Tarafsız olamadı… Laikliği savunamadı… Toplumu kucaklayamadı… Devleti “aparat” gibi kullandı…

Abone Ol

1976’dan beridir 11. kez “Cumhurbaşkanı” seçiyoruz.

Kıbrıs’ın kuzeyinde, yaptığımız seçimlerin dünyada “esamisi” okunmasa da, bu seçimlerin toplum içindeki “meşruiyeti” 2020’ye kadar çok fazla tartışma konusu olmadı.

Ancak 2020’de “seçilmiş” gibi görünen Ersin Tatar’ın, içteki “meşruiyet”ini geniş bir toplum kesimi tanımadı, tanımıyor.

Dışarıda zaten, bizim Cumhurbaşkanımızın da, seçimlerimizin de hiçbir “meşruiyet”i yoktur.

Beş yıl önceki seçimlerde Ankara’nın “müdahalesi” çok ağır ve hoyratça olmuştu.

Şimdiki seçimlerin de “saha”da müdahale bakımından 2020’den kalır yanı yok. Aradaki en büyük fark; Ankara’nın resmi görevli “ajanları”nın, en azından şimdilik birilerini “tehdit” ettiklerini, “çekil yoksa…” dediklerini görmedik, duymadık…

Bu seçimlerin bir diğer özelliği ise “asimetrik” bir yarış olmasıdır…

Seçimin favori ilk iki adayı “eşit” koşullarda yarışmıyor.

Bay Tatar’ın gücü “seçmen”den değil, AKP’den ve elinin altındaki “devletçik”ten geliyor…

Hem “iki eşit egemen devlet”ten söz ediyor, hem de kendi “devletçiğini” bir seçim aparatı gibi tepe tepe kullanıyor.

Belli ki hayalindeki “egemen devlet” modern, çağdaş, demokratik, adaletli, hukuğun üstünlüğüne saygılı, anayasası olan, laik bir “devlet” değil…

Tüm seçim kampanyasında öne çıkardığı “devlet”i kutsallaştırması, bayrak, şehit , mücahit gibi hamaset içerikli “ortak değerleri” tepe tepe kullanması aslında bize nasıl bir “devlet” istediğine ilişkin önemli ipuçları veriyor.

Örnekler çok fazla, ancak birkaç tanesine değinelim…

Herşeyden önce, KKTC Anayasası’nda açıkça ifade edilen bir “laik” devleti savunmuyor Bay Tatar…

Bu konuda kendi “devletçiği”nin anayasasını değil, AKP’nin “emirleri”ni uyguluyor. Özellikle eğitimde “başörtülü öğrenci” tartışmasında toplumunun çok gerisine düştü.

5 yıl boyunca “dinci kesime” verdiği tavizler ve hatta teşvik edici tutumu “Kıbrıslı Türk” kimliğinden çok uzaklara savrulduğunu gösteriyor.

Bu yüzdendir ki bu ülkede Bay Tatar sayesinde, son beş yılda “Din İşleri”nin yapısı değişti, yönetimdeki “ağırlığı” arttı.

Tarikatların, cemaatların faaliyetleri yoğunlaştı, Kuran Kursları kendi gibi “iç meşruiyet”e kavuştu.

Bu yapılanların hiçbiri; Kıbrıslı Türk toplumunun çağdaş ve modern yapısını yansıtmıyor. Dışarıdan bakılınca burası bir niteliksiz “ehali” gibi görünüyor.

“Ümmet toplumu” yaratmak isteyenlerin ekmeğine 5 yıl boyunca bal sürdü Bay Tatar…

Ne yazıktır ki resmi dairelerde kendi fotoğrafının yanında yer verdiği Dr. Küçük ile Rauf Denktaş’ın bu konudaki politikalarına tamamen aykırı bir “gerici çizgi”yi inatla sürdürdü.

Kısacası; Tatar’ın hayal ettiği ve dünyadan tanıma talep ettiği “devlet” Kıbrıslı Türkler’in geleneksel “laik” yapısını yansıtacak bir “devlet” olmayacak.

Hele hele “egemen” olması, eşit uluslararası statü sahibi olabilmesi “imkânsızın da imkânsızıdır.

O halde Bay Tatar ne istiyor?

Çözümsüzlüğün devamını elbette…

Bize, son beş yılda “iki devlet”in aslında “statüko aynen devam etsin”” anlamına geldiğini bolca gösterdi.

Nasıl mı?

Kıbrıslı Türkler’in son beş yılda kullandığı “egemenlik alanlarını” bile daraltarak…

Eğitimden Vakıflar’a, ekonomiden ulaşıma, sağlığa kadar Ankara’ya göbekten “bağımlı” bir “devletçiğin” yapı taşlarının bircik bircik döşenmesine öncülük etti, katkı koydu.

Bu yüzdendir ki, “federal çözüm” istemeyen ve “KKTC sonsuza kadar yaşayacak ” diyen kesimlere bile tezini tatmin edici biçimde anlatamadı Bay tatar.

Seçimlerde “kamplaşma”dan medet umdu, kendine oy verecek olanların “iki devlet”i, vermeyenlerin ise federasyonu destekleyeceğini söyledi ama bu da tutmadı…

Tutmadı çünkü Kıbrıslı Türkler, bu seçimde bir Cumhurbaşkanı’ndan vatan millet “hamaset”i dışında çok daha fazlasını talep ediyorlar.

En başta da ülkenin “iyi yönetilmesini” istiyorlar…

Yukarıdakinin bir “parti bağnazı” olmasını değil, tüm toplumu kucaklamasını istiyorlar.

Oysa Bay Tatar, en başta Anayasa’nın zorunlu kıldığı “tarafsızlık” ilkesini (madde 102) hiç önemsemedi. UBP ile arasına “anayasal bir mesafe” koyamadı. Hatta ettiği yemine (madde 100) hiç sadık kalmadı.

Anayasa “Cumhurbaşkanı devletin ve toplumun birliğini ve bütünlüğünü temsil eder.” demektedir ama “egemen devlet” isteyen Bay Tatar bunu hiç başaramadı. Toplumun bütünlüğünü değil, UBP’nin bütünlüğünü korumaya çalıştı.

Tüm toplumu kucaklamak yerine, üç koalisyon ortağı ile birlikte yönettiği “devletçiği”n olanaklarını üleştirmede “şampiyon” oldu.

Popülizm ile partizanlık bu son 5 yılda “devletçiğin” tüm damarlarına sızdı. İşe alımlarda bu partiler dışındaki yurttaşlar ötekileştirildi.

Elbette bir politikacının “ayrılıkçı” olması, ırkçı ve fanatik milliyetçi olması; dünyamızın, çağımızın yükselen siyasal trendi…

Ancak Bay Tatar; kendi modelinde tarif ettiği “devlet”i kurgulamak yerine, onun AKP’nin kuyruğunda “maşrappa” olmasından hiç hicap duymadı.

Anayasa’ya rağmen, gönlündekinin “Başkanlık sistemi” olduğunu bize çoğu kez “saha”da, hoyratça gösterdi.

Örneğin; parlamentonun ve Yüksek Mahkeme’nin de yer aldığı alana “Cumhurbaşkanlığı yerleşkesi” adını koydurdu ve demokrasinin “kuvvetler ayrılığı” ilkesini tuzla buz etti.

Yürütme, yasama ve yargıyı “başkanın gölgesinde toplayan” külliye fotoğrafı, bu toplumun “egemenliğini” değil, tam tersine “otoriter” bir “başkan”ın hayallerini yansıtıyor.

Elbette Kıbrıslı Türkler’in istediği, uğrunda savaş verdiği “gelecek” bu değildir.

Son beş yılda en az 20 yıl gerilere gittik. Seçimleri kazanması beklenen Tufan Erhürman’ın gerçekten işi çok zor olacak.