“Harram olsun” dememek için…

Bütün dünyayı kasıp kavuran Coronavirüs; Kıbrıs’ın kuzeyinde de elbette “tahribat” yapacak, insan yaşamını altüst edecekti…

Bunu; en sıradan TV izleyicisi bile yakından görüyor ve biliyordu…

Bütün mesele “kriz” dönemini iyi yönetmekti…

Demokrasi içinde, adaletli davranmak, parti siyasetine boğulmamak birinci koşuldu…

Ama hepsinden önemlisi,elimizi çabuk tutmak ve “iş” yapmaktı…

UBP-HP Koalisyonu; yarı aksak, gecikmeli, sakat, anlamsız, çelişkili; dünya kadar kararlar aldı…

Bütün bu kararlar “tartışmalı” ve çoğu da “hukuk dışı” olmasına karşın, halkımız tarafından benimsenmese de çoğunlukla uygulandı…

Sağlık çalışanları, polis, belediyeler ve medya bu dönemde her zamankinden daha iyi bir performans sergiledi…

Böylesi bir dönemde “muhalefet” yapmak, yanlışları işaret etmek her türlü istismara açık olacağı için herkes “sesini” kesti…

“Aman siyaset yapmayalım, şimdi zamanı değil” korkusuna kapılan ana muhalefet, Tatar Hükümeti’ne olağanüstü “tolerans” gösterdi…

Sendikalar, sivil toplum örgütleri, meslek kuruluşları; hep “krizi atlatalım da bakarız” moduna girdiler…

Maaşları tırpanlanan kamu çalışanları, işsiz kalan özel sektör çalışanları, aç kalan gün işleyip gün yiyenler, hepsi ama hepsi bu “kötü günlerin” hatırına sindi, dayandı… 

Ancak ne yazıktır ki bu “toplumsal tolerans” Hükümet’in daha “katılımcı” daha şeffaf, daha adaletli olmasına değil, tam tersine “Despot”laşmasına yol açtı.

Tatar; bu sakin ortamı istismar ederek defakto“olağanüstü” yetkileri, hovardaca kullanmaya başladı…

Ortağı Özersay, belli ki böyle bir dönemde “fren”e basmayı aklından bile geçirmedi.

UBP-HP Koalisyonu, toplumu “bindik bir alamete gidiyoruz kıyamete” belirsizliğinde yaşatırken, alaturka siyaset üretmekte, mahalle politikacı tavırlarında başarılı oldu…

UBP; saman altından su yürütmeyi bu dönemde çok daha iyi başardı…

Bizzat Tatar’ın kendisi “yandaş” öğrenci yurdunda, sağlık denetimi yaparak “Hilton be burası” diye naralar attı…

Karantina otellerinin seçiminde, yurtların saptanmasında, bu yerlere yeme içme hizmeti verilmesinde tek ölçek “yandaş”lık olarak uygulandı…

Uçağa alınacak öğrenci listeleri oluşturulurken, benim çocuğum hotelde mi, yurtta mı kalsın tartışmasında bile bu “yandaşlık” temel ölçü oldu.

Bakanlar Kurulu tüm kararlarında “Darbe Konseyi” gibi davrandı…

Oysa; 13 Mart günü Cumhurbaşkanı Akıncı “Olağanüstü Durum ilan etmeden bu yetkileri kullanamayız” demiş, ancak gölgelerinden bile korkan bu iki tecrübesiz siyasetçi, anında bunu reddetmişti.

Akıncı’nın önerisinde “Cumhurbaşkanı+Meclis+Hükümet” birlikte davranacak, daha katılımcı bir “kriz yönetimi” olacaktı…

Tatar ile Özersay bunu reddettiler ama sokağa çıkma yasağını geç de olsa uyguladılar…

Kötü mü oldu?

Hayır, iyi yaptılar…

“Madem ki Akıncı önerdi, bunu yapmayalım” da diyebilirlerdi…

Parti siyasetine bağnazca teslim olabilirlerdi…

Üstelik kendileri gibi “sol taraftan” da “Akıncı fobisi”ne teslim olmuş siyaset erbabı “gurva”da bekliyordu…

Bazılarının “Olağanüstü durum ilan edilirse yetkiler Akıncı’ya geçecek” biçimindeki korkuları, Özersay ile Tatar’ın yolunu açtı, işini kolaylaştırdı…

Bu süreçte eski Cumhurbaşkanı Talat da, laf sokuşturarak Akıncı’nın dünya liderlerine mektup yazması ile dalga geçti daha “akif” biçimde görüşmeler yapmasını talep etti.

Neredeyse; “Saray’ın avlusundaki uçağına atlayıp dünya turu atmasını” önerecekti…

Talat’ın öngörüsüzlüğüne bakın ki, Akıncı’nın mektuplarının arkasından hem TC Cumhurbaşkanı Erdoğan, hem de TBMM Başkanı dünya liderlerine onlarca mektup yazdılar ve bu eleştiriyi anlamsız kıldılar. 

Yani Tatar ile Özersay’ın “Aman Cumhurbaşkanı devreye girmesin” korkusuna bizim “sol” cenahın da aynı yöndeki “kaygılar”ıeklenince Hükümetin önü açıldı…

Bu defa “dere tepe dümdüz” gittiler…

Tatar, şeker pirinç dağıtma işini bile uhdesine aldı…

Tabii tüm bu “beceriksizlikler”in içindeki siyasi kurnazlığı toplum görüyor ve anlıyor…

Ama olağanüstü durum nedeniyle “gık”ı çıkmıyor…

Tatar Hükümeti’nden aslında ilk günden itibaren beklediğimiz şuydu:

Hastanelerdeki yatak sayısını ne kadar artırdınız?

Kaç tane solunum cihazı aldınız?

Kaç set KİT getirttiniz?

Yoğun bakım yatak sayısını ne kadar artırdınız?

Sağlık çalışanlarına ne kadar maske, tulum, baş koruyucu sağladınız?

Kriz “pik” yaptığında hangi önlemleri almayı planladınız?

Bunlar üzerinde çalışsalar, bunu şeffaf biçimde halka açıklasalar, inanın bu halk verdiği “desteği” helal edecekti…

Ama yapmadılar…

Böylece Corona hastalarının, sağlık kurumlarımıza yığılması durumunda, bu yapının bunu ne ölçüde “göğüsleyebileceğine” ilişkin olarak halkı boşlukta bıraktılar…

Hukuğu çiğnemelerini hoş görenler var… İhalesiz alımlarına “boş ver” diyenler var… Partizanlıklarına “bişey değil” diyenler var…

Ama; tüm bunlara gösterilen “tolerans” karşısında Hükümet sadece sağlık konusuna odaklansa, savaş anındaki gücümüzü, potansiyelimizi artırsa insanımız emin olun “helal olsun” diyecekti…

Ama şimdi korkarım “Harram olsun” demektedir…