Dün yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimini kimin kazandığını bilmiyorum. Çünkü yazım yazılırken oy verme işlemi devam ediyordu. Yazımı gazetenin sayfasına yetiştirmek için böyle bir konuyu köşeme taşımak istedim.
“Bu seçimi tek kazanan reklamcılardır” koydum yazımın başlığını.
Gerçek değil mi? Herkesin meydanlarda gördüğü bayraklar, tişörtler, flamalar, görsel efektler ve daha bir sürü şey hep reklamcıların atölyesinden çıkar.
Hiç düşündünüz mü, bir seçimin adaylara kaça mal olduğunu? Hele bir düşünün. Bütün bunlar olmadan da olmuyor işte seçimler. Bir başka deyişle seçimlerin tuzu biberidir reklamlar.
Bir partiden aday olan veya olanlar partinin katkıları ile yoluna devam eder, ya bağımsızlar...
Gerçekte reklamcılar ve reklam ajansları bu günü beklerler kazanmak için. Hatta onlar yapılacaklar veya yapılması gereken etkileşim malzemelerini hazırlarlar ve hesaplarlar.
Hani siz anayoldan geçer ve devasa afişleri panolarda görürsünüz ya, işte o afişlerin maliyetini hesaplarsak, çok büyük rakamlar çıkar ortaya. Ya bağımsızlar... Bütün keseyi seçimler için sağarlar. Adeta bu tür seçimler ölüm kalım meselesine döner. Döndükçe de reklam açısından eksik bırakılanlar tamamlanır.
Bir seçim korteji düşünün. O kortejde herkes, üzerine adayın resmi ve amblemi ve yanı renkli tişörtler bu görüntüden halk etkilenir.
Seçim esasında bir seçim psikolojik savaştır. Psikolojik etkileşim seçimlerde çok önemlidir.
Duvarlara yazılan sloganlar, insanların ellerine tutuşturulan rengarenk bayraklar, rozetler ve flamalar hep para ile yapılır.
Ondan sonra kimse geriye bakmaz. Seçimin tortuları asfaltın üstünde kalır.
Eskiden seçim çalışmaları propaganda için hep el broşürleri ile yapılırdı. Sokaklar seçimden arta kalan bir sürü seçim malzemeleri ile dolardı. Şimdilerde sokak broşürleri kalmadı. Hep facebook ve büyük panolara yerleştirilen görsel görüntüler, kitlelere atılan etkileyici mesajlar, fikir beyanları ve daha bir sürü şey.
Yine eskiye dönecek olursak, özellikle Genel Seçimler sonrası meydanlara, sokaklara ve kapı önlerine bırakılan broşürleri temizlemek de belediyelerin işi olurdu. Her zaman belediyeler yorgun düşerler seçimden sonra.
Şimdi özel kanallar ve sosyal medya organları çıktı. Bu tür kanallar da seçim masraflarının diğer bir parçasıdır.
Tomar tomar çocukların ve kadınların ellerine tutuşturulan propaganda amaçlı yazı ve broşürler, gerçekten her tarafı berbat hale getirirler.
Bir de amigoluk yapan gençlere ve yetişkin çağa gelmiş çocuklara para dağıtılır. Bunlar türkü ile mi olur sanırsınız?
Bir partinin seçim bidirgesi de binlerce basılarak halka dağıtılır.
Reklamcıları konuştuk da matbaaları unuttuk.
Bütün broşürler bilgisayar marifetiyle hazırlanıp matbaada basılırken siz bunun farkına varmadan işler tıkır tıkır rayına oturu. Bütün bölgelere koli koli dağıtılan seçim bildirgeleri ve manifestolar, halkın beynine sokulabilir mi? Etkinen var, etkilenmeyen var. Veyahut da “Bunları çok gördük, çok duyduk” deyip kapısının altından atılan seçim malzemelerini hiç okumadan doğrudan çöpe atanlar da var.
Unutmayınız... Bunun adı seçim. Yani seçimle geçimin kıyaslamasını yapan vatandaşlar “Bana ne kimin kazanacağı? Sonunda yolumuz belli. Bu yollardan koca Denktaş geldi geçti ve bu işi bitiremedi. Sonra sırasıyla Mehmet Ali Talat, Dr. Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı geçti buralardan. Sonra Ersin Tatar geldi. Seçim sonuçlarında yeni bir aday veya ikinci kez seçilecek Ersin Tatar var.
Lakin haklının hakkını vermek lazım. Koca Denktaş koca bir devlet bıraktı bu halka.
Şu da bilinmelidir ki, Kıbrıs meselesinin çözümsüzlüğü Rumların uzlaşmazlığındandır. Ben bütün Cumhurbaşkanlarını suçlamıyorum. Gelecek olan da aynı sorunları yaşadı veya yaşayacak. Eninde sonunda kalıcı hale gelecek olan iki devletli çözümdür.
Her neyse...
Seçim hayırlı olsun.