Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti kurulalı tam 42 yıl oldu. Takvim 15 Kasım 1983’ü gösterdiğinde verdiğimiz o uzun ve acılarla dolu ulusal mücadelemizin ödülü Kıbrıs Türkü’ne verilmiş oldu, Cumhuriyetimizin kuruluşu ile.
O günü unutmak mümkün değil. O tarih öncesinde bazı hazırlıklar yapılıyordu sarayın o büyük salonunda. KKTC Kurucu Cumhurbaşkanı Denktaş’ın umutları yeşermiş, gözleri parlıyordu.
“Size bir vatan yaratıyorum bugün” diyen Denktaş’ın KKTC’nin ilanına kadar yaşadıkları, bu kararın Meclis’ten oybirliği ile alınmasından endişeleri vardı, muhalefet açısından. O dönemin muhalifleri her zaman olduğu gibi CTP ve TKP idi.
Acaba muhalefet verilen bu karar “hayır” der miydi?
Esasında Denktaş KKTC’nin ilanının bir önceki gecesinde muhalefete seslenmişti:
“Ya bu kararı onayarsınız, ya da meclisi fesh eder, yeni bir süreç başlatırım.”
Denktaş’ın bunu yapmaktan başka çaresi yoktu. Bütün dünyaya karşı Kıbrıs Türkü’nün bir bütün olduğunu göstermek istiyordu, koca Denktaş.
Sosyal demokratlar açısından çok büyük bir sorun yoktu. Sorun CTP kanadındaydı.
Sağın dışındaki partiler durum değerlendirmesi yaparak, KKTC’nin ilanına onay vermeye karar vermişlerdi.
Zamanın Meclis Başkanı Nejat Konuk Cumhuriyetin ilanı ile ilgili sonuç bildirgesini mecliste okuduktan sonra, “Bu kararı ayakta onaylamanızı rica ediyorum” demişti. Ayrıca o bildirge bütün milletvekillerinde imzalanmıştı. Haliyle Denktaş da orada hazırdı.
Sadece Denktaş değildi hazır olan. O sabah Dentaş Meclise giderken Dr. Küçük’ün ikametgahına uğramış ve onu koluna takarak makam arabasına almış ve Mecliste yanına oturtmuştu. Dr. Küçük’ün çok kısa bir ömrü kalmıştı. Gırtlak kanserine yakalanan Küçük, dudağından hiç eksiltmediği sigarasının bedelini hayatı ile ödüyordu.
Cumhuriyet ilan edildikten sonra yine Denktaş onun koluna girerek dışarıya Meclis basamaklarına çıkmışlar ve halkı selamlamışlardı. Davanın üç numaralı adamı Osman Örek de yanlarındaydı. Bütün dava boyunca davayı sürükleyen bu önemli üç adam, son kez fotoğraf karesine öyle yansıyordu. O görüntüyü yakalayan gazeteciler, üçünün o resmini kalıcı hale getirmişler ve bütün belgelerde yer almalarını sağlamışlardı. Bugün Dr. Küçük’ün Anıt Mezarına gittiğinizde, o resimin rölyef halini görürsünüz bir sembol gibi, Anıt Mezar’ın girişindeki duvarda.
Bu üç dava adamı orada halkı selamlarken ben de, hemen onların önündeki biber ağaçlarının altında onları izliyordum.
Ben ne kadar şanslıymışım ki bu üç dava adamı ile bir zamanı paylaşmışım. Bana tek huzur veren şey, onlarla ilgili hatıra kitaplarımı yazıp, gelecek nesillere bırakmamdır.
Yeni bir Kurucu Meclis kurulmuştu. O günler, Denktaş’ın en rahat ve en huzurlu günleriydi. Davaya katkı koyan insanları unutmamıştı. Sadece Denktaş yıllar sonra bana şöyle demişti:
“Güvenir, mutlaka Kurucu Meclis’e seni koymam lazımdı. Bu benim için üzüntü kaynağı olmuştur” demişti bana bir akşam yemeğimizde.
Ben de kendisine “Önemli olmadığını, önemli olanın davanın istenen noktaya gelmesidir. Biz yine sizin gösterdiğiniz yolda yürümeye devam edeceğiz” demiştim.
Nitekim Denktaş, son görev süresi zamanında bana Ombudsman görevini teklif etmiş ve ben de nazikane bir şekilde bu görevi reddetmiştim. Kendince Denktaş huzur arıyordu.
Cumhuriyet ilan edildiğinde Türkiye’nin Kıbrıs Federe Devleti’nin Lefkoşa Büyükelçi İnal Batu’ydu.
Nitekim İnal Batu, ilan edilen Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne akredite olan ilk Büyükelçisi olmuş oldu ve hemen ertesi gün İnal Batu İtimatnamesini sarayda Denktaş’a sunmuştu.
Bugün 42 yaşında olan Cumhuriyetimiz, elbet bir gün dünya tarafından tanınacaktır. Lakin gerçek özgürlüğümüzle beraber kendi Cumhuriyetimize ve vatan yaptığımız topraklara kavuştuğumuz için ne kadar mutlu olursak yeridir.