Urkiye Mine Balman'ın ölümünün birinci yıl

Çok değerli hocamızı geçen yıl böyle gün 29 Nisan sabahı sonsuzluğa uğurlamıştık.. 91 yıllık sanat ve öğretmenlik yaşamında bizlere çok şeyler bıraktı, öğretti. Ölene kadar hep öğretmen oldu, hanım efendiliği, sürekli okuması, kendini yenilemesi, yazmış olduğu sadece içten şiirleri. Onun sonsuz öğreticiliği anlatılamaz, içten konuşması, sakinliği, disiplini, hem geride durarak mütevazi yaşamı bizlere çok şeyler öğretti. Öğretmenim seni çok özleyeceğiz, sevgi ve saygıyla hem seni anımsarken, yazıklarınız bu topluma çok şeyler kattı. Sonsuz ışıklarda kalsın.

Urkiye Mine Balman ülkemizin ilk kadın şairlerinden birisidir. İlk şiir kitabını elli yıl önce 1952 yılında çıkarmıştı. O yıllarda sanatla iç içe olan hocamız öğretmenlik mesleği ile şairliğini iç içe sürdürmüş, daha sonra öğretmenlik mesleğine daha sıkı bir biçimde sarılmış ve sanat ortamında pek görülmemişti, ama onun bu ortada görülmemesi onun şiirden koptuğu anlamına gelmez. O her zaman şiir yazmış fakat bu şiirleri pek ortaya çıkarmamıştı, çünkü Urkiye Mine Balman görüp tanılan insanlar içerisinde belki de en mütevazisi, kendisini hiçbir zaman ön plana çıkarmayan dünya iyisi bir hocamız ve şairimiz.

Gerçek anlamda ilk çağdaş şiir akımı olarak kabul edilen Hececi Romantik akımını 1940–1950 yılları arasında bizler görebilmekteyiz. Bu dönemin en etkili şairlerinden birisi olan Urkiye Mine Balman ilk olarak okuyucunun karşısına 1940 yıllarında çıkar. Özellikle ilk antoloji ve seçki diye kabul edebileceğimiz “Çığ seçkisi'nde” (1943) bizler şairin şiirlerini görebilmekteyiz.

Dönemin gazetelerinde ve dergilerinde şairin şiirlerini okumaktayız. Bunlar: Söz, Hürsöz Gazetesi, Gençlik ve Dünya Dergileridir. Urkiye Mine Balman'ın şiirlerini değerlendirirken veya okurken onun bu şiirleri yazdığı dönemi de çok iyi bilmek lazım çünkü her şair kendi döneminin ortamına göre yazar veya yazmaya çalışır. Şairimizin yaşadığı dönemde ada İngilizlerin Egemenliği altında idi ve insanlar bir baskı dönemi içerisinde yaşıyorlardı. O dönem kuşağı hemen hemen hepsi Kemalist, folklorik ve romantik şiirler yazarak duygularını dile getiriyorlardı.

Urkiye Mine Balman'ın ilk şiirleri okunduğunda Türkiye'ye duyulan özlem teması dışında tüm şiirlerinde insanı, doğayı, çevreyi seven, bu temaları şiirin içine yerleştiren, insanlarımızın duygularına inebilen bir şair olduğunu belirtmeliyim.

Urkiye Mine Balman'ın sözlerinden de kesit vermek isterim: Vatandan ayrı düşmek bahtsızlığına uğrayarak birçok haklarımız elimizden alınmış olmakla beraber, Türk yaratılmanın heyecanı içinde çırpınan kalbimiz her gün bir parça daha Vatan için çarpıyor. O vatan ki bizim için her şeyden aziz ve kıymetli; Türk milleti de en büyük en mukaddes varlıktır. Bundan kuvvet alarak milli gururumuzla, benliğimizi parçalamak isteyenlere karşı azim ve imanla korunmağa çalışmak en büyük ödevimizdir. Diyen Urkiye Mine Balman’ı sevgi ve saygıyla anıyoruz.

URKİYE MİNE BALMAN HAYAT ÖYKÜSÜ

29 Ocak 1927’de Lefke’de doğdu. Beşkardeşin ikincisi olarak dünyaya geldi. Babasının adı Yusuf Razi. Annesinin adı ise Fatma Nigar’dı. Urkiye Mine Balman, babası, annesi ve o dönem ile ilgili anılarını şöyle anlatmakta: “Babam Yusuf Razi Lefke’de otel işletmekteydi. Otelin yanında bir de han vardı. Güneydeki Rum köylerinden, Maratusa’dan köylüler gelmekte, hayvanlarını hana bağlarlardı. Ben çocukken okul çıkışı hana giderdim. Bir gün yine gittiğimde avlunun ortasında yatan bir siyah köpek gördüm. Köpeği kaçırmak düşüncesiyle olmalı, istedim. Köpek bacağımı ısırdı. Beni alıp hastaneye götürdüler. Sonra polisler o köpeği vurdu. Annem Fatma Nigar, babamla evlenmeden önce on iki sene öğretmenlik yapmış. Okumayı seven kültürlü, ileri görüşlü, aydın, yüreği sevgi dolu birisiydi. Çocukken bize kitaplar okur, masallar anlatırdı. Ben annemden dinlediğim bu masalları kendi çocuklarıma, öğrencilerime ve torunlarıma anlattım. Çok güzel çocukluğum oldu benim. Baba evinde gayet mutlu bir çocukluğum geçti. Bahçeli güzel bir evimiz vardı.”

Urkiye Mine Balman’ın ilkokul anıları: “İlkokula dört yaşında, dört aylık, dört günlük başladım. Okula kucakta götürülmüşüm. Nedenini tam olarak bilmiyorum. Özel bir nedeni olduğunu ise sanmıyorum. Olsa olsa çok küçük yaşta gittiğimiz içindir. Bu yaştaki bir çocuk ancak kucakta götürülebilirdi. Şimdi ise aileler, ellerinden tutarak götürüyor çocuklarını. Bu nedenle olsa gerek. İlkokulda çok parlak bir öğrenciydim. Hemen hemen herkes, beni, adeta el üstünde tutardı. Annem elit, kültürlü birisi olduğu için öğretmenler hep ziyarete gelirlerdi. Sık sık görüşüyorduk, iyi bir durumumuz vardı yani. ”İlkokulu on bir yaşında bitiren Urkiye Mine Balman 1938’de Türk kızlarının eğitim gördüğü tek okul olan Viktorya Kız Okulu’na girdi. “Duhul imtihanı” denilen giriş sınavını kazanmış orada eğitimine başlamış. O zaman aile, Lefkoşa’ya yerleşmiş. Çünkü ondan başka, abisi de erkek lisesine gidiyormuş.

Hocamızın bu konu ile ilgili açıklaması: “İlk iki yılı aile yanında oturduk. Babam, işi icabı, Lefke’ye gidip geliyordu. Bu zor geldi ki iki yılın sonunda, beni kız koğuşuna, abimi de okulunun koğuşuna yerleştirdiler ve Lefke’ye döndüler. Hasretliğin dışında bir sorunum olmadı.”

Viktorya Kız Okulu ile ilgili anıları: “O zamanlar okul Müdüresi İngiliz. Orta ve Lise olmak üzere 6 yıl eğitim gördüm. Türkçe ve Matematik dersleri dışında diğer dersler İngilizce okutulurdu. Matematik hocamız Peyker Tevfik hanımdı. Edebiyat hocamız da Fitnal Zeynel hanımdı. Çalışkan ve başarılı bir öğrenciydim. Bu okul altı yıl olmasına rağmen, eksik dersler nedeniyle lise değil de kolej derecesinde bir eğitim veriyordu. En büyük idealim Ankara’da ‘Dil-Tarih-coğrafya’ fakültesine girmekti. Ama sadece merak, sadece başarı değildi o devreler. Viktorya’dan mezun olanlar üniversitelere giremiyordu. Çünkü Viktorya lise değildi! Lise diploması alabilmek için son sınıfı Lefkoşa Türk Erkek Lisesi’nde okumak istedim. Oraya kaydımı yaptırdım ancak üç ay devam edebildim. Bu arada Viktorya kız okulu’nda yatılı kalıyordum. Bazı nedenlerden dolayı tekrar eski okuluma dönmek durumunda kaldım. Yurttan çıkmak mı istemiştim, yoksa bir durum mu olmuştu tam hatırlayamıyorum. Bu okuldan 1944’te mezun oldum. Ankara’ya gideceğime göre Öğretmen olacaktım! Kızlar için öğretmen koleji yeni açılmıştı o zamanlar. İngiliz okulu’nda yapılan Öğretmen Koleji Giriş sınavlarına girdim. Sınav yazılı olarak Matematik ve Türkçe derslerinden yapıldı. Sınavı kazanarak 1944, Eylül ayında Kız Öğretmen Koleji’ne girdim. ‘Ayasofya Kız Okulu’nda Selimiye Camii yönünde, zemin katta, loş, büyük bir odada ders yapılmaktaydı. Haftanın üç günü Türk kızları, diğer üç günü de Rum kızları ders görüyorlardı. Boş oldukları günler ders şemaları hazırlayarak sınıflara giriyor, öğrencilere ders veriyorlardı. Zaman zaman Omorfo Erkek Öğretmen Koleji’nden eğitimciler gelerek dersleri izlemekteydi. İkinci yılın sonunda 1946 yılında mezun oldum. Öğretmen Koleji’nin ikinci devre mezunlarından Urkiye Mine Balman. Daha önce eğitim yılları bir yıldı.”

1946 yılında Öğretmen Koleji’nden mezun olan Urkiye Mine Balman’ın artık öğretmenlik yaşamı da başlamış oluyordu ve Eylül 1946’da ilk öğretmenliğine Pergama’da (Beyarmudu) başlıyor.

Hocamızın ilk öğretmenliği ve Pergama’yla ilgili anıları: “İki öğretmenli bir okuldu orası. 1, 2 ve 3. sınıfları okutuyordum. O yıllarda Pergama, güzel, sulak ve verimli bir köy olmasına karşın tenha, ıssız bir yer idi. İnsanlar bahçelerde patates, soğan ve sebze yetiştiriyorlardı. Bazı bahçelerde su kuyuları var idi. Suyu kuyulardan dolap beygirleri kuyunun etrafında dönerek çıkartıyorlardı. Arıklara dökülen suyla bahçeler sulanırdı. Hayvan gözleri kapalı döndükçe su dolabından gıcırtılı çok hoş bir ses duyuluyordu. O dönemde kadınlar kahvehane önünden geçmeyi tercih etmezlerdi. Gezintiye çıkıldığı zaman arka sokaklardan geçilirdi. Sınıf olarak kullandığım odanın arka kısmında ağıl vardı. Odanın penceresi ağıla açılıyordu. Ovaya çıkmadıkları zaman keçi ve koyunlar pencereye kadar geliyorlardı.”

Urkiye Mine Balman’ın evlilik ve Gönyeli ile ilgili anıları: “Öğretmenliğimin dördüncü ayında 5 Ocak 1947’de öğretmen Hüseyin Cahit Balman’la nikâhlanarak evlendim. Hüseyin Balman Gönyeli’de öğretmen idi. 1947–1948 ders yılında Gönyeli’ye tayin oldum. O yıllarda Gönyeli İlkokulu üç öğretmenliydi. Eşim ise müdür yardımcısı, yani ikinci sınıf başöğretmen idi. Lefkoşa’ya bu kadar yakın olan bu köyün o zamanlar içme suyu yoktu. Köye tankerlerle yorgancı suyu taşınır, halk bunu satın alırdı. İnsanlar Cuma günleri Lefkoşa’ya merkeplerle alışverişe giderlerdi. Köyde, caminin arkasında iki odalı bir öğretmen evi vardı. Orada kalıyorduk. Hafta sonları Lefkoşa’ya taksi kiralayarak gidebiliyorduk. Ben köy yaşantısını, birçok geleneksel Türk adetlerini burada görüp izleme olanağını buldum. Köy halkı misafir sever, kişilikli insanlardı. Geceleri ellerinde fenerlerle misafirliğe geliyorlardı. Gençler modern olmakla beraber, bazı yaşlı kadınlar yatak çarşaflarına sarınırlardı. Düğünler, genellikle harman sonu yapılırdı. Davullu zurnalı bir hafta sürüyordu.”

Üç yıl sonra 1950’de eşiyle birlikte Larnaka’ya tayin olan hocamızın buradaki anıları: “1954 yılına kadar Larnaka’da kaldık. Hayatımın en güzel dört yılı burada geçti. Denize karşı güzel bir evde oturduk. Ben güneşin deniz üzerinden doğuşunu ilk kez burada hayranlıkla izledim. Okul evimize uzaktı. Bisikletle gidip geliyorduk.”

1954–1955 yılında hocamızın eşi Hüseyin Balman, burs alarak İngiltere’ye gidiyor. Hocamız için zor günler başlıyor, bu zor günlerle ilgili anıları: “Lefke’ye tayinim için dilekçe yazdım. (Bu arada müstemleke (sömürge) idaresinde evlenen bir öğretmen muvakkat kadroya düşmekteydi. Çalışmak için her ders yılı yeni bir tayin çıkıyordu.) Çocuklarım küçük olduğu için Lefke’de ailemin yanında kalarak çalışma yaşamımızdaki zorlukları hafifletmiş olacaktık. Hiçbir şey arzu ettiğimiz gibi olmadı. Beni küçük kaymaklı ilkokulu’na tayin etmişlerdi. 1954–1955 ders yılı sonunda daha eşim İngiltere’den dönmeden birinci sınıf başöğretmeni olarak Lefke İstiklal İlkokulu’na atandı. Benimse tayinim Mora-Meriç’e çıkmıştı. Tekrar dilekçe yazarak birçok uğraştan sonra Gaziveren köyüne tayin edilmiştim. Vasıta yoktu. Şimdi on veya on beş dakikada gidilen yola iki araç değiştirerek gidip geliniyordu. 1957 yılında eşim Atatürk İlkokulu’na nakledildi. Ben yine Küçük Kaymaklı’ya verilmiştim. (1957–58/1958–59)yıllarında okullar tam gün idi. Büyük oğlum Hasan babasıyla Atatürk İlkokulu’na gidiyor, küçük oğlum Tunç benimle Küçük Kaymaklı’ya geliyordu. Ancak geceleri buluşabiliyorduk.

İngiliz Koloni İdaresinden Cumhuriyete geçiş yıllarıydı. Bu arada yeni bir yasakla kolej bitirmiş muvakkat evli öğretmenler muvazzaf kadroya alınmıştı. Yeni gelen eğitimciler anlayış göstererek beni “Selimiye Küçükler İlkokulu’na” naklettiler. Yasaya göre her dört sene sonunda tayinler yapılırdı. Tayinler öğretmenlerin korkulu rüyasıydı. Heyecan ile beklerken tayinim Gönyeli’ye çıktı.

Gönyeli’ye atanan hocamızın zor günleri geride kalmış ve bu yıllarda yaşanılan anıları: “Gönyeli’ye onbir yıl sonra tekrar gidişimde çok mutlu oldum. İnsanlar beni tanıyor, sonsuz sevgi ve saygı gösteriyorlardı. 1963 olayları çıktığı zaman Gönyeli’de öğretmendim. 1964–65 yıllarında Köşklüçiftlik Şht. Tuncer İlkokulu’na tayin oldum. Emekli olduğum 1985 yılına kadar bu okulda çalıştım. Otuz sekiz yıllık meslek yaşamımın yirmi, yirmi bir yılını bu okulda geçirmiştim. ” Hocamızın öğretmenlik yaşantısı tüm öğretmenlere örnek olabilecek niteliktedir.

Hocamızın meslek yaşantısıyla ilgili görüşleri: “Meslek hayatımda daima en iyiyi, en güzeli yakalayarak başarıya ulaşmak en büyük idealim oldu. İnsan ve doğa sevgisiyle iç içe olduğum çocukların o saf, duygulu, sevgi dolu dünyalarında onlarla bütünleşerek geçirdiğim yıllar hayatımın en mutlu yılları idi. Öğretim ve Eğitimin yanı sıra o küçücük beyinleri sevgi, iyilik ve güzelliklerle doldurarak sımsıcak yüreklerine de vatan ve ulus sevgisini aşılamayı kendime en kutsal görev olarak bildim. Bana müdürlük için teklifler gelmişti, ben istemedim, öğretmen olarak sınıfta çocuklarla kalmayı tercih ettim ve çok çok mutlu oldum. Öğretmenliğimde masamın iki yanında hep iki sandalye vardı. Ve bu sandalyelere hep, en afacan, en yaramaz çocukları oturturdum. Ve çocuklar, bu sandalyelerde oturmak için adeta yarış halindeydiler. Bazen çocuklar bir şey söylemek istediklerinde, şaşırıp ‘öğretmenim’ yerine ‘anne!’ diye söze başlarlardı, beni öyle görüyorlardı. Dünyaya ikinci kez gelsem yine öğretmen olurdum.

Urkiye Mine Balman hocamız şu anda emekliliğinin tadını eşi Hüseyin Cahit Balman’la birlikte güzel bir biçimde yaşayarak çıkarıyor. Hocamız gurur duyacağı iki oğul dünyaya getirmiş. Büyük oğlu Hasan Balman (L.L.B. Hons) (Barrister At Law) Lefkoşa’da avukatlık yapmakta. İkinci oğlu Doç. Dr. Tunç Balman İstanbul’da (unisoft)adlı bir bilgisayar şirketinin sahibi ve yönetim kurulu başkanı’dır.

Hocamız şiire nasıl başladığını, kimlerden destek gördüğünü bizlere şu cümleler ile anlatır: “Şiire yazmaya okul sıralarında başladım. Türkçe kitaplarında ezberlediğimiz manzumelerden başka şiir bilmiyordum. Okul kitaplarından ayrı yararlanabileceğimiz kaynaklar çok azdı. Ben daha ilkokuldan beri okumayı çok sevdiğim için bulabildiğim her türlü yazıyı okuyordum. Benim öğrencilik yıllarımda içimizde derin bir vatan hasreti vardı. Anayurt özlemi ve milli duygularla dolup taşıyorduk. Türk bayrağına hasrettik. Ben bu duygularla dolu olarak daha çok milli şiirler yazıyordum. İlk şiirimi 1940 yılında yani on üç yaşında yazdım. Bir ilkbahar mevsimiydi. Aylardan Nisan’dı sanıyorum. Sınıfla bir kır gezisine çıkılmıştı. Laleler, çiçekler toplamıştık. Bu coşku içinde eğlenirken bir arkadaşımızın ufak bir kaza geçirerek ağlaması beni çok etkilemişti. Gece ‘Ağlatan Tepeler’ isimli bir şiir yazmıştım. Sınıfta arkadaşlarıma okudum. Bu benim için duygusal bir andı. Sonraları da yazmaya devam ettim. İyi kötü bir şeyler yazıyor, sonra beğenmeyip bir kenara atıyordum. İlk denemelerimden sonra şiirlerimi Lefkoşa’da yayımlanan ‘Söz’ Gazetesine gönderdim. Gazetenin sahibi Remzi Okan’dı. Kızları Beria, Vedia ve Bedia Hanım benimle tanışmak için okula gelmişti. Benden her hafta gazetede yayımlamak için şiir istiyordu. Bu benim yazma şevkimi artırdı. Şiirlerim vatana özlem ve milli duygularla doluydu. Duygularımı dile getiriyordum. Bu şiirler kapalı bir dönemde yaşayan halkımızın coşku ve beğenisini kazanıyordu. Takdir ediliyordum. Beni görmek, beni tanımak istediklerini yazıyorlardı. Aynı ilgiyi zamanın TC Konsolos’u Recep Yazgan da göstermiş. Bedia Hanım beni alıp konsolosa götürdü. Beni gördüğü zaman “Aaaa! Biz de bu şiirleri yazanı kocaman bir kişi sanıyorduk. Meğer bir çocukmuş” demişti konsolos bey. Söz Gazetesi’ndeki şiirlerim ‘Urkiye Yusuf’ imzasıyla çıkıyordu. Daha sonra ikinci adım olan (Urkiye Mine) ismini kullandım. Söz Gazetesi kapandıktan sonra Halkın Sesi, Hürsöz ve Bozkurt Gazetelerinde yazdım. Şiirlerim 1946’da çıkan ‘Ocak’ ve ‘Dünya’ gibi edebi dergilerde yayımlandı. Daha sonraları ‘Çardak’ ve ‘Beşparmak dergilerinde şiirler yazdım. Bunların yanı sıra İstanbul’da yayımlanan ‘Yedigün’, ‘Yeşilada’, ‘Türk dili’ dergilerinde şiirlerim yayımlandı. Sanat hayatında şiirlerimizin gelişmesinde “Yedigün Dergisi’nin büyük katkısı olmuştur. Çok değerli edebiyatçı Nihad Sami Banarlı şiirlerimizi yapıcı eleştirilerle yaklaşıyor, değer vererek beğendiği şiirleri yayımlıyordu. Her hafta Yedigün gibi seçkin bir dergide Kıbrıslı kadın şairlerden birinin şiirini görmek beni mutlu ediyordu. Gelişmemizde, şiirde sanata yönelmemizde önemli katkıları olan Nihad Sami Banarlı hocamızı minnet duymaktayım. Bu büyük usta ‘Resimli Türk Edebiyatı’ isimli eserinde Kıbrıslı kadın şairler olarak ben ve bazı kadın şair arkadaşlarımdan bahsetmek kadir şinaslığını göstermektedir. O dönemde şiir yazan bazı erkek ozanlar var idi. 1940–50 Kıbrıs Türk şiirinde ilk başı biz çekiyorduk. İngiliz kolonisi olan Kıbrıs’ta Türk dili ve Edebiyatını şiirlerle yaşatmaya çalışıyorduk.”

Hocamız şiirle ilgili görüşlerini ve kimlerden etkilendiğini şu cümleler ile ifade ediyor: “İlk şiirlerim hayal, duygu ve düşünceden kaynaklanıyordu. His ve hayal âlemi bize var olan yaşamı süslü bir tablo gibi sembolize eder. Şiire olan yetenek, duygu ve hayalle bütünleşir. Ne var ki şiir yazmak için yalnız hayal gücü yeterli değildir. Şair ileride yok olmak istemiyorsa yapıtları kültür ile yoğrularak gerçekçi ve çağdaş bir çizgide olmalıdır. 1940’da yazmaya başladığım zaman edebi bilgim çok azdı. Okumak en büyük zevklerimden biridir. Edebiyat kitaplarının yanı sıra bazı edebi dergiler elde ederek okuyordum. Yedigün’de çıkan şiirlerim nedeniyle bazı Türkiyeli şair arkadaşlardan kitap ve dergi yardımı alıyordum. Çok güzel çocuk şiirleri yazan Enis Şükrü Regü bana her hafta ‘Doğan Kardeş’ dergisini göndermekteydi. Elde ettiğim her türlü yazıyı, kitap, dergi veya gazeteyi okuyordum. Çok okumak, her şeyi okumak bana yeni ufuklar, değerler kazandırmıştır. Kuşkusuz ilk şiirlerimi hece vezniyle yazdım. Edebiyat kitaplarından yararlandığım Ahmet Haşim, Faruk Nafiz, Necip Fazıl, Yahya Kemal gibi şairlerden etkilenmiştim. Daha sonraları mesleğim gereği doğa, insan unsuru ve gerçekliğe yöneldim. Çevremde gördüğüm her şey beni duygulandırdı, bana heyecan verdi. Renk renk, çeşit çeşit güzellikler, gecenin esrarında büyüyen doğa, sokaklar, insanlar ve çocuklar bana esin kaynağı oldu. Öğretmen olarak gezdiğim yerlerde rastladığım olaylar, tanıdığım insanlar beni duygulandırmış, bana yeni şiirler kazandırmış oluyordu. Köyle ilgili şiirlerim bu duygu ve gözlemlerimin ürünü oluyor.

Urkiye Mine Balman hocamız şiirlerini yayımladığı ve çıkardığı kitabı için söylediği cümleler: “Çığ” adlı antoloji 1943 yılında yayımlanmıştır. 6 şair ve 3 yazar, 9 arkadaş ile birlikte yayımlanmıştır. Bu kitap ‘Bursalı’ takma adıyla şiirler yazan Türk sefareti Kamçılaryası olan Hikmet Taşkent’in gayretiyle yayımlanmıştır. ‘Yedigün Şairler Antolojisi’ Abdullah Rıza Ergüven tarafından İstanbul’da yayımlanmıştır. Bu kitapta resim ve şiirlerimle bana da yer verilmişti.

‘İlk Demet’ 1952 yılında yapılan bir şiir gecesinin ürünlerinden oluşan bir şiir kitabıdır. Edebiyat öğretmeni, şair İbrahim Zeki Burdurlu’nun gayretiyle oluştu. Benim de bu kitapta şiirlerim var.

‘Yurduma Giden Yollar’ adlı şiir kitabım 1952’de yayımlandı. Benim ilk ve tek şiir kitabım.

‘İkinci Demet’1960’da düzenlenen şiir gecesine katılan ozanların şiirlerinden oluşan bir kitapta şiirlerim çıkmıştır.

LEFKE

Dağların göğsüne uzanmış dinler, >a

Salkım salkım hurmaların sesini. >b

Ezeli bir aşkla duygulanır yer>a

Rüzgâr yola dökmüş şen nefesini>b.

Tatlı akşamların hülyası deniz>a

Akar gönüllere bir çağlıyan su. >b

Yıldızlardan düşer gönlüme bir iz>a

Yakıyor içimi hasret duygusu. >b

Zümrütten bahçeler cennet mi nedir?>a

Toprağı nakışlar düşen her yaprak>b

Altın portakallar bir hazinedir>a

Coşkun pınarla uyanır toprak. >b

Nağmelerle coşar orda tabiat>a

Kavaklar göklerin tek ifadesi. >b

Feyz ve bereket artıyor kat, kat>a

Bir tatlı musiki suların sesi. >b

Üstüste yaslanmış sıra tepeler>a

Bu renkler, güzellik Tanrı vergisi>b

Bir yeşil fırçayla boyandı her yer>a

Bahçeler portakal limon sergisi. >b

Bekler nasibini altın meyvalar>a

Boşaltır suyunu gönlüme dere. >b

İlahi seslerle coşar ovalar>a

Gökten bir yeşil nur dökülür yere>b.

Mevsim tomruk, tomruk açar dallarda>a

Huzur geziniyor gölgeliklerde. >b

Limon çiçekleri kokar yollarda>a

Cennetten melekler gezer bu yerde>b.

Lefkem! Canım Lefkem; doğduğum diyar>a

Tatlı hülyalarım titrer bu günde. >b

Yeşil bahçelerde çocukluğum var>a

Kalbim kanatlanmış uçar gökünde. >b

*11’li Hece ölçüsü ile yazılmıştır. Çapraz kafiye.

TEMASI: Lefke’nin güzelliğinden cennet gibi biryer oluşunu anlatan bir şiir. Açıkçası bende merak ettim diyebilirim yazmadan geçemeyeceğim.

DOĞDUĞUM YER

Uzun yıllardan sonra

Bir Eylül sabahı döndüğümde

Herşey olduğu gibiydi

Rüzgâr fısıldıyordu yine.

Hiçbirşey eksilmemiş odalarda

Yanakları al al

Bir çocuk gülüyor aynada.

Bağdaş kurup oturduğumuz sedir

O eski resim hala duvarda.

Köşede bakıyor aynalı dolap

Eskimiş kırılmış sanki

Kestane pişirdiğimiz mangal

Bir kapı açılmış anılarıma

Güzelliklerin cümlesini

Duydum çocukluk günlerimizin

Coşkun sesini

Ruhumda solmayan tatlı bir acı

Salıncak kurduğumuz

Badem ağacı!

Kuşlar ötüşürdü delicesine

Limon çiçekleri açan bahçelerde

Şırıl şırıl çağıldayan sular

Her gece bir ışık gibi beliren

Ateş böcekleri nerde?

İnce tozlu yollar

Uzaklara taşır hayallerimi.

Coşkun bir doğa, sonsuz güzellik

Doğduğum yer burası

Bir vadi içinde yeşillik.

Lefkoşa 1997

Daha Fazla Haber