Ekim’de Cumhurbaşkanlığı seçim olacak.
Şu anda iki aday var, biri UBP’nin adayı Ersin Tatar, öteki CTP’nin adayı Tufan Erhürman…
İkisinin de oy potansiyeli partilerinin oy potansiyeli kadar, hatta partilerinin oy potansiyelinin de altındalar.
Yüzde 35lere varan bir seçmen kitlesi var ki ne UBP tarafında duruyor, ne de CTP tarafında duruyor, yani bunlar genel olarak bağımsız duruş sergileyen bir kesim.
İşin ilginç tarafı, Tatar’ın yeniden aday olmasından UBPlilerin büyük çoğunluğu hiç hoşnut değil, ülkenin dört bir tarafından görüştüğüm UBPliler Tatar’ın yerine UBP’nin önde gelen isimlerinden birini görmek istediklerini dile getiriyorlar.
Aynı şekilde, samimiyetine güvenip, fikir almak için görüştüğüm CTPliler arasında Erhürman’ın adaylığından memnun olan birkaç CTPli hariç, hiç kimse Erhürman’ın adaylığından memnun değil, hele de sıradan vatandaş olup da ülkenin gidişatından memnun olmadığı, UBP’den umudu kestiği ve sadece muhalefette olduğu için CTP’ye sempati besleyenler hiç değil…
Erhürman için söylenenlerin özeti, “Tamam, anladık, sempatik adam, ama siyasi hayatı boyunca ne topluma, ne de ülkeye bir kuruşluk faydası dokunmuş değil, sadece muhalefette oturuyor, topluma tek bir kuruşluk faydası olmadan devletten maaş çekiyor, laf olsun torba dolsun modunda sosyal medyada kalemşörlük yaparak, gün geçiştirme siyaseti yapıyor, zoraki adayımızdır…”
Tatar için söylenenlerin özeti, “Memleket sorunlarıyla uğraşacağına bol bol yurt dışında gezdi tozdu, iki devletli çözüm politikası tamam ama bu devletin Cumhurbaşkanı olarak, devletin, milletin sorunlarına ciddiyetle eğilip de üzerine düşeni yapmadı, ayrıca Kıbrıs Türkünün pek hazzetmediği AKP ile de gereğinden fazla haşır neşir oldu.”
Apaçık olan durum şudur; her iki aday da seçmeninden zoraki oy alacak.
Ayrıca, hiç kimse ne birinin ne de ötekinin AKP’nin dümen suyundan çıkarak, Kıbrıs Türküne başkanlık yapabileceğine inanmıyor.
Bu iki aday arasında Tatar iki bağımsız devleti savunuyor, Erhürman ise federasyonu savunuyor.
Yani Tatar diyor ki ben zoraki evlilik istemiyorum, evimi ayırmak istiyorum, daha önce yaptığımız evlilik felaketle sonuçlandı, halen de o evliliğin belasını çekiyoruz, artık kendi başımızın çaresine bakmanın zamanı çoktan geldi, ayrı devlet istiyorum…
Erhürman da diyor ki ben yine beni tekme tokat evden kovan herifle evlenmek istiyorum, şansımı bir daha denemek istiyorum, hem yeniden evlenirsek kurucu ortak olacağız, dünya da bu evliliği tanıyacak…
Aslında CTP’nin adayına oy verecek olanların temel hedefi Erhürman’ı seçtirmek filan değildir… Erhürman’ın adaylığı, Kıbrıs Türkünün AKP’nin ve çarpık siyasi anlayışının yıllar yılıdır getirdiği toplumsal, siyasal, ahlaki, kültürel ve ekonomik çöküşün, yıkımın elinden kurtulabilmesi için bir umut vaat etmektedir…Erhürman bu bakış açısını taşıyanlardan oy alacaktır… Yani Erhürman’ın seçilebilmesi durumunda, AKP’ye bir tepki mesajı verilmiş olacaktır, hepsi o kadar, ondan sonra Erhürman da AKP’nin dümen suyuna mecburen girecektir, hiç şansı yok…
Tatar’a oy verecek olanların da temel hedefi Tatar’ı seçtirmek filan değildir…Tatar başından beri duruşuyla, ta 1960lardan beridir Kıbrıs Türkünün adadaki varlığını sindiremeyen, sürekli küçük gören, yapmadığını bırakmayan Rum tarafının hegemonyasına karşı bağımsız bir Kıbrıs Türk devletini savunduğu için oy alacaktır…Hepsi bu kadar.
Rum tarafı 1974’de darbeye girişmeden önce, Türkiye’nin garantörlük kapsamında bir müdahalesine karşı önlem almak için silah altına aldığı milis sayısını 40 binin üzerine çıkarmış, sayısı 950 olan Yunan Alayı’nın mevcudunu da yerel milislerin desteğiyle beş binin üzerine çıkarmıştı… Yani, Türkiye müdahale yapmamış olsaydı bile, 1974 Temmuz ayında gettolara sıkışmış Türkler, en az 45 bin silahlı ve üstelik de tanklarla, toplarla donatılmış ağır silahlı bir ordunun çemberinde olacaklardı…Rum tarafının halen mevcut zihniyetiyle varın sonucu siz düşünün…
Rum tarafı şu anda uluslar arası antlaşmalara aykırı olarak başta ABD, Fransa, İsrail ve Mısır olmak üzere, bazı askeri antlaşmalar yaptı ve ABD ile Fransa’ya askeri üsler verdi…
Rumların bu zihniyetiyle bir kez daha zoraki evlilik yapmak isteyen sayın muhalefetimiz CTP ve CTP’nin adayı Tufan Erhürman’ın bu konuda ciddiyetle söylenmiş tek bir kelimesi yoktur, bu vakitten sonra olur mu, olursa da seçimin yerel sonucuna etkisi olur mu, bilmem…
Tatar’a gelince, o da savunma konusunda bütün insiyatifi Türkiye’ye bırakmış görünüyor… Zırt pırt Rum tarafıyla görüşmeler yapılıyor ama Rum tarafındaki silahlanmanın boyutları gündeme getirilmiyor, hoş, getirilmez de…
Şu anda AKP iktidarının Trump iktidarından ödü patlıyor, ABD doğu Akdeniz coğrafyasını istediği gibi evirip çeviriyor ama AKP iktidarı gık bile diyemiyor!!!...
AKP iktidarının uluslar arası siyasetteki gücü, özellikle de Amerika karşısındaki direnci, ancak Rahip Brunson hikayesinde olduğu kadardır…
Bu yüzden, Ekim’deki seçimden sonra Amerika ne talimat verirse, Kıbrıs’ta o olacak!
Bu kadar açık ve net…
Ayrıca, ana yolların üzerindeki bazı bilboardlarda TC Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Tatar’ın yan yana portrelerinin olduğu posterler var… Sırf bu posterler sayesinde Tatar’ın alabileceği oy kademeli olarak aşağıya çekilecek…
Bu seçimde Tatar’ın yanında AKP’nin görünürlüğü ne kadar artarsa, Tatar’ın oy potansiyeli de o kadar düşecek, özellikle kararsızlar Erhürman’a yönlenecek, Erhürman ucu ucuna seçimi alabilecek…
Zaten AKP’nin istediği de budur; önce söylemleri ve hedefleri doğrultusunda hareket edecek bir Cumhurbaşkanı seçtirmek, sonra da Amerika’nın (Rumların bile değil, ama dolaylı olarak Rumların) talepleri doğrultusunda bir oldu-da-bitti türden çözümü zorlamak…Bunun da en kolay yolu, sağ gösterir gibi yapıp, sol vurmaktır!...
Seçimde AKP’nin varlığını ve rolünü ön plana çıkarmak, Tatar’a zarar, Erhürman’a da dolaylı fayda getirecektir…Taktik basittir; bu seçimde esas taktik AKP’yi istemeyen Kıbrıslı Türk seçmenin bilinç altına AKP seçimlere Tatar lehine müdahale ediyor dürtüsünü sokmak, toplum ve siyasi mühendislik taktikleriyle tarafsız seçmeni ve hatta sağa meyilli seçmeni bile, sola doğru iteklemektir, ki bunun da adı bildiğimiz toplum ve siyaset mühendisliğidir.
Arkasından da şak diye Kıbrıs’ı NATO üyesi yapmak ve doğu Akdeniz coğrafyasında Kıbrıs ile İsrail’in dahil olduğu, İsrail’in korunmasını daha da güçlendirecek bir güvenlik çemberi yaratmak için kollar sıvanacaktır…
Kimse pek fark etmedi ama, hatta basında hiç mi hiç yer de bulmadı, sadece iş bittikten sonra milletin haberi oldu; İsrail İran’ı fena halde hırpaladıktan sonra jet hızıyla Ermenistan ve İsrail’in sarsılmaz müttefiki Azerbaycan arasında jet hızıyla bir barış anlaşması yapıldı, hemen aynı anda da Azerbaycan ve Ermenistan arasında kalıp da Zengezur Koridoru denen, İran’a da kuzeyden sınırı olan bölge Amerika’ya kiralandı…
İran tam anlamıyla kıskaca alındı, artık İsrail’e karşı kılını bile kıpırdatamaz.
Kısa süre içinde Amerikan askeri üsleri Ermenistan ve Azerbaycan içinde de baş gösterecek, hiç şüpheniz olmasın.
Şu anda dünyada, çoğunluğu ve yoğunluğu bizim bölgede olmak üzere, yaklaşık 800 tane Amerikan askeri üssü var…Bu üslerin çoğunluğu da Altın Hilal ve Altın Üçgen denen uyuşturucu bölgelerinde, üstelik bu üslerin en etkili olanları da bölgemizde cihatçı terörün ve pkk türevlerinin fink attığı bölgelerde…Ve bütün dünyanın en yoğunluklu uyuşturucu trafiğinin de geçtiği yerlerde…Amerika bu üslerin ve desteklediği terör örgütlerinin masraflarını vergi mükelleflerinin ödediği vergilerle karşılamıyor, Clinton döneminde yapılan 400 sayfalık itiraftan da anlaşılacağı üzere, başta uyuşturucu kaçakçılığından elde edilen gelirlerle karşılyor…
Uyuşturucu, silah kaçakçılığı ve kara para aklamadan kullanılan kumar sektörünün bizim bölgemizde bu kadar yoğunlaşmasının sebebi budur.
Şimdi Kıbrıs meselesinden bu konuya neden geçtim diye sorabilirsiniz, cevaplayım; En pahalı uyuşturucu türü olan kokain bile artık bizim ufacık ülkemizde bile sıradan uyuşturucular arasına girdi, eğer bizim ülkemize bile bu kadar rahatlıkla girebiliyorsa, bu sadece uyuşturucu kaçakçılarının başarısıyla açıklanamaz, bu ancak güvenlik duvarlarının delik deşik edilmesiyle olur, bu bir…
İkincisi, hergün akla hayale gelmeyen bir skandal, bir rezillik, bir yolsuzluk, bir sahtekarlık ile gündemden düşmeyen AKP iktidarı koltukta kalabilmek için bölgede Amerikan icadı olan (ki bunları 26 Şubat’ta Gregg Roman denen herif Amerikan senatosunda dünya ile adeta alay ederek itiraf etti) her türlü terör unsuruyla dirsek temasına ve işbirliğine girmiş, onların desteğiyle iktidarda kalabilmek için onları meşrulaştırma derdine düşmüş durumda…
Bu eli kanlı çapulcu sürülerinin meşru hale gelmeleri durumunda, ki sürece baktığımızda gelecekler, Amerikan emperyalizminin uşakları olan bu kanlı katiller sürüsünün ellerinde Türkiye pasaportlarıyla, kimlikleriyle bizim memlekete de doluşmaları ve buralarda da en iyi bildikleri pisliklerin (tetikçilik, anarşi, mafyatik örgütlenmeler ve envai tür uyuşturucu kaçakçılığı dahil) tezgahlarını kurmaları hiç de zor olmayacak…
Yani anlayacağınız, bizim Ekim’deki Cumhurbaşkanlığı seçimi, sadece bölgedeki Amerikan tezgahının hedeflerini ya biraz kolaylaştıracak, ya da biraz zorlaştıracak, ama nihai sonuç değişmeyecek, çünkü her iki aday da bu konularda elini suya sabuna dokundurmak, bu konuları gündeme getirmek, dile getirmek niyetinde değil, daha da önemlisi, her ikisi de ulusal güvenliğimizi ilgilendiren bu konuları irdeleyecek, eleştirecek, yönlendirecek cesarete sahip değiller…Ve daha da kötüsü, bütün bu olanların farkında olup olmadıkları da bir muamma, ki bence farkında bile değiller, farkında olsalardı biraz olsun dile getirirlerdi…
Cumhurbaşkanlığı seçiminin sonucunu etkileyecek bir diğer faktör, Kuzey’deki ekonomik durumdur… Rum tarafında gayet istikrarlı bir ekonomi ve serbest piyasa düzeni varken, bizim tarafta resmen bir serbest vurgun, serbest soygun, serbest kazıklama düzeni vardır.
Daha asgari ücretin lafı bile geçer geçmez, piyasadaki ürünlerin tümü yüzde 30 ile yüzde 100 arasında değişen oranlarda zamlandı, güney piyasası kuzeyden çok çok daha ucuz hale geldi.
Dolayısıyla da hergün binlerce Kıbrıslı Türk güneye geçerek, alışverişini oradan yapıyor… Rum tarafındaki marketlerin müşterileri yarı yarıya Kıbrıslı Türklerden oluşuyor, insanlar gidip Rum tarafından alışveriş yapma konusunda yerden göğe kadar haklılar da…
Geçenlerde Lefkoşa’nın Rum tarafındaki altı büyük markete uğradım, saatlerce rafları tek tek inceledim, kuzeyde daha ucuzu olan tek bir ürün görmedim!
Hergün kullandığımız temel gıda ve temizlik ürünlerinin ve keza giyim ürünlerinin hemen hemen tümü nerdeyse yarı fiyatına kadar, hatta bazıları yüzde yüz ve hatta daha da yüksek oranda daha ucuz…
Kuzeyde resmen bir serbest kazıklama düzeni oluşturulmuş, bugüne kadar gelen giden hükümetler de bu rezilliği seyretmiş, halen de seyrediyorlar…
Kuzeyde serbest kazıklama düzeninin mimarı olan bazı tüccar tayfası devletin fiyat denetimine, elektronik etiket uygulamasına da karşı çıkıyorlar, resmen çeteleşmişler… Üstüne üstlük, devlet bunların yaptığı vurgun dolayısıyla toplaması gereken vergiyi de toplayamıyor…Hal böyle olunca da bizim millet haklı olarak Rum tarafından alışveriş yapmayı tercih ediyor.
Kuzeyde piyasadaki fiyatların kısmen altında satış yapan bir tek askeri kantinler var, onların da durumundan halkın haberi yok, hal böyle olunca da millet alternatifin çok daha fazla olduğu Rum tarafına gidiyor, Rum ekonomisini zengin ediyor.
Türkiye’deki omurgasız, beceriksiz ekonomi siyasetinin getirdiği akıl almaz çöküş ister istemez bize de yansıyor ve insanlar, özellikle de özel sektörde çalışan insanlar geçim derdiyle uğraşıyor…E, şimdi bizim tarafta durum buyken, Rum tarafında da belirli bir ekonomik istikrar varken, millet midesinin derdiyle mi uğraşacak, yoksa lafla peynir gemisini yürütmeye çalışan bir siyasi zihniyetin peşine mi düşecek!!!
İşte bu faktörler, Rum tarafıyla federasyonu, bir diğer deyişle, Rum tarafının devlet sistemine entegrasyonu savunan CTP adayının hanesine artı olarak yazılacaktır…Çünkü federasyon demek, AB’ye giriş ve daha stabil bir ekonomik düzen demektir… Açlıkla, sefaletle, itilmişlikle, kakılmışlıkla sınanan, önünü hiçbir şekilde göremeyen, her geçen gün genel durumu daha kötüye giden bir toplumun önceliği milli değil, ekonomik çıkarları olur…
Yani, derdimiz önümüzdeki dönemde milli politikayı belirleyecek seçim mi, yoksa geçim mi diye sorsak, öncelik herhalde geçim derdi olur!
Kaldı ki, bir zamanlar yürekten inandığımız, halen de inandığımız ve bir millet olarak kalmaya niyetimiz varsa inanmak zorunda olduğumuz milli, manevi ve maddi değerlerimizin içine son 25 senede feci şekilde edildi…Artık kimse öyle vatan millet Sakarya nutuklarına pek inanmıyor, umursamıyor bile…
Ganimet, vurgun, sahtekarlık, yalan, dolan, talan ve ikiyüzlülükten beslenen, her ikisi de rotasından feci şekilde sapmış sağ ve sol siyasetin bizi bugün getirdiği durum bundan ibaret…
İşte bu şartlar altında, seçimin sonucunu özellikle tarafsız, kararsız bir duruş sergileyen seçmen belirleyecek, ama her halükarda her iki aday da bu toplumun çoğunluğunun benimsediği, kabullendiği ve seçildiği aday olmayacak…
Seçilen de çoğunluğun oyuyla değil, sadece sandığa giden seçmenin oyuyla zoraki şekilde seçilmiş bir başkan olacak…
Şimdi sorulması gereken soru şudur; biz bunu hak ettik mi?
E, bugüne kadar böyle geldiysek ve halen de böyle gidiyorsak, evet hak ettik…