Kültür - Sanat

Çağın Zort ve Bülent Fevzioğlu’ndan yeni bir kitap: Kıbrıs Türk Edebiyatı’nda Öykü Yazarı İlk 15 Kadın

Abone Ol

Kıbrıs Türk Edebiyatında ve eğitiminde kadınlarımızın öncü rolü çok önemlidir. Kadınlarımız Atatürk İnkılaplarına uyum sağlayarak birçok alanda kendilerini göstermişlerdir. Eğitim alanındaki ilk kadın öğretmenlerimiz hem şiir yazmış hem de öykü yazmıştır ve dönemin gazete ve dergilerinde bunları yayımlamışlardır. Kıbrıs Türk edebiyatının iki usta kalemi Yrd.Doç.Dr.Çağın Zort ve Bülent Fevzioğlu’nun birlikte hazırladıkları “ KIBRIS TÜRK EDEBİYATI’NDA ÖYKÜ YAZARI İLK 15 KADIN”adlı eser Berikan Yayınları arasından çıktı. 200 sayfalık eserde 15 öykü yazarı kadınımızın yer almaktadır. Kadınlar üzerine çok az araştırmanın yapıldığı ülkemizde böylesi kitapların çoğalması dileğiyle.

Yazarlar eserleri içi şöyle diyor: “Eski basınımız üzerinde yapılan araştırmalar çerçevesinde ilk kadın öykü yazarımız olarak, Vecihe Hulûsi Hacıbulgur görülmektedir.

Ancak bu bilgi; eski basınımıza ait kimi gazetelerle kayıp nüshaları dikkate alındığı zaman, ortaya çıkabilecek başka belgelerle değişebilir bir durumdadır.

Bu gerçeğimizden hareketle, eldeki en eski gazete ve dergilerimiz incelenebildiğinde, bir kadın imzasıyla ulaşabildiğimiz en eski basılı öykü, 1943 tarihli SÖZ Gazetesi’nde Vecihe Hanım’a aittir.

Bir kadın imzasıyla, günümüzden (2023) 80 yıl önce Kıbrıs Türk Edebiyatı’na Vecihe Hanım tarafından kazandırılan bu öyküden hareketle ve mümkün olduğunca kronolojik bir sıra izleğinde ulaşabildiğimiz ‘‘Öykü Yazarı Kadınlar’’ımızın toplamı bugün için, 25 imzadan ibarettir.

Yineliyoruz:

Bu sayı kesin bir sayı değil, özellikle eski basınımız üzerinden ortaya çıkabilecek başkaca kadın imzalarıyla değişebileceği gibi, yapmış olduğumuz araştırmalarımıza karşın yakın döneme ait olarak da ulaşamadığımız gazete, dergi ve kitap yayınlarında da ‘‘Öykü Yazarı Kadınlar’’ımızın olması mümkündür.

Kitabımızın; aynı konu üzerinden, sonraki yıllarda yapılabilecek başkaca çalışmalara kaynak olacağına ve ulaşılabilecek yeni imzalarla daha da zenginleştireceğine inanmaktayız.”

Vecihe Hulûsi HACIBULGUR

1912 yılında Lefkoşa’da doğdu. Liseyi bitirdikten sonra, geçici olarak Mağusa Genel Hastanesi’nde hemşirelik yaptı. Bir süre sonra İngiltere’ye giderek öğretmenlik kursu aldı ve Kıbrıs’a döndükten sonra çeşitli ilkokullarımızda öğretmenlik hizmeti verdi. 1940’lı yıllarda yayımlanan kimi gazetelerimizde kısa öyküleri ile görüldü. Kıbrıs Türk Öğretmen Koleji’nin kurucuları arasında bulundu ve ardından da bu Kolej’in Müdiresi oldu. Lefkoşa ve Limasol ilkokullarında Müdirelik görevleri üstlendi. 1960’lı yılların başında Fransa’ya gönderildi ve orada hızmetiçi eğitim kapsamında pedagoji eğitimi aldı. Fransa’dan döndükten sonra, yaz okullarında ilkokul öğretmenlerine hızmetiçi eğitim verdi. 1979 yılında, Lefkoşa’da, 65 yaşında aramızdan ayrıldı.

Sukût (Söz Gazetesi, 1943) Kıbrıs’ın saf ve berrak semasında yükselen altun güneşin şuaları tül perdelerden geçerek yumuşak yastıklara gömülen bir yığın saç demetinde kızıl akisler yapıyor, siyah kıvrımlar vahşi bir güzellikle yanıyor, parlıyordu… Acaib bir sıkıntı içinde gözlerini açan genç kız, komodinin üzerindeki küçük saate baktı. On biri çeyrek geçiyordu. İffet, demek ki bu kadar uzun uyumuştu… Gerindi, esnedi, yataktan fırlayarak ipek penivarını omuzlarına aldı, banyoya koştu. İki saat sonra eniştesi ve teyzesi ile sofrada konuşurken bir çiçek kadar güzel, temiz ve cazibti… Akşamki eğlenceden bahsettiler. Genç kızın uzun kirpikli siyah gözlerinde bir alev tutuştu, yandı. Yorgunluğunu bahane ederek odasına çekildi ve bir kitap alarak şezlonga uzandı. Kıbrıs’ın en asil ve kibar ailelerinden birinin kızı olan ve daha kundağında ilk tebessümünü talim ederken ana şefkatinden mahrum kalmak felâketi ile karşılaşan küçük İffet, dört yaşına geldiği zaman babasını da kaybetmişti. O zaman bir senelik evli bulunan ve çocuğa hasret çeken genç ve güzel teyzesi ile zengin bir tüccar olan eniştesi İffet’i bağırlarına basmışlar, ona öksüzlüğün meraretini hissettirmeden terbiye ve tahsiline itina etmişlerdi. 18 yaşında liseyi pek iyi bir derece ile bitiren İffet’in şerefine bu akşam bir ziyafet tertip etmişti. Bu ziyafete İffet’in en yakın arkadaşları, Kemal Bey’in de bir iki tüccar dostu ve bir sene den beri Kıbrıs’ta bulunan, kendisine İstanbullu zengin bir tüccar evlâdı süsü veren Ay Tekin iştirak etmişti. Kalbinden musdarib bulunan teyzesi, İffet’in memnuniyeti için hizmetçilere sıkı emirler vermiş, büfeye bizzat nezaret etmişti. Hanımefendi salonda bir koltukta oturuyor, Kemal Bey nazik, samimi ve misafirperver dolaşıyor, davetlilerin istirahatini temine çalışıyordu. Davetliler hep ayni seviyede insanlardı. Yalınız Hanımefendi, Ay Tekin’in bulunmasını pek hoş görmüyor, birkaç lisanı mükemmel konuşan, zarir ve nükteli sözlerle, serbest tavırlarla kadınlara hitap eden ve tecrübesiz genç kızlara hulûl etmeğe muvaffak olan bu güzel adama baktıkça acaib bir sıkıntı duyuyor, garib bir şeamet kokusu hissediyordu. Hakikatte, en kenar ve en bayağı bir semtten yetişen Ay Tekin, her gittiği yerde muhtelif isimler taşıyan; para hatırı için her adiliği yapmaktan çekinmiyen, katil, sefih, yalancı ve ahlâksız bir adamdı. Mirasına konmak için amcasını öldüren bu sefil mahlûk adaletin pençesinden firara muvaffak olmuş, Kıbrıs’a kaçmıştı. Bütün adiliğini hafif bir terbiye yaldızı ile örtmeğe muvaffak oluyor, kurnazlığı sayesinde hüviyetini herkesten gizliyordu. Kemal Bey’le bir kolayını bularak dost olmuş, ona muhayyel çiftliklerden bahsederek bir şerik aradığını ileri sürmüştü. Büyük bir ticaret yapacaklar; az zamanda milyoner olacaklardı. Bir çok meziyetlere malik temiz ve namuslu bir insan olan Kemal Bey’in paraya biraz zaafı vardı. Bu hayal ile kendinden geçiyor, genç serseri ile sık sık buluşuyordu. Kemal Bey, aynı zamanda onu kendisine damat yapmağı da düşünüyor, bu güzel ve zengin adamı, çok sevdiği güzel İffet’i için çok münasib bir hayat arkadaşı olarak görüyor, fakat bu sürprizini hem karısından, hem de İffet’ten saklıyordu. Zaten karısı da bu günlerde bir acaip olmuştu. Kendisinin pek takdir ettiği bu genç adama karşı sebebsiz bir husumet gösteriyor, onun, evlerine değilse de, mağazaya sık sık gitmesini hoş görmüyordu. Karı koca, birbirine tamamıle zıd hislerle genç adamla meşgûl oldukları dakikada, meleklere gıpta verecek derecede masum güzelliğe malik olan ve on sekiz çağının en parlak devresini süren İffet, yeşil bir tuvaletle salona girdi. Bir bayrak direğini andıran narin ve mevzun endamı, fildişi gibi beyaz teni, acaib ışıklarla parlıyan iri siyah gözleri, omuzlarına dökülen siyah dalgalı saçları, kıpkızıl ve biraz kalın yumuşak dudakları, heyeti umumiyesile harikulade güzelliği ile en metin iradelere bile ağını atabilecek bir sihirbazdı. Salonda bir alkış koptu. Bir bahar neşesi ve mehtap ışığı gibi içeriye giren İffet, sanki herkesi büyülemiş, elektiriklemişti. Genç kız, arkadaşları ve yaşlı aile dostları ile selâmlaştı. Ay Tekin’in gözleri parladı, en nazik ve en sevimli hali ile genç kıza yaklaştı, büyük bir hürmetle karşısında iğildi ve genç kızın güzel, biçimli parmaklarının ucuna derin bir hürmetle dudaklarını dokundurdu. İlk defa, dikkatle bakıştılar. Genç kızın temiz ve asil yüzünde bir tabakai ihimrar dalgalandı, dudakları titredi. Ay Tekin’in altun gözlerindeki tehlikeli ışık onun kalbini müphem hislerle sıkmıştı. Arkadaşlarına doğru yürüdü… Yediler, içtiler, dans ettiler, alabildiklerine eğlendiler. Sabaha doğru davetliler, birer birer salonu terk ederlerken Ay Tekin genç kıza yaklaştı, sarı gözlerinin bütün kudreti ile genç kızın siyah ve derin gözlerine baktı ve hummalı bir sesle: Ne kadar güzelsiniz… Size, Kleopatra’nın esirlerinden daha mahkûm bir esir gibi bağlandım, dedi. Katil ve öldürücü dudakları genç kızın bir zambak kadar temiz eline temas ederken, sıcak iki damla gözyaşı da bu temiz eli kirletti. Temiz ve masum İffet, dünyada en iğrenç yalanın, göz yaşı şekline giren olduğunu anlıyamadı. Sanki kalbinde yeni bir güneş doğmuştu. O kadar mesut ve o kadar bahtiyardı ki… Arkadaşlarının güzelliğini medhettikleri18 genç ve güzel adam, kendisini seviyordu… Eniştesi, bir kadeh daha içmeğe oturmuştu… Hasta teyzesini yatağına yatırırken, ihtiyar kadının kendisini derin bir şefkat ve sevgi ile göğsüne çektiğini; rikkat19 ve heyecandan titriyen bir sesle yüzünü, gözlerini öperek, kulağına : İffet, yavrum, dikkat et, kendini iyi muhafaza et, insanlara inanma. Belki her şey geri döner fakat, ‘iffet’ , bir kere yolunu şaşırırsa tekrar geri dönmez. Tanrı seni korusun…’ diye fısıldadığını işiterek, titredi… İhtiyar kadını rikkat ve şefkatle öptü… Güzel başında bütün gecenin yorgunluğuna rağmen, dahili hayat aleminin parlattığı çoşkun bir güneş ziyası ile odasına girdi. Hep onu düşünerek uyumuş ve rüyasında da yine onu görmüştü. Şimdi de teyzesinin kendini tedkik eden nazarlarından yoruluyor, yorgun olduğunu söyleyerek odasına kapanıyordu. Okuduğu satırların manasını anlamadan sahifeleri çeviriyordu. İffet’in, izdivaç hakkında esaslı fikirleri vardı. Hayatta ideali olan erkeği bulmazsa, evlenmiyecekti. Halbuki işte akşam, hayat ona gülüyor, büyük bir saadet vadediyordu. Bu genç, güzel ve sarışın erkek ile artık anlaşacak, onunla bir yuva kuracak, öyle sarı gözlü, sarı saçlı yavrulara malik olacaktı. İkindiye doğru müvezzi bir mektup bırakmıştı. Genç kız heyecanla zarfı açtı ve Ay Tekin’in şu sözlerini gözlerine inanmadan tekrar tekrar okudu : “Güzel İffet, Hayatta benim için ideal kadınsın. Seni seviyorum… Seninle yaşamak istiyorum… Ay Tekin” Ayak seslerinden korkarak, zarfı çekmecesine koydu ve ne söylediğini, ne yazdığını bilmeden, uzun uzun, kalbinin, hislerinin ifadesini kâğıdlara döktü. Bu satırları ona gönderecek mi idi?.. Birdenbire yüzü kızardı, ismetli ruhunda büyük bir azab ve mahcubiyet sezdi. Teyzesinin sözlerini düşündü ve bu satırları bir kibrit çakarak, tutuşturdu…Üç ay geçmişti… Her gün birbirlerine mektup yazıyorlar, aşklarından bahsediyorlardı. Aşkları bir humma, bir kasırga, bir cinnetti… Güzel İffet zayıflamış, gözlerine daha derin bir mana, dudaklarına daha canlı bir ifade gelmişti. Ay Tekin ile birkaç defa görüşmüşlerdi de… Genç kız, her mektubunda onun izdivaç teklifini bekliyor, eniştesinin yüzünü tedkik ediyordu. Kemal Bey, şimdi yalnız muhayel bir servet şerefine şampanyalar açıyor, ziyafetler tertip ediyordu… Güzel İffet, Ay Tekin’in yaptığı teklifleri, gece gezmelerini iradesini zorlamakla reddediyor, günün birinde ona mukavemet edememekten korkuyordu… Zeki ve okumuş bir kadın olan ve bu gibi işlerde insiyaki bir görüş kabiliyetine malik bulunan teyzesi, genç kızın halinde bir fevkalâdelik olduğunu hissetmiş, ona karşı tekayüdünü şefkatini artırmıştı. Bir gün Kemal Bey’e bundan bahsederek, endişelerini anlattı. Kemal Bey, karısının çenesini okşarken, ona, servetlerinden bir parça bahsedip Ay Tekin’i damat edineceğini anlattı. Kadın, içini kemiren şüpheleri, bu adamın başlarına bir fenalık getirmesi ihtimalini, İffet gibi masum bir kızı perişan edeceğini anlattı. İffet’i beğeniyorsa neden talib olmuyordu? Kemal Bey, karısının düşüncelerini çocukça buldu. Mamafih onu rencide etmemek için Ay Tekin ile bu işi yakında halledeceğini anlattı. Buna rağmen onun da içini bir kurt kemirmeğe başladı. Acaba genç adam mahcubiyetinden mi İffet’e talib olmuyordu!.. Bir aralık ona, kendisi söylemeği düşündü, yine vaz geçti. Eski aile terbiyesi, kızını başkasına teklif etmeğe muvafık değildi. Zemin ve zaman beklemeğe, mamafih, onunla münasebetlerini biraz seyrekleştirmeğe karar verdi. * * * Ilık bir yaz gecesi… Kemal Bey’ler, ertesi gün köylerindeki çiftliklerine gidip yazı orada geçirecekler…. Biraz hazırlıkla meşgul olan ve köye gitmeği hiç istemeyen İffet, odasında ışığı söndürmüş, şezlonga uzanmıştı. Riyakâr mehtap olanca güzelliği ile tarlalara, bahçelere, altun tozu serpiyor; kuru topraklara, ağaçlara, efsanevi bir güzellik, bir parlaklık veriyor, uzaktan hazin bir keman sesi yükseliyordu... Genç kızın ruhunda müphem arzular vardı. Ilık hava göğsünü tıkıyor, sanki fikri, ruhu temerküz kabiliyetini kaybediyordu. Birdenbire çalılar çatırdadı, hafif bir ayak sesi, sonra pencerede muhteriz bir iki darbe duyuldu… Genç kız heyecanla doğruldu; ay ışığı altında bir çift sarı ve parlak gözün ince bir niyaz gibi kendisine baktığını, hafif ve heyecandan kısılmış titrek bir bir sesle, şeyler mırıldandığını hissetti. Ay Tekin bahçeye gelmesini, son gece bir mehtab gezintisi yapmalarını teklif ediyordu… Güzel İffet evvelâ mukavemet etti, fakat sonra yavaş yavaş iradesi gevşedi… Adeta sürüklenerek götürülürken, kendinden geçiyordu… Neler söylüyordu… Bu sevgi ile dolu sözlerin, sanki dünya ile hiçbir alâkası yoktu. Maddiyattan uzaklaşıyor, renk, koku ve ışık dünyasına; vehim38 ve hayal alemine yükseliyordu... Güzel İffet zaif bir hareketle tekrar mukavemet etmek istedi, fakat gözleri karardı…Sarı mehtap, sarı ve riyakâr ışıklar, sarı bir süpürge gibi güzel İffet’ini süpürdü… Gecenin sessizliği içinde keman hazin bir rüya gibi yükseliyor, ve hayat, yine eskisi gibi devam ediyordu… Yalınız İffet, gittiği yoldan geri dönemedi…

Özden Selenge, Kıbrıs Türk yazınında öykü ve roman alanında en üretken yazarlardan birisidir. Onun eserlerinde Kıbrıs Türk insanının dilini, folklorik özelliklerini ve geçmiş yaşantının izlerini görmek mümkündür. O ülkesinin aynadaki yansımasını, sözcüklerin dili ve kurgularıyla çok iyi bir biçimde kaleme alıp bizi, bize eseriyle bir sanatçı duyarlılığı ile yansıtmaktadır.

Özden Selenge kendisi için bir kitap tanıtımında şöyle der:

Yazma macerasını "Ben önce yaşadım, sonra yazdım" diyerek anlatan Özden Selenge, öykülerinde anımsadıklarını, dinlediklerini, gözlemlediklerini, unutulmasını istemediği herşeyi kurgusal bir dünya eşliğinde yazdığını.” belirtir.

Yazmış olduğu roman, deneme, öykü, tiyatro, şiir çalışmaları ve açmış olduğu geniş kapsamlı sergileri ile çok yönlü bir sanatçı olan Selenge, yapmış olduğu çalışmalar ile Kıbrıs kültürünü yaşatmaya çalıştığını belirtir.

“Kıbrıs’a aşığım, suyuna, toprağına, kurumuş bir yaprağı bile bana öyle büyük bir mutluluk verir ki ülkemin, her bir karışına hayranım”diyerek ülkesine olan sevgisini dillendiren sanatçı, 22 yıl öğretmenlik yaptığını ve Kıbrıs’ı köy köy gezdiğini ifade eder. “Ben herşeyi öğrencilerimden öğrendim; o küçük yazarlardan…” diyerek öğrencilerine olan sevgisini dile getirir.

Zaman zaman gerek dilinin gerekse anlattığı konuların çok eleştirildiğini söyleyen sanatçı, yapıtlarının Lefkoşa ile ilgili izlenimlerle, geleneksel birtakım davranış biçimleriyle örülerek genişlediğini belirtir. Özden Selenge, Kıbrıs ağzına özgü sözcükleri gayet ölçülü biçimde öykülerine yerleştirdiğini, kitaplarının sonlarına eklediği küçük bir sözlükle okuyucusuna yardımcı olduğunu belirttir. Eserlerinde “kadın” temasını çok işleyen ve kadına verilmesi gereken önem üzerinde duran sanatçı, kadın olmanın çok farklı meziyetler taşıdığını, sanatçı bir kadının aileye, sosyal ortama ve sanata yer ayırmasının zor durumlardan biri olduğunu belirtti. Özden Selenge diğer işlediği temaların ise Lefkoşa evleri, yıkılmaya yüz tutmuş binalar ve orman temaları olduğunu belirtir.