Kültür - Sanat

1894 ve 1936 Yıllarında Yaşanan Büyük Sel Felaketlerini Unutma(K)

Abone Ol

Geçen hafta yaşanan sel felaketi diye söylenen ama aslında insan felaketi olan bir olay bu yaşanan. Toplumlar geçmişini bilmez okumaz,okutmazsa; işte bugünlerde yaşanan acı olaylar yaşanacak, yaşanacak ama geçen yıllarda vefat eden günahsız gençlerin suçu ne!

12 Kasım 1894'de veya 4 Aralık 1936 tarihinde ne olduğunu kaç kişi biliyor?50 kat ev yapacaklar diye veya her şeyi para görüp, doğayı yok eden ,derelere ev yapanlara sorsak bilemez tabii!Söyleyim Leymosun sel felâketi yaşandı ve ardından ağıtlar,türküler yakıldı,söylendi işte meşhur "Hanaylar Yabdırdım" türküsü gibi bu olay sonucunda söylendi. Tarih tekerrürden ibarettir ders almasını bilmezseniz ya da cahil kalırsanız. Yıllarca Yenikent-Gönyeli’de yaşadım. Her zaman yaşanan su baskınları aynı yerde olurdu bu yıl daha da artı çünkü arsızlık arttı dere yatakları yok edildi ama ne derler: “Su yolunu bulur”. Doğaya saygı duy duymazsan o seni yutar.

Geçmişte yaşanan bu büyük sel felaketlerini bir anımsayalım.

12 Kasım 1894 Sel Felaketi ve Hanaylar Yabdırdım

Hanaylar yabdırdım döşedemedim

Çifde gumruları eş edemedim

Yarim sele gider/Zalim felek ile baş edemedim

Gonma bülbül gonma çeşme başına (daşına)

Bu gençligde neler geldi başıma

Gonma bülbül gonma dalım yog benim

Sineme saracagyarimyog benim

Hanaylar yabdırdım yüceden yüce

İçinde yadmadım üş gün üş gece

Gurbanlar keserim/keseyim döndüğüŋ/sardığıŋ gece

Gonma bülbül gonma çeşme başına (daşına)

Bu gençligde neler geldi başıma

Gonma bülbül gonma dalım yog benim

Sineme saracagyarimyog benim

LEYMOSUN SEL FELÂKETİ

Ozanı: KyriakoPapadopulû-Arakaba.

Ey yüce Allahım ümidim ancak sende

Senden sonra İsa’da ve Hz. Meryemde.

Bana yardımcı olun sizlere yalvarırım,

Yanımda toplanınız kardeşlerim, dostlarım.

Leymosun’da yer alan bu üzücü olayı

Dikkatlice dinleyiniz.

Hepiniz yas tutacak

Ve üzüleceksiniz.

Gördüğünüz gibi ben üzülerek okuyorum ağıtı.

Sizler nasıl ağlamaz, nasıl üzülmezsiniz.

Olayı anlatırken zerre kadar neşem yok,

Olayı düşündükçe gece gündüz yaşım çok.

Yanıp tutuşmaktayım, benden gayrı bilen yok.

Yüreciğim pare pare ve lâkin anlayan yok.

Bu minval üzre hayatım geçip gitmekte,

Her yerde hazır ve nazır olan

Yüce Allahıma şükretmekteyim.

Sizleri zahmete koyacağım bir dakika bekleyin.

Yavaşça söyleyeceğim hepiniz beni dinleyin.

Ki bir kentin kayboluşunu anlayasınız.

Bu kentte vuku bulan seylâp felâketinin

Tarihini öğrenmek diliyorsanız eğer...

Yüce Tanrının kenti sulara gömdüğü yıl

Doksan dört senesiydi, Ekimin sonlarıydı,

Fırtına saat sekizde başlamıştı,

Kentin yok olmasına ramak kalmıştı.

Tanrı mucizesini göstermek istiyordu,

Altı saat içinde Leymosun boğuluyordu.

Adanın her yerinde, tüm köylerinde

Yağışlar vardı.

Lâkin en çok yağış alan yer burasıydı.

Ben orada değildim, gözlerimle görmedim,

Bana, boğulmak üzre olanlar anlattı.

Havanın fırtınalı olduğunu herkes görmüştü.

Ancak yüce yaratandan kim ümidini keser.

Suyun yavaş yavaş çoğaldığını görenler

Sel felâketi olacağını anlayıverdiler.

O zaman karar aldılar ve (gemileri bağladıkları)

Halatlar hazırladılar.

Diamandidi’nin oğlu, Nicolas adına biri,

Suyun içinde yılandan daha iyi yüzerdi.

Diğerlerini kurtarmaya o karar verdi.

O ipler sayesinde pekçokları kurtuldu,

Onu methetmeliyiz, bunlar yalan değildir,

Suyun içerisinde altı saat savaşıp durdu.

Ayıbı bulunmayan altın parçası bir genç.

Çokları çabaladı fakat tanımıyorum,

Adlarını söyleyip de methedemiyorum.

Çünkü onları ben ismen bilmiyorum.

Yağmur dağlık bölgelerde başladıktan

Bir saat kadar sonra

Sular kente vardı,

O zaman yollara yayılmaya

Halk korkmaya başladı.

Garilli ile Vathia deresi denizle bir olmuştu,

Dört bir yandan gürleyip yağmaktaydı,

Su artık arslan gibi insanları almaktaydı.

Çok iyi düşününüz, size tavsiye ederim,

Bu olanlar Allahın mucizesidir derim.

Orda olmayanlara bu yalan gelebilir.

Orada olanların yüzünde renk kalmamış,

Size anlatırım da içim yanar, ağlarım.

Bunları anlatırken sizlere rüya gelir,

Aklınıza yerleştirin bunlar masal değil.

Birçok insanlar kayboldu

Evler tümden yokoldu.

Sağlam kalanların da camları parçalandı.

Gökten fincan kadar dolu yağmaktaydı.

Sellerin çokluğundan dükkânlar doldu, taştı,

Evlerin kimileri çöküp insanları öldürdü.

Evlerinde kalanlar artık bir karar verip

Komşularını ve diğerlerini affetmeye başladılar,

Kendi aralarında da helâllaştılar,

Canlarını alacak olan meleği

Beklemeğe başladılar.

Kent halkının büyük matemi vardı feryadı çoktu,

Çünkü sevinçleri aniden kedere tebdil oldu.

Kentin üstüne düşen bu musibet yüzünden

Çok zenginler mahvoldu.

Çarşılar adeta denizi andırıyordu,

Seller varılları,sandalyeleri,küpleri alıyordu.

Bezirgânların dahi çok malları mahvolmuş,

Kimileri bu yüzden hayli paradan olmuş.

Dükkânlara girerek yağları alıyordu,

Kapalı olanları param parça ediyordu.

Dükkânlarda olanı tümden alıp götürdü,

Ağıt, Leymosun'da 12 Kasım 1894'te yaşanan "Seylâp Felâketi”nde hayatını kaybeden onlarca kişinin ardından yakılmıştır. Osmanlı İmparatorluğu, adayı İngilizlere teslim etmesine rağmen sel felâketi sonrası Padişah Abdülhamid para yardımında bulunmuştur. Bu konu zamanın gazetelerinden “Kıbrıs” gazetesinde de geçmektedir.

Evlenecek olan çift için yeni inşa edilmiş “Hanay”a henüz daha taşınmadan, başka bir deyişle henüz daha evlenmeden, Leymosun’da sel baskını yaşanır. Yeni hanay eski bir hanayın karşısında imiş ve sel baskınından kurtulmak için eski hanayda yaşayanlar ve düğündeki birçok kadın ve çocuk yeni hanayın sel felâketine daha dayanıklı olduğunu düşünerek yeni hanaya geçmişler. Sel baskınında eski hanay sapasağlam yerinde dururken, yeni hanay yıkılmış ve içindekiler sel felâketinde hayatlarını kaybetmişler. Eski hanay hâlâ yerli yerinde duruyormuş.

Bu sel felâketi, 1894 yılında meydana gelmiş ve ölenler “Seylâp Şehitliği” adında bir kabristana defnedilmişlerdir. Leymosun veya diğer adıyla Limasol kentinin “Bayazid Sokağında” oluşturulan bu kabristandan bugün hemen hemen hiç iz kalmamıştır. Belirtmemiz gereken bir önemli husus da şudur:

Olay her ne kadar Adanın İngiliz Yönetimi zamanında geçmişse de Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid Han bu felâketin yaralarının sarılması amacıyla oldukça büyük bir mali yardımda bulunmuştur.

Ayrıca Yunanistan ve İngiliz valisi ile eşinin de parasal yardım yaptıkları söz konusudur. Ölenler arasında Rumlar da vardır.Nitekim Ayandon kilisesi yerle bir olmuş, kilisenin çanı ta denize kadar sürüklenmişti; bunun için Yunanistan da yardım etmek durumunda kalmıştır. Onlardan da ölenler olmuştu. Lâkin sel kurbanlarının çoğunu Müslüman Türkler oluşturuyordu. Şehit olan Türk hanımlar avuçlarındaki kınadan anlaşıldılar. Sular çekilinceye kadar aradan üç gün gibi bir süre geçmiş ve cesetler şişmişti.

1936 yılında köprünün seller tarafından yıkılması sonucu Baf'ınAşelya deresinde şoförüyle birlikte denize sürüklenerek boğulan çok değerli genç ve yetenekli avukatlarımızdan Vreçça kökenli Süleyman Şevket'in anısına kaleme alınan Türkçe ve Rumca ağıtlar o dönemlerde dillere destan olmuştu. Avukat Süleyman Şevket, Kıbrıslı bir beydi. 1908( Azinas’a göre 1906 doğumludur) yılında Kıbrıs’ın Baf kazasında bulunan Vreçça Türkçe adıyla Dağaşan köyünde dünyaya gelmiştir. Babasının adı Mehmet Kemal Cemal’di. Kardeşi Mahir Adataş Beyin 1993 yılında Ankara’da yayımlamış olduğu Avukat Süleyman Şevket’in Yaşam Öyküsü isimli kitabında verilen bilgilere göre babaları Mehmet Kemal Cemal Efendi, Baf kasabasında Hâfız Ali Efendi medresesinde yetişmiş ve öğretmenlik formasyonu kazanmış birisiydi. Annelerinin adı Rahime Süleyman olup okur-yazarlığı bulunmayan bir ev hanımıydı.

Şevket, doğduğu zaman annesi ile teyzesi arasında adeta paylaşılamaz olur, gece annesinde kalan Şevket gündüzü de teyzesinde geçirir. Teyzesi ve eniştesi tarafından da çok sevilen bu çocuğu neticede eniştesi bizzat okula yazdırır. Derslerinde fevkalâde başarılı olan Süleyman Şevket, liseyi 1926’da pek iyi dereceyle bitirdikten sonra İstanbul’da Hukuk Fakültesinde yüksek öğrenimine devam ederek mezun olur. Kıbrıs’ta o dönemlerde avukatlık yapabilmek için Londra’da birkaç yıl hukuk tahsili görmek kaçınılmazdı. Bu nedenle Londra’ya giderek üç yıllık bir “Barrister-at-Law” eğitimi gördükten sonra 1933 yılında vatanı olan Kıbrıs’a dönerek Bafkasabasında avukatlığa başlar.

Avukatlığa başladığı yıl 4 Ağustos 1933 tarihinde Kıbrıs Avukatlar Barosuna da kaydını yaptırdığı bilinmektedir. Aynı zamanda “Kıbrıs Türk Atletizim Birliği” olan Yıldız’ın da kurucusuydu. Kıbrıs’ta gerek Rum gerekse Türkler tarafından çok sevilen ve başarılı bir meslek icra eden bu genç avukatımız maalesef henüz 27 yaşındayken 4 Aralık 1936 yılında bir sel felâketinde şoförüyle birlikte sulara kapılarak bu dünyadan göç etmiş, tüm ailesini ve kendini tanıyan Rum-Türk herkesi mateme boğmuştur. Bu yetenekli Türk avukat, o dönemde yaşamış olan Türk ve Rum ozanları öylesine etkilemiştir ki ölümünün ardından her iki dilde ağıtlar yakılmış ve senelerce bu ağıtlar halkın dilinde yaşamıştır.

Mustafa Hulusi’nin bu eseri Rum halk ozanı Azinas’ın eserinden pek de aşağı değildir. Güzel bir Rumca ile söylenen bu eser şairinin ilk ağıtı olmasına rağmen gerek dili gerek kafiyelenişi gerekse dizelerdeki sağlamlığı açısından son derece başarılıdır. Türk halk ozanının Azinas’tan farklı olarak işlediği bu sel felâketinde diğerlerine değinmediği, daha çok köylüsü ve akrabası olan ünlü Avukat Süleyman Şevket’ten bahsedip onun acı dramını dile getirdiği görülmektedir. İyi bir tahsil gördüğünden söz ettikten sonra ailesinden bahsederek ana-babasının isimlerini vermesi, büyük kardeşi olan Mahir beyden söz açması da Azinas’tan farklı olan özelliklerdir. Bu arada onun eğitiminde son derece etkin olan eniştesi ve teyzesinden de bahsettiği görülür. Bu genç yeteneğin ölümünden anne, babası kadar onların da etkilendiği dizelerde dile getirilmektedir. Bu ağıtta Hristiyan ve Müslümanların birlikte göz yaşı döktükleri ve Şevket için dövündükleri de görülmektedir. Bu arada Kıbrıs Türk yaşamına ışık tutacak olan önemli çizgiler bulunduğu da bir gerçektir. Örneğin Vreçça’danBaf kasabasına giden yol güzergahında mevcut Türk köylerinin ki sonradan oralarda Türkler kalmamıştır. Örneğin; Galatarya,Amarget gibi yerleşim yerlerinin o yıllarda karma oldukları,Galatarya muhtarının da Mahmut isminde birisi olduğu anlaşmaktadır.

Ağıtta özellikle annenin feryadı ve acı içinde oğlunu görebilmek için Baf kasabasına doğru kilometrelerce yolu kat edişi dile getirilmektedir. Bu arada bir zamanlar özellikle Baf kazasında tüm halkın sevip, saydığı aslen Vreççalı olan Dr.İhsan Ali efendinin de cenaze nedeniyle bayılan kişileri ayıldığı da ilgi çeken dizeler arasındadır.