Kültür - Sanat

Fikret Demirağ’ın ölümünün 8. yılında sevgi ve saygıyla anıyoruz

28 Kasım 2010 vefat eden Fikret Demirağ’ın ölümünün 8. yılında sevgi ve saygıyla anıyoruz.

Abone Ol

 

 

Fikret Demirağ, Kıbrıs Türk Edebiyat’nın 'Soyut Şiir' in asıl temsilcisi ve Çağdaş Kıbrıs Şiiri'nin en uzun soluklu imzası olarak bilinen ismidir, yayımladığı 20 şiir kitabıyla 4-5 farklı şiirsel etkilenmeyi eserlerine de yansıtmıştır. Atilla İlhan, İkinci Yeni, Toplumcu şiir, 1974 Kuşağı şairleri ve yanı sıra, Özdemir İnce'nin şiir, yazı ve çevirilerinden izler göze çarpmaktadır. Başlangıçta İkinci Yeni'nin en önemli kalemlerinden biri olarak öne çıkan Demirağ, 1970'den sonra M. Kansu ile birlikte toplumsal gerçekçi şiirin en kuvvetli temsilcileri haline gelmiştir adına toplumculuk denmesine karşın, şiirlerinde egzotik, fütürist izler ağırlık basar. Örneğin savaşa karşı haykıran 'Umut ve Dehşet Çağından Şiirler' adlı kitabında, 25 kadar yabancı ülke ya da kentin, aynca Merih, Jüpiter gibi gezegenlerin adlan geçer. Ne var ki, daha birkaç yıl önce yıkıcı bir savaşa sahne olan Kıbns'ın ya da Ada'yailişkin herhangi bir şeyin geçmez.

1980'li yıllarda, "1974 Kuşağı" adıyla anılacak şairlerin ortaya çıkışından sonra, Fikret Demirağ'ın şiirine Kıbrıs motifi daha çok girecek, 'Kıbrıslılık' kimliği en ileri noktalara taşınacaktır. Nitekim şair verdiği bir röportajda bu gerçeği, "Ben Kıbrıs'ın tarihini tersinden okuyup şiirini yazdım" şeklinde ifade etmektedir.

Fikret Demirağ'ın şiiri tarihin derinliğini, mitolojinin esnek hayal iklimiyle harmanlanır. Akdeniz insanı genelinde Kıbrıs insanı gerçeğine eğilen bir süreçte şiirin olgunlaştırıştır.

Şairin Şiir Anlayışı

            Fikret Demirağ,Kıbrıs Türk şiirinin en üretken şairlerinden birisidir.  M.Kansu’ylabirilkte “İkinci Yeni” akımının Kıbrıs’taki ilk temsilcileri  olmuşturlar . ‘Soyut Şiir’ in  temsilcisi ve Çağdaş Kıbrıs Türk Şiiri’nin öncülerinden olan şair, yayımladığı 20 şiir kitabıyla farklı şiirsel denemelerini eserlerine yansıtmıştır. İlk başlarda Özdemir İnce’nin etkisiyle İkinci Yeni,Soyut Şiir, Toplumcu-Gerçekçi ve gerçek Kıbrıs kimliğini yansıttığı şiirler dönemi.

            Toplumcu şiirin en önemli temsilcisi olarak bilinen Fikret Demirağ, adına toplumculuk denmesine karşın, şiirlerinde egzotik, fütürist izler ağırlık basar. Örneğin savaşa karşı haykıran ‘Umut ve Dehşet Çağından Şiirler’ adlı kitabında, 25 kadar yabancı ülke ya da kentin, ayrıca Merih, Jüpiter gibi gezegenlerin adları geçer. Ne var ki, daha birkaç yıl önce yıkıcı bir savaşa sahne olan Kıbrıs’ın ya da Ada’ya ilişkin her hangi bir şeyin adı geçmez.

Kendisi bu dönem için şöyle der: “Ben bir dönem sonra biraz ikinci yeni dediğim daha kapalı ama hiçbir zaman daha kapalı bir şiir olmadı. Dikkatli okuyan biri rahatlıkla yani İlhan Berk’in dediği gibi “anlamı tam silmek istiyorum” gibi bir şey bende olmadı. Onda var mesela bir yerde dedim ki ne olacak bir sürü şeyler yazdım. Behçet Necatigil’e de beğendirdim Özdemir İnce’ye de beğendirdim ama ben başka bir şey yapmak istiyorum. Böyle bir huzursuzluğum vardı ve bazı şiirlerde daha kimlik gibi bir derdimde yok ve başladım Zivania, Nor ve Köftel gibi türkü eşiğine bir farklılık yaratmak gibi ilkelde olsa böyle bir başlangıç yaptım ve bunları “DAYAN YÜREĞİM” adlı bir kitapta yayınladık. Kıbrıs’a hala değinemiyorum, değinemiyorum değil Kıbrıs için hazır değilim böyle diyelim. Bu defa şeyi anlatamıyorum ki “UMUT VE DEHŞET ÇAĞINDA ŞİİRLER” diye bir kitap sonra “DİNLE ŞARKIMI”     diye o kitapla da tamamen evrensel konular atom bombası ne bilim uzaya gidilip geliyor bir yandan da insanlık aç falan bu tür şeyler yazıyorum. Bir titreşim havada bir nükleer korku bu tür şeyler yazıyorum kıyısından köşesinden Kıbrıs’a da bir gönderme var ama istediğim şiir oda değil evrensel bir şeyler yazdım bir şeyler derken küçümsediğimi zannetme onlara sahip çıkıyorum…

Fikret Demirağ’ın şiirine Kıbrıs motifi daha çok girecek, ‘Kıbrıslılık’ kimliği en ileri noktalara taşıyacaktır. Nitekim şair verdiği bir röportajda bu gerçeği, “Ben Kıbrıs’ın tarihini tersinden okuyup şiirini yazdım”  şeklinde ifade etmektedir.

İşte esas şiir dönemi ve kendini bulduğu dönem toplumcu-gerçekçi şiiri yazmayı bırakıp 1992 yılında Galeri Kültür Yayınlarından arka arka çıkan şiir kitaplarıdır. “Acılı Bir Yurt-Limnidi Ateşinden Bugüne” eseri Kıbrıs Türk şiiri ve şair için bir dönüm noktasıdır.

Eseri için şair şöyle der: “Yetmiş dörtten sonra ne zamanki bildiğimiz alt üst oluş yaşandı ve insanalar gelemeye ırkçılık yapmak istemem ama o gün bir kafesin içinde olduğumuzun bilincine vardım ve dedim ki zaten bu şiirde benim değildi. Yahut da ben kimim ve kendimi bir Türk gibi hissetmiyorum ben dedim Kıbrıslılarında dünyada da bir çok insanın Türk Rum olduğuna falan inanmıyorum. Bir melezleşme söz konusu kendimi daha çok niye yani bu ülkede ben niye bin beş yüz yetmişle başlayan bir şeyin ürünü olayım. Salamis’i yapanlarda benim dedelerimdir yada ne bileyim belki neolitik dönemlerin insanları da benim atalarımdır. Belki belkinin de ötesinde Kıbrıs tarihi ile ilgili tabi resmi olmayan kaynaklara da eğilerek. İnsanın Kıbrıs’ı ilk Hristiyan ülkesi olarak tanıyan havarilerinin gelip gittiği kutsal dediği kitapların odak noktasında bir ada olduğuydu. Sümerler eski Mısır ve Arap vb.bütün bunların ortaya koyduğu birikimin bende mirasçısıyım bende bir parçasıyım gibi bilinçle sorgulaya sorgulaya “Limnidiyi” yazmaya başladım…”

            Şair bu dönemde arka arkaya “Hüzün Ana”, “Sırrı Dökülmüş Kökayna”, “Yalnızlık Gece Müziği”,” Alfa ve Omega”, “Şeker Suya Düştü” adlı eserleriyle tam bir olgunluk dönemine ve esas özüne döner şair bu dönem için şöyle der: ““Hem şiir hem değil hem yazı hem değil başka bir şey ama şiir parçası ben gene şiir parçası olarak görmeyi tercih ediyorum yani projelenmiş bir şey. Ondan sonra arkası geldi korkunç acı duyuyorsun bir takım şeylerden ve ben içimizdeki zehrin dışarıya akıtılmasının birkaç yolu olarak mesela “tarihle yüzleşmek, kendi kendimizle yüzleşmek en başta eteklerdeki taşı karşılıklı dökmeye davet etmek herkesi karşı tarafı da, karşı taraf derken karşı taraf öteki benim için üç çeşit; bir biz ve öteki , herkesin taşı dökmesi gerek ve duyuyoruz falan yerde toplu mezar var , filan yerde insanlar öldü toplu olarak gömüldü, bazı yerleri bende biliyorum. Kadınların en fazla zarar gördüğünü biliyoruz. Kadınların ağzındanmış gibi “HÜZÜN ANA” diye bir kitap yazdım. Biz bu toplumun vicdanı ve belleği olmaya çalıştık, tek başıma değil yani. Sonra “SIRRI DÖKÜLMÜŞ KÖK AYNA” , kibir bir diziyi oluşturur nostaljik gibi gördü çocukluğa dönüş ama sırf nostalji olsun diye yazılmış bir kitap değil tabi. Onlarda hep ayrı ayrı yazıldı sonradan böyle yan yana tematik sıralamada kitapmış gibi yani sıralama tek tek her biri ayrı ayrı yazdırdı kendini sonradan sıralandı böyle bir içerik çıktı. Eskiye de saptanmış kalmayalım eskiye, eskide kalma bir hasretleri vardı bu insanların Kıbrıslıların onlarda bilincin yani anılar biçiminden hani şey gibi değil nerde o günler molihiya, ayıklardı kadıncıklar gibi değil fakat daha naif olduğumuz bir dönem olmuştur mutlaka. Bu ganimet dönemlerinde önce falan Kıbrıslılar sanki biraz daha saftirik miydi ya da ben mi öyle hatırlıyorum. O döneme ait şeyler yazdık ; komşularımı yazdım, kendi aşklarımı yazdım mesela benim ilk aşklarımdan biri Rum kızıdır ve çok acı bir şey öldürüldüğü gün MarkosDragos, o Rum kızı benimle merhabayı kesti. Mesela öyle bir zararda gördüm yani neyse şimdi bütün onları da yazıyorsun onlarda sırrı dökülmüş hepsi tematik bir geçmişe yönelik olduğu için onları da küçük bir kitapçık haline getirdim.

Bozulmakta kokuşmakta devam eden bir toplum yapısı ve insan yapısı her gün biraz daha kötüye gider. Onları da “YALNIZLIK GECE MÜZİĞİNDE” ve onun devamı var bir kitap daha “ALFA VE OMEGA” DİYE VE “ŞEKER SUYA DÜŞTÜ”. Denktaş bir sözü şeker suya mı düştü Kıbrıs konusu mahalli konusunda bende şeker suya düştü evet alarak değil kitabıma öyle bir isim verdim ve daha yayınlanmadı onlar yani dörtlü gibi görünen ama aslında altılı olan böyle bir şey yaptım ve sanıyorum dönemin sözünü ettim işlevi görürse o bana yeter…”

Şener Levent, “Toplumsal yaraları kendine dert edinen, başkasının derdini kendi derdi olarak gören ve kendiyle ilgili olmasa da her haksızlığa baş kaldıran kaç kişi var ki aramızda?”  diye sorarken, “İşte bunlar için çarpan bir yürek” dediği Demirağ’ın şiirindeki zengin ve çok yönlü üretimin kaynağına işaret eder.

            Dizeye ve imgeye önem veren şair, halk şiirinden esinlendiği yalın ve lirik şiirleriyle öne çıkmış ve başarılı olmuştur. “İmgeleri yoğun, çağrışımları geniş bir Aşk Şairi”  olmanın yanı sıra, zengin bir lügatin sahibi, şiirinin titiz bir işçisidir aynı zamanda.

            Fikret Demirağ’ın şiir serüveninin bugün içi ulaştığı yer, bu zorlu ve karmaşık ‘kıldan ince kılıçtan keskin sırat köprüsü’nden geçerken tükenmek bir yana; sürekli yenilenen tematik ve estetik bir genişlik, değişerek korunan bir yerellik ve ötekilerle, sınırların ötesiyle etkileşim sarmalında daha da derinleşerek daha da yetkinleşiyor, kalıcılaşıyor ve kendi sınırlarının içinde ve ötesinde herkesin şiiri haline dönüşüyor.

            Kendi kendini yenileyen ve Kıbrıs Türk şirini bir yola koyan Fikret Demirağ, Türkçeyi ustaca kullanışı, şiir biçemini ve dilini çok iyi bilen bir şairdir. Kıbrıs şiiri deyince ilk beşin içinde olan hoca, kendisinden sonra gelen kuşağa büyük bir ilham kaynağı olmuştur.

Fikret Demirağ Kimdir?

10 Ocak 1940'ta Lefke'de (Kıbrıs) doğdu. Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Türkçe Bölümü'nü bitirdikten sonra (1960) Kıbrıs'ın çeşitli ortaokullarında 28 yıl öğretmenlik yaptı. Emekli olduğu 1989'dan 2001 yılına kadar Kıbrıs gazetesinin kültür-sanat sayfasını yönetti.

1960'lı yıllardan bu yana Kıbrıs Türk şiirinin geçirdiği bütün aşamalarda, kendi şiir serüveni çerçevesinde  imzası bulunan şair, özellikle 70'li yıllardan başlayarak, gittikçe yoğunlaşan bir şiir dili arayışıyla, kendi retoriğini oluşturdu. M.Kansu ile birlikte,Kıbrıs’ta İkinci Yeni Hareketi’ni başlattı.

Çeşitli dönemlerde, arkadaşlarıyla çıkardığı Şölen (1961-62), Sanat Postası (1965-66), Çağ-Der (1979-80), Pygmalion (1993-96) gibi sanat-edebiyat dergileri, yönettiği Halkın Sesi, Kıbrıs, Yeni Düzen’in kültür-sanat sayfaları, kurucuları arasında yer alıp başkanlıklarını üstlendiği yazar ve sanatçı örgütleri, radyo ve televizyonlarda yaptığı şiir programları ile de Kıbrıslı Türkler’in edebiyatında sürekli etkin olan Fikret Demirağ'ın, şiirleri bazı yabancı dillere çevrildi, ödüllendirildi, oyunlaştırıldı ve bestelendi.

YAYIMLANMIŞ ESERLERİ:

1-İkinin Yaşamı ( M.Kansu’ylabirlikte,Ankara, 1959), Şiir

2-Tutku (İlhan Tezel ile birlikte,Ankara, 1960) , Şiir

3- Esperanza ( Lefkoşa,1962) , Şiir

4- Açar Yörüngeler Çiçeği (Lefkoşa, 1963) , Şiir

5- Aşkımızın Şarkıları (Lefkoşa,1965) , Şiir

6- Kısa Şiirler Durağı (Lefkoşa,1968) , Şiir

7- Ötme Keklik Ölürüm (Lefkoşa, 1972) , Şiir

8- Dayan Yüreğim (Lefkoşa, 1974) , Şiir

9- Umut ve Dehşet Çağından Şiirler (Lefkoşa , 1978) , Şiir

10-Dinle Şarkımı (Lefkoşa, 1981) , Şiir

11-Akdenizli Şiirler ve Aşk Sözleri (Lefkoşa, 1984) , Şiir

12-Adıyla Yaralı (Ankara,1986) , Şiir

13- Rüzgarda Ozan Türküleri (Lefkoşa, 1986) , Şiir

14- ACILI BİR YURT İÇİN:

15-Limnidi Ateşinden Bugüne (l.Kitap, Lefkoşa, 1992), Şiir

16-Hüzün Ana (2-Kitap, Lefkoşa ,1992),  Şiir

17-Sırrı Dökülmüş Kökayna& Yalnızlık, Gece Müziği (3. ve 4. kitaplar, 1994 - 1994 Türk Bankası Ödülü, 1995 M. Necati Özkan Ödülü, Lefkoşa) , Şiir

18- Seçme Şiirler (Lefkoşa, l994) , Şiir

19- Şiirin Vaktine Mezmur (Lefkoşa 1996) , Şiir

20- Eros 'un Oku (İstanbul,1997) , Şiir

21- Alfa ve Omega (Lefkoşa, 1999) , Şiir

22- Tanrı Müziği Bir Sessizlikte-Seçme Şiirler 2-(Lefkoşa,2002) , Şiir

23-Ada’mın Sahilinde(İstanbul,2005),Şiir

ROMAN:

1.Yağmur Ağaçları,1963

2. Şu Müthiş Savaş Yılları,1985,Anı-Roman

Birgün ozanlar da ölür

Ozanlar da ölür birgün

Kar yağar dağlara dağlara

Gül ışıklar zor tırmanır

Gece yağan ağaçlara

Birgün ölür ozanlar da

Herkes bir çiçek söndürür

Ozanlar da birgün ölür

Ondan sonra bağır, ara,

Sığın pis sular gibi akan

Gangster işi şarkılara,

Ölür birgün ozanlar da

Şarkı kovboyları ölür

Haydutlar doluşur barlara,

Ağaçlar çiçek döker

Aşk dağı gürültüyle çöker

Bir jet gürültüyle geçer

Gökmaviyi yara yara,

Atletler koşarken göçer

Çalgılar karanlıktan su içer

Karanlıklar demir otları biçer

Ozanlar da ölür birgün

Kar yağar dağlara dağlara

Kırlara damlara ağaçlara,

Bir serçe kartala uçar

Bir serçe kartala uçar

Bir serçe kartala uçar…

Garson korsana gül getirir!

                                                           1972

YAŞLI BİR AKDENİZ EZGİSİ

Hepimizin yüzünden

hırçın bir ırmak geçmiş gibi,

izini uğultusunu bırakmış;

beyinlerimizde bir yerde

akıp duruyor hâlâ

suları kan köpüre köpüre

Şimdi yaralı portakal çiçekleri

kımıldıyor yüreğimde

Birer kıyı balığıydık

yıllarca yıllar önce

kendi ılıman denizimizde,

şimdiyse zamanların açtığı

yaralarımız kanıyor

hırçın sular üzerinde

Bilge zeytin ağaçları sallanıyor

sevgilimin gözlerinde

Bizi acıyla sözlediler, ama

ey barış, biz senin nikâhlınız;

seninle gireceğiz eninde sonunda

şarkıların altından geçip

ve silahlarımızı dışarda bırakıp

güzel günlerin dünya evine

Hırçın bir uçakgemisiyle çarpışıyor

gözlerim Akdeniz'de

Kızkardeşimin sevdiği

ölü bir adamdır şimdi,

ama sağ bir adamdı sevdiğinde;

şimdi yanıt veremez artık

yürekleri ikisinin de

bu gökler altındaki aşk sözlerine

Torpillenmiş denizaltıları

şimdi yürekleri su diplerinde

AKDENİZLİ

Bir sevdayla sevişmeyi bilmeyen

Akdenizli değildir

bir gövdeyle sevişmeyi bilmeyen

Bir rüzgârla konuşmayı bilmeyen

bir bulutla bir acıyla

birDor taşıyla konuşmayı bilmeyen

Bir mevzi çukurunda kurşun atarken

torbaların arasında açan çiçekle

gözlerini seviştirmeyen

Bir sevdanın mezar taşıyla

bir umudun külleriyle konuşmayı bilmeyen

Akdenizli değildir.

Üç savaşın dehşetiyle gözleri

büyüyüp iri kalmış

kadınlarla çocuklarla gözleşmeyi bilmeyen 

Kanın kıyımın ölümün ortasında

barışla sözleşmeyi bilmeyen

sevgiyle acıyla buluşmayan yüreği

Bir uçurtma, ya da sünnet düğünü

karşısında bilmeyen çocuklaşmayı

Akdenizli değildir

Bir zeytinden, yasemimden, sevişme çalgısından

kanının debisi yükselmeyen

değildir Akdenizli

Bir kadınla sevişmeyi bilmeyen

Akdenizli değildir

Bir yangınla sevişmeyi bilmeyen.

İKİ BOŞ DENİZ KABUĞU

"Ben değiştim" gözleriyle bakıyor

karşımdaki 'yabancı',

biliyor ki ben de 'eski ben' değilim,

ve bunu dillendirmeme konusunda

-sanki- sessiz bir sözleşme var aramızda;

birimiz konuşurken (dalgın sözcükler

uçuşurken bezginlikler odasında),

öbürünün aklı uzaklarda oluyor

(bir Aşk'ın 'narenciye bahçesi' kuruyor o

                                                        'uzaklar'da).

Arada bir birbirimize 'uyandığımızda'

o uzak, eski Aşk'tan

gazel yapraklar yağıyor aramıza.

Artık başlıca işimiz -hiç çaresiz-

birbirine ölen iki ruh ve gövdenin

acıklı seslerini dinletmek birbirimize.

Onca yaşanmışlıktan geriye kalan:

içlerinden 'hiçliğin' uğultuları gelen

iki boş deniz kabuğu işte.