KUZEY KIBRIS NEDEN TÜRKİYE’YE BAĞLANSIN

Abone Ol

KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimin akabinde MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin ortaya attığı kabul edilmez fikir, bugün bütün Kıbrıs sathında kabul görmedi. Kıbrıs Türkü bir asırlık yalnızlığına yenik düşmedi bu geçen zaman zarfında. Zaten Kıbrıs idari, mali ve kültürel anlamda Türkiye ile beraber yürümüyor mu? Gerçekte Kıbrıs geldiğimiz dönemde Türkiye’nin malı olmadı mı? Olmasına oldu da bazı hususları ortaya koymak lazım.

Kendi Türklüğü ve kendi ulusal değer ve anlayışı ile ayakta kalmasını bilen Kıbrıs Türkü, Bahçeli’nin görüşleri ile örtüşmüyor. Yıllarca ne acılar ve ne zor günler yaşamışız... Ne katliamlar görmüşüz... Yokluk ve büyük göçler, kendi malına mal diyememe, sosyal ve kültürel değerlerimizi yok sayma, hep hayatımızda vardı.

Özellikle Kıbrıs Türklerinin geçirdiği on bir yıllık getto hayatımız bile bizi yıldırmadı.

Şöyle bir Lozan Anlaşmasına kadar uzanalım...

Merhum İsmet İnönü Lozan’da imzaladığı anlaşma ve TBMM’nin onayı ile Kıbrıs tamamen İngiltere’ye bırakılmıştı. Yani bir yerde Kıbrıs, Türkiye’nin itilaf devletlerinden kurtulmak ve kendi egemenliğine kavuşmak için kurban edilmişti.

Hani derler ya, anayı kurtaralım da çocuğu feda edelim, diye bir doğum esnasında. Bu da ona benzer. Ananın kurtulması, kendi demokratik egemen olma sürecini kurması çok önemliydi.

Kıbrıs Türkü Lozan’dan bu yana her gün göndere İngiliz bayrağını çekti, İngiliz Kraliyet Marşı’nı okudu. Bizim nesil o günleri yetişti. İçimiz kan ağlayarak İngiliz bayrağının gönderdeki dalgalanmasını izler, Kraliyet marşını da söylerdik. “Yaşa Kralımız” derdik. Bize bu sözleri ve bu gözlemleri yaşatan Lozan anlaşmasında Kıbıs’ın elden çıkarılmasıydı. Lakin bir gerçek vardır ki, Kıbırıs Türkü İngiliz sömürge idaresinin boyunduruğu altına girdi ve Türklüğünden ve milliyetinden hiçbir şey kaybetmedi. Bu günlere gelmişsek, işte o güçlü idare sayesinde gelmişiz.

İngiliz sömürge idaresi Kıbrıs Türklerini değişik bir kalıba sokmuştur kültürel anlamda. O kültür de İgiliz-Türk karma kültürüdür.

Şayet Rumlar ENOSİS sevdasına kapılmasalar ve normal hayatımıza kavgasız patırtısız devam etseydik, herhalde Kıbrıs Türkü İngiliz’in bütün avantajlarından yararlanacak ve mutlu günler görecekti. Lakin olmadı. Şimdi daha da mutluyuz, İngiliz’in ve Rumun bayrağıdan kurtulduğumuz için. Şimdi daha da özgürüz. Lakin Kıbrıs’ın 82 il olması başka bir şey.

Çok büyük kavgalara rağmen, Kıbrıs Türkü hiçbir zaman Türkiye’nin son ili olmasını düşünmemiştir. Ne de benimsemiştir.

Bu düşünce Kıbrıs Türkü’nün Türklüğünden ve Anavatan’ı Türkiye’den vazgeçeceği anlamına gelmiyor. Bütün Türk Devletleri nasılsa, Kıbrıs Türkü de öyle kalmalıdır.

Bugün bir referandum yapılsa ve sorulsa, “Türkiye’ye bağlanmak ister misiniz?” diye, sonuç “Hayır” çıkacaktır. Sakın Kıbrıs Türkünü vefasızlıkla suçlamayın. Bu Kıbrıs Türkünün tasarrufu olana bir hususdur.

Şu bağlanma işinin ortaya atılması, Kıbrıs sorununu da tetikler mi, tetikler. Yarım asırdan fazla süregelen görüşmeler hiçbir sonuç vermedi. Diyelim ki ortay atılan durum gerçekleşti. Ondan sonra Rumlar ne halt edecekler. Alın size anlaşmazlık, alın size ENOSİS, alın size Türklere ambargo uygulama ve dahaları...

Bu olumsuz durum, adeta Türkiye’nin kafasının bozulması ile, “Artık Kıbrıs’a neşter vurulmalıdır” fikri ile örtüşüyor, ki Kıbrıs sorunu nerdeyse insanlara gına getirmiştir. Lakin bu, çare değildir.

Şayet öyle bir şey olursa, hem Türkiye, hem de Kıbrıs Türkü uluslararası hukuk açısından çok zor durumda kalmaz mı? Kaldı ki, Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi de otomatik olarak ortadan kalkacaktır.

O zaman bugüne kadar gelmiş geçmiş bütün Rum liderlere birer kilo kına göndermek lazım, bu adayı bu hale getirdikleri için.

Artık hayatımız eskisi gibi olmayacak. Olamaz da. Kıbrıs sorununun gerçek çözümü, mutlaka tanınmadan geçer. İki devlet formülü veya KKTC’nin tanınması stratejisi, gerçekte Türkiye’nin temel hedeflerinden biridir. O bakımdan Kuzey Kıbrıs’ın Türkiye’ye bağlanması, Türkiye’nin bugüne kadar dünya üzerinde edinmiş olduğu itibarını kaybetmesine vesile olmaz mı?