşimdir. Bazen de bir benzetme yaparız. Bu benzetmeyi nice maliyeciler ve ekonomistler de yaparlar. Nedir o benzetme?
O benzetme birbiri ardına dizilen iskambil kağıtlarıyla domino taşlarıdır gibidir. Hani birisine dokundun mu, ötekiler de sonuna kadar birbiri üstüne devrilirler.
Bu benzetme esasında Çalışma Bakanı Sadık Gardiyanoğlu’nun bir açıklamasına dayanır. Bakınız asgari ücretle işten çıkarma meselesini nasıl tanımlamış Sadık Gardiyanoğlu.
“Asgari ücrete neden yüzde 11,12 sorusuna cevabımız şudur. Diyelim ki verdik 11,12’yi. 40 çalışanı olan bir işveren sıkıntıya girip 10 kişiyi işten çıkardığında daha kötü olacak.”
Sadık Gardiyanoğlu’nun açıklamalarına yerden göğe kadar katılıyorum. Yani bir diğer deyişle, iskambil kağıtlarının birbiri üzerine devrilmesi gibi.
Esasında asgari ücret arttıkça işveren kara kara düşünmeye başlar. Ve hep kendilerine şu soruyu sorarlar:
“Ne olacak bu işin sonu?”
Dar gelirli vatandaşlar da haklı. İnsanlar bu pahalılıkta geçinemiyorlar. O geçinememenin de etkileri kendi içinde kendini gösterir.
Mesela çok çocuklu aileler de kendi yaşam tarzına göre tedbirler alırlar. O tedbirler şöyle olabilir.
-Herkes evde kanvaltı yapacak. Dışarıdan alınacak kahvaltılıkla karın doyurmayacaklar.
-Küçük kardeşler abilerinin veya kızkardeşlerinin küçülen elbiselerini giyecek. Buna ayakkabılar da dahildir.
-Okuldaki sosyal etkinlik bağlamında tek bir kuruş o etkinliğe harcanmayacak.
-Büyük kardeşlerin eski kitapları, küçük kardeşlere eğitim aracı olacak.
-Mümkün mertebe sofrada herkes bol ekmek yiyerek karın doyuracak.
-Çocuklardan birisi hastalandığında mutlaka devlet hastanesine gidilecek. Tedavisi veya tedavileri devlet hastanesinde yapılacak.
-Birisinin doğum günü partisi olursa katılınmayacak, hediye alma açısından.
Ve saymakla bitiremeyeceğimiz tedbirler sıralayabiliriz asgari ücretliler için.
Bu etkileşim, esasında görünmeyen ama cep yakan etkileşimlerdir.
Küçük evlatların da hakkı yok mu yeni önlük giymeye, yeni gıcır gıcır defter kitap almaya. Var ama fakirliğin gözü kör olsun.
Geçmiş yıllarda bu durum daha da vahimdi. Eskiden ölen birisinin eşi onun emeklilik ikramiyesinden yararlanamazdı. Sendikacılık bu kadar yaygın değildi.
Şimdi sendikalar çalışanın hakkını söke söke alıyor. Belki sendikalar zaman zaman çizmeyi aşıp sendika üzerinden politika yaparlar ama gerçekte çalışanın da hakkını sonuna kadar savunurlar.
Gelelim Sadık Gardiyanoğlu’nun sözüme...
Yani işten çıkarma meselesine.
Gardiyanoğlu ne kadar doğru bir değerlendirme yaptı. 40 Çalışanın 10’unu işten çıkarma meselesi.
Büyük işletmeler gerçekte bunu düşünmektedirler. Kadrolarına bakarlar. Hangi çalışan, en az verimlidir. Veya yaşlanmış ve verimi düşmüştür.
Böyle bir durum çalışanların da psikolojisini bozar. Psilokolojisi bozulan çalışan her gün kendi kendine konuşur.
“Beni ne zaman durduracaklar” sorusu geçer kafasından.
Bazı çalışanlar geçinebilmek için çeşitli yöntemler uygularlar. Yani ya eşini de bir başka şirkette çalıştırmaya başlar, ya evinde küçük bir bakkaliyecik açarak bütçeye katkı sağlarlar, ya da evinde terzilik ve nakış işleri yaparak eve gelir sağlarlar. Motor tek olunca bu değirmen dönmez.
Yani anlayacağınız ekonominin iskambil kağıtları gibi...