Şöyle veya böyle koskoca kışı yedik sayılır. Anadolu insanı boşuna söylemedi, kışın son zamanları için.
“Mart kapıdan baktırır, balta kürek yaktırır.”
Yani bu dönemlerde baltanın ve küreğin sapına bile muhtaç olursunuz ısınmak için.
Koca kış geçti deriz de, yine de kışın soğukları dorukta. Ülkemizde sadece Trodos’a ve Beşparmakların doruklarına yağar kar. Kıbrıs insanı her zaman kara özlemlidir. Özellikle çocuklar.
Bir zamanlar henüz on yaşındayken bütün adaya korkunç bir kar yağmıştı. Yağan karın kalınlığı yaklaşık bir metreye yakındı. O günün sevinci ile ağabeyim Mehmet Erdel’le kardan adam yapmıştık. Bizim için ne büyük mutluluktu.
Bazı Kıbrıslı Türkler özlemlerini gidermek için sınır kapılarından geçerek Trodos’a giderler. Bu da bir çare, özlemleri için.
Esas kar, Türkiye’nin kuzey bölgelerine ve kuzey ekvatorun bölgelerindeki ülkelere yağar. Televizyondan izliyoruz Türkiye ve bütün dünyadaki hava koşullarını. Bu bölgelerde yaşayan insanlar için karlı zamanlar adeta işkencedir.
Isınma derdi, giyim derdi, ulaşım derdi filan.
Bir zamanlar kamu görevlerinde bulunduğumda, şubemde Erzurum’lu bir harekat gazisi personelim vardı. Hep bana kışın yaşadıkları zor zamanları anlatırdı.
“Bizde yaz çok kısa sürer. Yaz başlar başlamaz yakacak ve yiyecek stoklamaya başlarız. Erzurum’un karı o kadar acımasızdır ki, size göz açtırmaz. Dam boyu karlar oluşur sokaklarda. Her taraf bembeyaz olur. Hayvan besleyiciler de nasiplerini alırlar. Sürülerinin karınlarını doyurmak için yazın stokladıkları yemleri kışın verirler hayvanlarına. Bazı geceler aç kurtlar dağlardan inerler yiyecek bulmak için. Hatta bazen aç kurtlar mandralardaki kuzulara ve koyunlara saldırırlar. Nerdeyse onları telef ederler. Siz kara özlemlisiniz ama gelin de bir de bize sorun neler yaşadıklarımızı.”
Karın acımasızlığı filmlere de konu olmuştu. Onun yanında edebiyat dünyasına da girmişti. Hatta benim bir hikayem, Erzurum’da dağdan oduk kesmeye giden bir oduncunun yaşadığı dramı anlatıyordu.
Kışın soğukları bize “şu soğuklar ne zaman bitip havalar ısınacak?” sorusunu sordurtur.
Eski insanlar doğa takvimini çok iyi bilirler. Hatırlıyorum ninemle dedem bize anlatırlardı.
“Oğlum cemreler düşünce havalar ısınmaya başladı demektir. Birinci cemre havaya, ikinci cemre suya ve üçüncü cemre de toprağa düşer” derlerdi.
Havaya düşen cemre yaklaşık on onbeş gün içinde havaları ısıtmaya başlar. Üçüncü cemre toprağa düştü mü, artık misafir kabul edilirmiş. Hani yatakları döşekleri yere sererler ya. Bu da öyle birşey.
Eski insanların iklim tahmini en doğru şekilde havada ilk kırlangıcı gördüğümüz zamandır. Şu kırlangıç meselesini de anlatırdı bana rahmetlik ninem.
“Oğlum, havada ilk kırlangıcı gördüğün zaman anla ki havalar ısınmaya başladı.”
Şu kırlangıç işi kafama yattı bayağı. Ben de aynı şeyi çocuklarıma söylemişim. Onlar da “baba, ilk kırlangıcı dün havada gördüm” derlerdi okula gittikleri zaman.
Yani iklimler...
Bir zamanlar rahmetlik bacanağım Orhan Özbalıkçı ile balığa gitmiştik Yeni Erenköy’e. Orhan bacanak aslen Erenköylü olup, Kıbrıs’a balıkçı gemisi ile silah getirirken kaybolan rahmetlik Hikmet Rezvan’ın öz kardeşiydi.
O gün balığa kardeşi rahmetlik Sami Özbalıkçı ile çıkmıştık. Yaz olmasına rağmen bize birer balıkçı yakalı kazak vermişlerdi. Denize açılınca anlamıştık doğanın oldukça sert estiğini. Balık ağlarını gece yarısı atmıştık. Açık denizden dönerken balıkçı Sami bize şöyle demişti:
“Elimizi çabuk tutmamız lazım. Fırtına kopuyor.”
Biraz tuhafıma gitmişti o sözleri. Hava çok sakindi. Ama biraz sertti.
“Ne fırtınası Sami bey, hava şeker gibi” dediğimde, “Biraz sonra göreceksiniz. Ancak da limana girebileceğiz” demişti.
Gerçekten de ancak limana girmiştik ki denizde bir fırtına kopmuştu. O fırtınada dev dalgalar vardı. Açık denizde olsak belki de kayığımızı alabora edebilirdi.
Bunu anlatmamdaki amaç, eski insanların, balıkçıların, çiftçilerin ve o dönem insanlarının doğayı çok iyi okuduklarını söylemektir.
İlkbaharda eşimin köyü Mehmetçik’e gittiğimizde köy girişindeki gölün binlerce göçmen kuşla renklendiğini görürdük. Flaminyolardan tutun da, ördekler, yaban kazlarına ve havada uçan kırlangıçlarda rastlardık. Yani gözümüz aydın, havalar ısınıyor. Artık ısınma derdi kalmayacak. İlkbahar geldi ya...