Rum Yönetimi Başkanı Nikos Hristodulidis’in, 21 Aralık 1963’ten itibaren terör örgütü EOKA’nın yaptığı katliamları övmesi ve ada genelinde yapılan katliamları da “kahramanlık” olarak değerlendirmesi büyük tepki çekti.
Meclis Eski Başkanı, Eski Başbakan Dr. Sibel Siber dün sosyal medya hesabından yaptığı paylaşımda bu konuya dikkat çekti ve “Çözüm müzakerelerinin gündemde olduğu bir dönemde gerçeği inkar etme, empatiden yoksun, hep kendini haklı görme, suçu diğerine atma ruh hali ile bir liderin uyuşmazlık çözümüne liderlik yapması ve başarılı olması mümkün mü?” diye sordu.
Siber, 1961 yılında, Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yıkılmaması için Cumhurbaşkanı Muavini Dr. Fazıl Küçük'ün, dönemin Cumhurbaşkanı Makarios'a yazdığı tarihi mektubun arşivde olduğuna dikkat çekti.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Dr. Fazıl Küçük’ün, Cumhurbaşkanı Makarios’a hitaben 12 Eylül 1961 tarihinde yani Cumhuriyet’in kuruluşundan 1 yıl sonra yazdığı mektup, Cumhuriyet’in yıkılışını hazırlayan nedenlere açıklık getirmesi bakımından çok önemlidir
Mektup, Kıbrıs Cumhuriyeti Bakanlar Kurulu’nda yaşanan sorunları, Kıbrıslı Türklere yönelik etnik ayrımcılığı ve 1960 Kıbrıs Anayasası’na aykırı uygulamaları örneklerle anlatması açısından tarihi bir belge niteliği taşıyor.
Dr. Küçük, Cumhuriyet’in kuruluşunun birinci yılında yazdığı mektubunda, Kıbrıslı Rum bakanların ve üst kademe yöneticilerinin, Kıbrıs Türk toplumuna ve temsilcilerine yönelik usulüz uygulamalarını madde madde ele alarak eleştirirken aynı zamanda Makarios’u, Anayasa’ya aykırı olan bu hukuk dışı uygulamaları sonlandırmaya davet etmişti.
Dr.Küçük’ün Anayasa’ya uymaya davet mektubundan 2 yıl sonra ise Makarios, Kıbrıs Türk toplumunu azınlık durumuna düşürme planıyla, Anayasa’daki on üç maddenin değiştirilmesini önermişti.
Tarihi mektup aşağıdadır:
“ Sevgili Başpiskopos ,
Cumhuriyetimiz, birinci yılını henüz tamamlamış bulunuyor. Bu süre içerisinde itaatsizlik ve aşağılanma olaylarına rağmen, Cumhuriyetimizin ilk adımlarını hiçbir engel olmadan atabilmesi için herhangi bir şikayette bulunmadan yaşananları sabırla izledim.
Bu mektubun amacı bana büyük endişe veren olayları kayıt altına almak ve benzer olayların tekrarlanmasını önlemek için sizin yüce yardımlarınızı talep etmektir.
Öncelikle Bakanlar Kurulu’nda Rum ve Türk bakanlar arasında ortaya çıkan gereksiz ve uzun süren tartışmalara değinmeliyim. Doğrudan ya da dolaylı olarak iki toplumdan birini ilgilendiren bir konu söz konusu olduğunda, maalesef Bakanlar Kurulu otomatik bir şekilde ikiye ayrılmakta Rum ve Türk bakanlar karşı karşıya gelmektedir. Ayrıca özellikle bazı bakanların bu tartışmalar sırasında benimsediği tutum ve konuşma tonu henüz işbirliği ve anlayış ruhu içinde çalışılması gereğini kavrayamadığımızı göstermektedir. Örneğin 1961 yılı bütçe görüşmelerinin yapıldığı toplantılarda Rum bakanların, Türklerle ilgili önerilen hemen her projeye itiraz etmeleri beni hayal kırıklığına uğrattı ve şaşırttı. Türk köylerinin yararına olacak bu önerilere katılmak zorunda kalmalarını, sizin yüce tavsiyelerinize rağmen, öfkeli ve isteksiz şekilde karşıladılar. Bakanlar Kurulu toplantı tutanakları bu tür örneklerle doludur.
İkinci olarak, Bakanlar Kurulu’na sunulan konuların, önceden Rum bakanlar tarafından yapılan toplantılarda karar haline getirildiği ve Anayasal çoğunluğun getirdiği avantajı kullanarak (7/3 oranı)3, Bakanlar Kurulu kararı olarak gerçekleştirilmeye çalışıldığı anlaşıl- maktadır. Bu şekilde, Türk bakanların Bakanlar Kurulu’ndaki mevcudiyeti de formalite durumuna indirgenmektedir. Oysa, Türk bakanların mevcudiyeti, anlaşılamayan konularda görüşlerini belirtmek ve kayda geçirtmekten ibarettir4.
Üçüncü olarak belirli politik konuların Cumhurbaşkan Muavini ve Türk bakanlara danışılmadan, herhangi bir bilgilendirme yapılmadan ele alındığı ortaya çıkmıştır. Birçok kez yerel basının haber sütunlarından, veto hakkımız olan konular hakkında bile kararlar alındığını öğrenmekteyim. En son örnek, Rossides ve Kranidiotis’in Belgrad Konferansı’ndaki Kıbrıs delegasyonuna dahil edilmesidir.
Dördüncü olarak, Kamu Hizmeti Komisyonu görevini yerine getirememektedir. Komisyon üyelerinin mentalitesini biliyoruz ve kamuda 70/30 oranının bu üyelerle sağlanmasını beklemenin boşuna olduğunu görüyoruz. Bu nedenle belirli üyelerin atamalarının sonlandırılmasının yasal durumunu değerlendirmeli ve bu üyelerin katkı sağlamaktan çok komisyon görevlerini engellediklerini görmeliyiz.
Beşinci olarak, büyük hayal kırıklığı yaratan şu üzücü tespitlerimiz var:
Bakanlarımız, Büyükelçilerimiz ve üst düzey yöneticilerimizin çeşitli çevrelere verdiği bu mesajlar Cumhuriyetin geleceği açısından endişe vericidir. “Kıbrıs halkı uluslararası örgütlerde sesini adalet, özgürlük ve self determinasyon için yükseltmiş ancak mücadelesinin karşılığını alamamıştır.” “Bu mücadeleyi Kıbrıs halkı ( tek vücut olarak) Başpiskopos Makarios ve General Grivas önderliğinde yürütmüş ancak maalesef önceden belirlenen ulusal hedefe ulaşılamamıştır. Olumsuz uluslararası etkenler yeni bir durum (devlet )ortaya çıkarmıştır.” “Bu kazanımlar tabii ki sonuçlanmış değildir ve nihai amacımıza ilerlemeye de engel değildir.” “Zürih ve Londra antlaşmaları ile umutlarımız ve hedeflerimiz gerçekleşmiş değildir6.” “Elde edilmiş bir kale vardır ve mücadelemiz devam edecektir.” “Bakan olmamın sebeplerinden bir tanesi de bu pozisyonda savaşçılara (EOKA örgütünde Yunanistan ile birleşme, Enosis hedefi için savaşanlar) daha iyi hizmet edebileceğime inanmamdır7.”
Londra ve Zürih antlaşmaları ve Anayasamızı açıkça kınayan kişilerin sayısı her geçen gün artmakta Cumhuriyet’in güvenliği ve Anayasal düzen açısından sakıncalı olan bu durumla ilgili hiçbir yasal işlem yapılmamaktadır.
Kıbrısta “self determinasyon” konusunun, iki toplum arasında ayrılık ve düşmanlık duyguları yaratacağı, “Enosis” ve “Taksim” konularını gündeme getireceği biliniyordu. Kıbrıs’ın başka bir devlet ile tam veya kısmi olarak birleşmesi yada “ayrılıkçı bağımsızlık” konusu Anayasamızda yasaklanmış olmasına karşın, bu konular üst düzey yöneticilerimiz tarafından teşvik edilmektedir8.
d- Özellikle hükümet çevrelerinde çoğunluğun çıkarlarına aykırı olduğu görüşü ile Anayasamızın belli hükümlerini göz ardı etme eğilimi vardır. Hükümet politikasına karşı olduğuna inanılan Yüksek Mahkeme kararlarının etkisiz hale getirilmesi için yollar ve yöntemler aranmaktadır9.
Son olarak, son bir yıl içerisinde Cumhurbaşkan Yardımcısı’nın otoritesini zayıflatmaya
yönelik şu girişimleri tespit ettiğimi belirtmek, benim için derin bir üzüntü kaynağıdır:
a- Dışişleri Bakanı, kendince bazı sebeplerden ötürü Washington ve New York’taki düzenlemelerle ilgili anlaşmamızı uygulamaya koymamıştır. Bakanlar Kurulu’nun kendisinden dışişleri hakkında kurula rapor sunmasını talep eden kararına uymamış, Sayın Rossides ve diğer büyükelçilerden aldığı yazışmaları bana iletmemiştir. Tekrarlanan taleplerime rağmen Dışişleri Bakanlığı’nda Türk görevlilere görev vermekten kaçınmıştır. Tarafsız bir gözle bu bakanlıkta Türklere ve Türklerle ilgili her şeye yönelik ayrımcılık olduğunu üzülerek söylemek durumundayım. Dışişleri Bakanı’nın üçlü anlaşmayla ilgili Bakanlar Komitesi’ndeki faaliyetleri tarafımdan bilinmemektedir. Türk Bakanlar ve özellikle tam olarak bilgilendirilmesi gereken Savunma Bakanı, “Üçlü Karargah” faaliyetleri ile ilgili bilgi sahibi olamamaktadır10.
b- Rum bakanların yönetimindeki diğer bakanlıklarda da çok farklı bir durum görülmemektedir. Deneyimli ve donanımlı olsalar da Türk memurlar , pasif görevliler durumuna getirilmektedir. Bu konunun en son örneği bir Türk mühendisin amir pozisyonundan alınarak merkezde kıdemli mimar olarak görevlendirilmesidir. Bu şekilde yapılmış diğer bazı çarpıcı örnekler, Maliye Bakanlığı’ndaki Ekonomi ofis yetkilisine, Basın Enformasyon ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı’ndaki idari amirlerine uygulanmıştır.
c- Tarafıma, Türk vatandaşlar tarafından yazılan şikayet dilekçeleri ya uzun bir süre cevaplandırılmakta ya da standart cevaplarla reddedilmektedir.
d- Bazı bakanlara bazı konularla ilgili olarak Bakanlar Kurulu’nda yapılmasını talep ettiğim sunumlar yerine getirilmemiştir.
e- Kıbrıs Yayın Kooperasyonu Genel Direktörü, Türkçe ve Rumca yayınlar arasında ayrımcılık olmaması için elinden geleni yapacağı yönünde bana güvence vermeyi reddetmiştir11.
Tüm bu anlattıklarım ve diğer nedenler göz önünde bulundurulduğunda, bakanlarımızın bizim onayımızla ve anayasaya uygun hareket edip etmediklerinden şüphe etmeye başladığımı burada belirtmeme gerek yok. Bu nedenlerle tavsiyelerimizi, dileklerimizi ve talimatlarımızı göz ardı ederek ve bunlara aykırı kararlar alarak doğru ve Anayasal bir şekilde hareket ettiğimiz konusunu sorgulamaya başladım. Bakanların, Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Yardımcısı’nın tavsiyelerini göz ardı etme eğiliminden korkuyorum. Bu da Anayasal yıkım yaratabilir. Talimatlarımızı gözardı etmeye devam eden bakanlara karşı sert bir duruş almanın zamanının geldiğine inanıyorum. Bildiğiniz gibi bize bağlı Bakanların otoritesini sağlamak bizim sorumluluğumuzdur. Bu bakanların herhangi birini herhangi bir zamanda görevden alma yetkisine sahibiz. Bana göre bakanların Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısı tarafından birlikte verilen talimatlara uygun hareket etmeleri gerektiğini bilmeleri gerekir. Bakanların, Bakanlar Kurulu gündemindeki konuların uygulanmasında özgür olduklarını, ancak Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanı Yardımcısının hemfikir olduğu konularda verilen direktiflere uygun hareket etmelerinin zorunlu olduğunu bilmeleri gerekir. Bu konuda Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkan Yardımcısı’nın otoritesine Bakanlar Kurulu’nda meydan okuyan ve onlar yetkisizmiş gibi davranan belli bakanların tutumuna şiddetle karşıyım.
Bildiğiniz gibi benim amacım zorluk yaratmak değil. Cumhuriyetimizi, Anayasamıza uygun olarak yürütmek istiyorsak, direktiflere uygun davranmayan bakanlar için ciddi tedbirler almamız gerektiğine inanıyorum. Bu nedenle bakanların zamanı boşa harcatacak anlamsız tartışmalarına izin vermemeliyiz. Tartışmalı konuları biz ikimiz önceden görüşür ve bir karara varabilirsek, Bakanlar Kurulu’nun direktiflere uygun hareketi konuları çözmüş olur.Biz ikimizin konuları daha iyi değerlendirebileceğimiz pozisyonda olmamız ve hükümetin politik sorumluluğunun doğrudan bizlerde olması bunu gerektirir.
Bu mektubun içeriğini, gerekli çalışmayı yaptıktan ve görüşünüzü oluşturduktan sonra, sizle görüşme olanağı verirseniz, minnettar olurum.
İçtenlikle,
Dr.F.Küçük”