Arkadaşlar yeni öğrendiğim bir durumu paylaşmak isterim. Pazar gün evdeki klasik arabamın benzini bitmiş, farketmedik. Aldım bidonumu benzinciye gittim, abi bidona benzin vermiyoruz, patronun talimatı , belki diğer petrollerden alırsınız dedi. Diğerine gittim ayni cevap bidona veremeyiz dediler. Arabamız yolda kaldı ne olacak dedim? Abi yasaklandı dedi. Kim yasakladı dedim, Polisten dedi. Makul bir sebebi olabilir ancak hem yolda kalan araçlar hem de evdeki jeneratörler için artık bidonla yakıt alamıyoruz. Çözüm nedir? Dikkat edelim yolda kalmayalım ( isteyerek olmaz) yoksa çekici çağıracağız yada gezici tankerler mi olacak? 5 yerine 10 ödeyelim. Jeneratörlerimiz için de eve tanker çağıracağız, olur tabi bu hizmet var zaten, ama saatlerce çalıştı bitti elektrik yok ne olacak hemen gidip alamayacağız tankerin gelmesini bekleyeceğiz. Yolda kaldınız ya çekici ya da arkadaş arabasından hortumlacağız. Aklımızda olsun.
(Ahmet Özant)
Aralık sonları Kıbrıs için acı, gözyaşı ve hüzündür; zorla evlat edinilen Kıbrıs Cumhuriyeti’nin gözü dönmüş milliyetçilik ve kanla ortaklıktan tek hissedarın hükümranlığına evrimleşmesidir. Sokaklarda vurulan masum Kıbrıs Türkleri, mahalleleri ablukaya alınan insanlar, şiddete son verme çağrılarına yenik düşülen bir coğrafya… Barış Gücü konuşlanana kadar 500 civarında insan öldürüldü.
Hristodulidis’in 1963 anlatısı yaralayıcıdır, güven zedeleyicidir; gerçeklerin ve acıların üzerine acıyı katmanlamaktır. Her iki toplum geçmişte yaptıkları hatalarıyla yüzleşmeden barışamaz, tarihi ne biz ne de onlar çarpıtarak bir sonuca ulaşılamaz. Yükselen milliyetçilikten ‘ne koparırsam’ diyerek kendi koltuğunuzu garantiye almaya çalışmak, bu adanın geleceğini kuşatmaya almaktır.
Bir kez daha 1963 Kanlı Noel’i ile başlayan ve hayatı birçok aile için cehenneme çeviren olayların yaşanmaması için öz eleştiri tavsiye ediyorum.
Barış için yüzleşmek gerek, kabullenmek gerek. Hayatını kaybeden her bir bireyi saygı, özlemle ve hüzünle yad ediyorum.
(Mehmet Harmancı)
Kıbrıs’ta ekolojik yıkımı artık sadece merkez sağın kalkınmacı hoyratlığıyla açıklamak mümkün değil. Asıl mesele, neo-liberal aklın hem diğer siyasi partileri hem de toplumun büyük bir bölümünü "suç ortaklığına" sürüklemiş olmasıdır. Bu akıl partileri pasifize ederken, itirazı değil uyumu ödüllendiriyor.
Merkez sol burada masum değil. Tarihsel olarak müşterekleri ve kamusal alanı savunması gereken bu gelenek, bugün aynı yatırım diliyle konuşuyor: “şimdi sırası değil”, “denge lazım”, “alternatif yok” "ihtiyaç"....
Ekoloji mücadele alanı olmaktan çıkıp ertelenen bir dosyaya dönüşüyor. Böylece merkez sol, yıkımın faili olmasa da kolaylaştırıcısı haline geliyor. Toplumsal zeminde ise orta sınıf teslim alınıyor. Gelecek kaygısı, bir üst sınıfa çıkma arzusu, veya en basitinden emeklilik korkusu; “taşa toprağa yatırım” refleksini normalleştiriyor. Tarlalar arsaya dönerken sessizlik hakim, çünkü herkes kendi küçük payını düşünüyor. Emeklilik ya da yatırım amaçlı alınan daireler; patlatılan nüfusun, üniversitelerin ve geçici işgücünün hizmetine giriyor. Kimse bu hazırdan vazgeçmek istemiyor.
Böylece rant, herkesi ortaklığa çağırıyor. Merkez sol politik diliyle, orta sınıf gündelik pratikleriyle aynı düzeni yeniden üretiyor. Kimse tamamen suçlu değil, kimse tamamen masum da değil. Ekolojik yıkım bu yüzden durdurulamıyor çünkü artık bir politika değil, kolektif bir alışkanlık…
(Mete Hatay)




