1960 Kıbrıs Cumhuriyeti; Kıbrıs Türk ve Rum halklarının siyasi eşitliğine dayalı olarak anavatanımız Türkiye, Yunanistan ve İngiltere’nin garantörlüğünde ilan edilmişti. Ama ne var ki Rum-Yunan ikilisi Kıbrıs Cumhuriyetinin kuruluşunu Enosis’e sıçrama tahtası olarak göreceklerdi!..
Nitekim 21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırıları ile Enosis’e giden yolu açmayı hedefleyen Rum-Yunan ikilisi adanın dört bir yanında Kıbrıs Türk halkına silahlı saldırılarda ve katliamlarda bulunacaklardı. Ama ,Kıbrıs Türk halkı buna izin vermeyecek ve Rum-Yunan ikilisine karşı anavatanımız Türkiye’nin desteğinde mücadelesini sürdürecekti.
Nitekim yıllarca devam eden Rum-Yunan silahlı saldırılarına ve de Enosis hayallerine hele bir dur diyen anavatanımız Türkiye’nin 20 Temmuz 1974’te gerçekleştirdiği Barış Harekatı ile Kıbrıs’ta iki bölgelilik gerçekleştirilmiştir. Neticede yıllarca devam eden müzakere süreçlerinden bir sonuç alınamaması üzerine 15 Kasım 1983’te bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ilan edilmiştir.
Ancak ne var ki; dün olduğu gibi bugün de hala daha olası bir siyasi çözümle birlikte Rum liderliği “Garanti Anlaşmaları iptal edilmeli, Türk askeri adadan gitmeli; Rumlar Kuzey Kıbrıs’taki evlerine ve mülklerine geri dönmeli” diyorlar. Bu asla ve asla kabul edilemez. Ancak ne yazık ki maalesef dün olduğu gibi bugün de aramızda hala daha Rumlarla ayni devlet çatısı altında yaşamayı hedefleyenler vardır!..
Halkımıza verilen hangi söz tutuldu? Hangi vaat karşılandı? Kıbrıs Türk halkının haklı iradesine ne zaman saygı gösterildi? Hatta, Rum liderliği dün olduğu gibi bugün de Kıbrıs Türk halkının çok değer verdiği garanti anlaşmalarını iptalini ve de Türk askerinin adadan çıkmasını hedefliyor. Ne yazık ki; bunu içimizden dahi kabul edenler oldu. İşte bakın, Kıbrıs Adası’nın çevresinde ve bölgemizde yaşanan son gelişmeler, güvenliğin ne kadar hayati ve vazgeçilmez olduğunu açıkça göstermektedir..
..Rum tarafının “Sıfır Asker, Sıfır Garanti” ısrarı; masum bir talep değil, Kıbrıs Türk halkını savunmasız bırakmayı ve bu yolla tüm adayı kendi kontrolüne almayı hedefleyen stratejik bir adımdır. Bu durumu hala görmezden gelenler olsa da biz bulunduğumuz coğrafyanın stratejik öneminin bilincindeyiz..
..Karşımızdaki muhatabın niyetleri konusunda yarım asrı aşan bir deneyime sahibiz. Rum liderliği, yabancı güçleri adaya davet ederek yalnızca sorumsuz bir tavır sergilememiş, ayni zamanda Kıbrıs’ı ciddi ve güvenlik riskiyle de karşı karşıya bırakmıştır. Bu gelişmeler tarafımızdan hassasiyetle izlenmektedir. Kıbrıs Türk halkı için Türkiye’nin etkin ve fiili garantisi, müdahale hakkı ve adadaki askeri mevcudiyeti vazgeçilmezdir..
..Bu güvenlik kalkanı sadece geçmişten gelen bir hak değil; bugünün dünya ve bölge jeopolitiğinde bir zorunluluktur. Kısaca vurgulamam gerekirse bizim için “Milli Dava” sözde çözüm adına 1960’ta bir ortaklık devleti kurulmuş Kıbrıs Cumhuriyeti’ne el koyan Rum’a boyun eğmek değildir. Kıbrıs Türk halkı için milli dava; anlamını yitirmiş içi boş müzakere sloganları değil; Kıbrıs Türk halkının ve devletimizin özgür, bağımsız ve refah içinde gelişimini sağlamak, çocuklarımızın geleceğine ve vatanımıza sahip çıkmaktır..
..Milli dava için örnek aldıklarımız Erenköy’de, Geçitkale’de, Baf’ta, Muratağa, Atlılar ve Sandallar’da, Kıbrıs Türkünün olduğu her yerde mücahitlik yapan ve bu yolda hayatlarını feda etmekten çekinmeyen cesur kuşaklardır..
..Sevgili halkım, işte tüm bu nedenlerle biz göreve geldiğimiz ilk günden itibaren kararlı bir duruş sergiledik. Hiçbir tehditten korkmadan , hiçbir baskıya boyun eğmeden doğru bildiğimizi, her yerde ve her platformda anlattık. 2021’de sayın BM Genel Sekreteri Guterres’le gerçekleştirdiğimiz zirvede; Türkiye, Yunanistan ve Birleşik Krallık Dışişleri Bakanlarının şahitliğinde Rum lidere vizyonumuzu ifade ettim. Zirvenin ardından çıkan ilk karşı ses yine içimizden yükseldi ama kulak asmadık..
..Adil ve kalıcı bir çözümün, ancak tarihsel haklarımızın teyidiyle mümkün olabileceğini en üst perdeden dile getirdik. Ortak zemin bulunmadan müzakereye oturmanın hiçbir anlam ifade etmeyeceğini açıkça belirttik. Sayın genel Sekreter sesimizi duydu. Bu nedenle ortak zemin var mı yok mu bakmak için bir Kişisel temsilci atadı. Bu süre zarfında çok taraflı bir diplomasi yürüttük..
..İzolasyonun ne demek olduğunu; ete kemiğe büründürerek anlattık. Raporlarda “Endişe” olarak tanımlanan bu ablukanın, temel insan haklarımızı hedef aldığını kayda geçirdik. Öte yandan, kimilerinin ısrarla iddia ettiği gibi görüşmelerden kaçan taraf asla biz olmadık. Altı maddelik öneri paketimizi ilettik. Gelin, adadaki fiili gerçeklerden hareketle, iki devletli, sonuç odaklı ve zaman sınırlı görüşmelere başlayalım dedik; ancak Rum tarafı bu iyi niyetli ve mevcut koşulları temel alan önerilerimize her zaman olduğu gibi “Hayır” dedi. Yine vazgeçmedik. Madem burada anlaşamıyoruz, iki halk arasında iş birliğini arttıralım dedik..
..Bu kapsamda temel 4 alanda iş birliği çağrımızı yaptık. Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Su Temin Projesi, yani asrın Su Projesi üzerinden Güney’e de su verelim, Türkiye’den kablo bağlantısı ile adanın tamamına elektrik sağlayalım, güneş enerjisi için ortaklaşa çalışalım, Hidrokarbon kaynaklarının kullanımı için birlikte hareket edelim diye önerdik ama ne oldu? Sadece Kıbrıs Türkü için değil, adadaki tüm halkların yararına yönelik tüm bu önerilerimiz yine reddedildi. Burada bulunan sizler ve halkımız çok iyi hatırlayacaktır..
.. 2004 Referandumlarının ardından “Rumlar ‘Hayır’ dese bile siz kazanacaksınız, haklarınıza kavuşacaksınız” denilen ve 3D olarak tanımladığımız Doğrudan Uçuş, Doğrudan Temas ve Doğrudan Ticaret gibi temel haklarımız hala askıdadır. Bunun Kıbrıs Türk halkına yönelik büyük bir kandırmaca olduğunu artık uluslararası toplum tarafından görülmesi gerekiyordu..
.. Bu dönemde tüm bu gerçekleri muhatapların yüzlerine vurduk, kayda geçirdik. Bu süreçte halkımızın hayatını kolaylaştıracak, her gün karşı karşıya olduğumuz haksızlık ve hukuksuzluğa karşı nefes aldıracak 3D taleplerimizi dile getirdiğimiz için bizi eleştirenler oldu. Buradan soruyorum. Kıbrıs Türk halkının iradesi ile seçilmiş bir cumhurbaşkanı olarak, halkımın bu haklı ve meşru taleplerini ısrarla savunmayacaksam, bunları dile getirmeyeceksem, bu taleplerin gerçekleşmesi için bütün gayretimle mücadele etmeyeceksem, görevimi yerine getirmiş sayılabilir miyim? Böyle bir şey kabul edilebilir mi? Değerli misafirler, bildiğiniz gibi geçtiğimiz Mart ayında, Cenevre’de gerçekleşen görüşmelerde yine ortak bir müzakere zemini bulunamadı.. DEVAM EDECEK..