Apartman dairesinde 29 kişinin kalması düşündürücüdür

Abone Ol

Geçen gün basında bir haber vardı... Lefkoşa’da Bedrettin Demirel Caddesi’nde bir dairede 29 kişi kalıyormuş. Ben bu durumu yıllar önce yaşamıştım Oteller Encümeni’nin kontrolluğunu yaparken. Bu durum toplu yaşam ahlakı açısınden etik değildir. Sosyal yaşam açısından çok önemli olduğu için bugünkü yazımı buna ayırmaya karar verdim.

Ne demek bir dairesde 29 kişinin yaşaması? Hangi ev sahibi bunu kabul eder? Hangi apartman sakinleri rahatsız olmaz bu giriş çıkışlardan? Empati yapmak lazım... Şayet yaşadığınız bir apatmanda böyle bir durumla karşılaşırsanız ne yaparsınız?

Bu 29 kişi Bengladeşli insanlarmış. Mesele Polisimizin kaçak yaşayanları kontrol esnasında anlaşıldı.

Bence bu durum herhalde İçişleri Bakanlığını ilgilendirir. Polisle işbirliğinde bu duruma bir çözüm bulunmalıdır.

Biliyorsunuz Lefkoşa’nın eski Osmanlı tarzında yapılan cumbalı evleri muhteşemdir. Eski Eserler Dairesi bu tür binalara hiç dokundurmazlar, otantik değerleri olduğu için. Biz de zamanında bu tür binalara gözümüz gibi bakardık Turizm Bakanlığı’nda görevde iken.

O dönemde Turizm Endütrisi Teşvik Yasası ile Seyahat Acenteleri Yasasını geçirmiştik. Bakanımız Nazif Borman’dı. Nazif Bey de kendi döneminde çok şeyler yapmıştı. İş bitirmede üstüne yoktu. Turizm sezonunun açılık günleri, Girne Kalesi’ndeki etkinlikler ve otellerin katkıları ile kurulan sahil yolundaki festivaller. Bunun yanında Girne Yat Limanı da yine bizim zamanımızda hayata geçmişti. Limana gelen yatların yarışları muhteşemdi. Bunun yanında deniz kirliliğini önleyen tedbirler de alınmıştı. Özellikle Limanlar Dairesi bu işin peşindeydi. Ayrıca turizm fuarlarının sayısı da artırılmıştı. Yeni destinasyonlar ve tur operatörleri çoğaltılmıştı.

Yeniden bir dairesde kalan 29 kişinin meselesine gelelim. Anlatıyordum...

O dönemde bakanlık pansiyonlara da el atmıştı. Bütün otellerin yıldızlarını biz verir, fiyat politikasını biz belirlerdik. Maksatımız bütün pansiyonlarını bir yıldızlı otel seviyesine çıkarmaktı. Otantik ve kültürel değerlerimizle...

Bir denetimimizde pansiyonların durumunu görmek istemiştik. Gördük ki mezbele binaları derme çatma restorasyonlarla üzerine ne bileyim “Yıldız Otel” gibi isimler koymuşlardı. O binaların otelcilikle alakası yoktu. Maksadımız pansiyonculuğun da istenen düzeye gelmesiydi.

Hataylılar Lefkoşa surlar içine doluşunca ve eski evleri satın almaya başlayınca sosyal hayat değişmişti. Kültürel farklılıklar kendini gösteriyordu. Yani surlar içinde evi olan Kıbrıslılar evlerini satmaya başlamışlardı.

Kuruçeşme’de muhteşem bir Osmanlı köşkü vardı. Süslemeleri ve cumbalı görüntüsüyle bar bar bağırıyordu. “Bu evi Osmanlılar yaptı” diye. O ev Lefkoşa’nın kalburüstü bir aileye aitti. Onlar evi satmamışlar ama kiralamışlardı. Belki altı yedi odası, alttan yanma hamamı, mutfağı, geniş bahçesi ve daha tahmin edemeyeceğmiz kadar güzellikleri vardı.

Bu ev de pansiyon olmuştu. Binaya girdiğimizde kiracı bize sormuştu, kimiz diye. Biz de kendimizi tanıtmıştık. Her odasında onlarca yatak vardı. Yerlere serilen döşekler ve yastıklar. Odalar leş gibi ayak kokuyordu. Adam o büyük avluya da sactan odalar yapmış ve tıka basa insan doldurmuştu. Her taraf leş gibiydi. Tuvalet avlunun ucundaydı. Tuvalet kuyduğunda ellerinde maşrapalarla sıra bekleyen on onbeş kişi vardı. Havluları omuzlarındaydı.

Bu durum hepimizi üzmüştü. Durumu Turizm Planlama Dairemize aktarmış ve tedbir almasını söylemiştik. Hatırladığım kadarı ile avludaki sactan odaları yıktırmış ve Pansiyonlar Yasası hazırlığına başlamıştı. Kısacası sadece o evin odalarında belki yüz elli veya daha fazla insan vardı. Böyle bir yaşantıyı kabul etmek mümkün değildi.

Şimdi de Bengladeşliler evlere doluşuyor. Ayrıca surlar içinde otel diye işletilen binaların içi kim bilir ne kadar insanla doldurulmuştu.

Turizm Bakanlığı, belediyeler ve İçişleri bakanlığı ile polisimize çok iş düşüyor demektir. Özellikle yabancı ve Türkiyeli bazı kaçak insanların her gün polis tarafından mahkemeye çıkartıldıkları ve günü gelince sınır dışı edildikleri gerçek.

Kısacası bu yaşantı bize yakışmıyor. Herhalde Dr. Küçük hayatta olsaydı, mutlaka eline kalemi alır ve bu durumu eleştirirdi. Nitekim harekat sonrasında değişen demografik ve sosyal yapımızı bir yazısında eleştirmişti. “Biz böyle değildik” diyordu.

Bu konuda söylenecek çok şey var anlayacağınız. Benim içindeki acı da o yüzdendir, anlayacağınız.