banner913
banner932
banner1012

ULUSLARARASI HUKUKA GÖRE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ VARDIR VE VAR OLMAYA DEVAM EDECEKTİR


Metin FAHRİOĞLU

Metin FAHRİOĞLU

Okunma 21 Kasım 2021, 12:25

NATO Bakanlar Konseyi toplantısının ardından 18 Aralık 1958’de İngiltere, Türkiye ve Yunanistan Dışişleri Bakanları, Kıbrıs  sorununun siyasi çözümüne giden  diplomatik yolda görüşmelere başlamayı kabul etmelerinin sonrasında   5-11 Şubat 1959 tarihleri arasında Zürih’te yapılan görüşmelerin ardından 11 Şubat 1959’da Zürih’te Türkiye Dışişleri Bakanı Fatin Rüştü Zorlu ve Yunanistan Dışişleri Bakanı EvangelosAverofarasında gerçekleşen Zürih Antlaşması ile bağımsız Kıbrıs Cumhuriyeti’nin temelleri atılıyordu..
Söz konusu antlaşmalar; 19 Şubat 1959’da Londra’da, Türkiye Cumhuriyeti  Başbakanı Adnan Menderes, Yunanistan Başbakanı  Konstantin Karamanlis  ve İngiltere BaşbakanıHaroldMacmillan;  Kıbrıs Türk halkı adına Liderimiz Dr. Fazıl Küçük ve Kıbrıs Rum Halkı adına  Başpiskopos Makarios tarafından  imzalanmıştır..
19 Şubat 1959 Londra Antlaşmaları temelinde 16 Ağustos 1960 Lefkoşa Antlaşmaları ile Kıbrıs Cumhuriyeti ilan edilir ve İngiltere’ye iki egemen üs bölgesi bırakılırken; Garanti Antlaşmaları çerçevesinde  650 kişilik Türk Askeri Alayı ve 950 kişilik Yunan Askeri Alayı Mağusa Limanından adaya ayak basıyordu.  O günde 82 yıllık bir ayrılıktan sonra Türk askerinin adaya yeniden ayak basması Kıbrıs Türk halkı açısından bir başka büyük mutluluk kaynağı olacaktı..
1960 Antlaşmalarıyla Kıbrıs Cumhuriyeti  Cumhurbaşkanı Rum olurken, Türk Toplumunun  lideri olan  Cumhurbaşkanı Yardımcısına da tüm temel konularda  Cumhurbaşkanına eşit haklarla ‘veto’ yetkisi verilmişti. Kıbrıs Cumhuriyeti ile  ulusal bir devlet değil, iki uluslu bir devlet yaratma amacı güdülmüştür.  O günde yapılan antlaşmalarla Taksim ve Enosis yasaklanmıştı.. Kıbrıs Cumhuriyeti Devleti düzeninin devamı için her iki toplumun da  self-determinasyon hakkı sınırlandırılmıştır.
O günde Kıbrıs sorununa getirilen çözümün en önemli unsuru, Kıbrıs Cumhuriyeti, İngiltere, Yunanistan ve Türkiye arasında imzalanan Garanti Antlaşması’dır.  Bu antlaşma ile, Kıbrıs Cumhuriyeti’nin bir devlet ile siyasi ve ekonomik birliğe girmesi, bir başka devlete katılması ve taksimi yasaklanmıştır.  Garanti Antlaşması incelenirken bahsedilmesi gereken belki de en önemli nokta, taraflara 4. Madde ile verilen  “Harekete Geçme Yetkisi”dir.  Antlaşmanın 4. Maddesinde şöyle denilmektedir:
“Bu antlaşmanın hükümlerine bir riayetsizlik halinde, Yunanistan, Türkiye ve Birleşik Krallık, bu hükümlere riayet sağlamak için gereken  teşebbüsler veya tedbirler hakkında birbirleriyle istişare etmeyi taahhüt ederler. Müşterek veya anlaşarak hareket mümkün olmadığı takdirde garanti veren üç devletten her biri, bu antlaşma ile ihdas edilen nizamı tekrar kurmak  münhasır maksadı ile harekete geçmek hakkını muhafaza eder.”
Ancak, bu antlaşmaları Enosis’e giden yolda bir basamak olarak gören Makarios, “Bu antlaşmalarla Türklere çok haklar verildi” diyerek  1960 Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasasını değiştirmek isteyecek, ancak Cumhurbaşkanı Yardımcı Liderimiz Dr. Fazıl Küçük’ün ve Anavatanımız Türkiye’nin buna onay vermemelerinin ardından Yunanistan’ın desteğinde   gerçekleştirecekleri  21 Aralık 1963 Kanlı Noel saldırıları ile Kıbrıs Cumhuriyeti yıkılacaktı..
Rumların, Yunanistan desteğinde Adanın her yanında gerçekleştirdiği silahlı saldırılarına karşı Kıbrıs Türk halkı; 11 yıl boyunca  Lefkoşa’da, St. Hilarion’da, Beşparmak dağlarında,  Mağusa’da, Limasol’da, Larnaka’da , Baf’ta diğer kent ve köylerde Direndi!.. Direndi Ay Yıldızlı Bayrağıİçin, Direndi!.. İstiklal Marşını Okumak İçin,Direndi!.. Atatürk İlke ve Devrimleri İçin...
 15 Temmuz 1974’te Yunan Cuntası desteğinde, RMMO ve EOKA-B’nin Makarios’a karşı düzenlediği darbenin ardından Makarios’un yerine getirilen NikosSampson 17 Temmuz 1974’te  Kıbrıs Helen Devletini ilan etmiştir. O günde darbeden sağ kurtulan ve İngilizler vasıtasıyla adadan çıkmayı başarmasının ardından 18 Temmuz’da BM’de yapmış olduğu konuşmadaMakarios: “Ülkem Yunanistan’ın işgali altındadır. Kıbrıs’ta Türklerin de Rumların da hayatları tehlikededir” demişti..
O günde AnavatanımızTürkiye, Kıbrıs’ta yaşanan gelişmelere birlikte askeri müdahalede bulunmak için önce diğer garantör devlet İngiltere nezdinde teşebbüse geçmiş, Türkiye Başbakanı  sayın Bülent Ecevit Londra’ya kadar gitmiş ancak İngiltere’nin, birlikte silahlı müdahaleden  kaçınmasının ardından Türkiye 20 Temmuz 1974 Barış Harekatını gerçekleştirmiştir.20 Temmuz 1974 Barış Harekatı ile Kıbrıs’ta iki bölgeliliğin oluşmasıyla birlikte Kıbrıs’a barış ve huzur geldi..
Kıbrıs’ta, iki bölgeliliğin oluşmasının ardından 13 Şubat 1975’te Kıbrıs Türk Federe Devleti (KTFD) ilan edildi. O günde   BM Güvenlik Konseyi, aldığı 12 Mart 1975 tarih ve 367 sayılı kararı ile  KTFD’nin ilanını  esefle karşılayarak kararın ilanın geri alınmasını istemişti.
31 Temmuz-2 Ağustos 1975 tarihleri arasında Viyana’da BM Genel Sekreteri Waldeim’ın  gözetiminde KTFD Başkanı  Rauf R. Denktaş ve ‘sözde’ Kıbrıs Cumhuriyeti Temsilciler Meclisi Başkanı Glafkos Klerides arasında yer alan görüşmelerin ardından imzalanan  Nüfus Mübadele Antlaşmasıyla da iki bölgelilik  oluşturulmuştur.
Netice itibarıyla  Kıbrıs sorunu ele alındığında, Türkiye’nin  KKTC’nin kuruluşuna zemin hazırladığı müdahalelerinin, uluslararası  hukuka aykırı olmadığını, bilakis bu müdahalelerin dayanağını  Kıbrıs sorununa taraf olan devletlerin çıkarlarını uzlaştıran Garanti Antlaşmasının 4. Maddesinden aldığını görmek mümkündür.
Yaşanan gelişmelerinden ardından başlayan  görüşme sürecini bir kenara bırakan Güney Kıbrıs Rum Yönetiminin (GKRY) Kıbrıs sorununu  BM’e taşımalarının  ardından  BM Genel Kurulu  aldığı  13 Mayıs 1983 tarih ve 37/253 sayılı kararı ile Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliği, bağımsızlığı, toprak bütünlüğüne ve bağlantısızlığına destek vermeye devam edecekti..
Bu karar; Kıbrıs Türk halkı için tek yanlı , olumsuz ve kabulü zor olan bir karardı ve de infial yaratmaması mümkün değildi. Nitekim Kıbrıs Türk halkında var olan bütün sivil kurum ve kuruluşlar, 20 Mayıs 1983’te KTFD’nin Başkanı Rauf R. Denktaş’a bağımsızlık talep eden bir muhtıra vermişlerdir.  KTFD Meclisi, 17 Haziran 1983’te aldığı bir kararla Kıbrıs Türklerinin “self-determinasyon” hakkının göz ardı edilemeyeceğini vurgulamıştır. Kaynak: SoyalpTamçelik, BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs’la İlgili Aldığı Bazı kararların Özellikleri ve Analitik Değerlendirilmesi (1964-1992), s.1251
GKRY’nin uzlaşmaz tutumu ve de BM Genel Kurulu’nun aldığı söz konusu  kararları karşısında  Kıbrıs Türk halkının sessiz kalması söz konusu olamazdı. Nitekim,  KTFD Meclisi, 15 Kasım 1983 günü saat 08.30’daki birleşiminde, aldığı tarihi kararın ardından  yanında Liderimiz Dr. Fazıl Küçük ve dava arkadaşları eski Başbakan Osman Örek olduğu halde KKTC Meclis Balkonundan Rauf R. Denktaş Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu  on binleri aşan kalabalığa ilan ediyordu..
Bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanına  GKRY ve Yunanistan’la birlikte İngiltere de tepki gösterirken  alınan bu karar BM Güvenlik Konseyi’nde, ABD’de ve Avrupa’da büyük bir yankı uyandıracaktı..  Nitekim, BM Güvenlik Konseyi aldığı   18 Kasım 1983 tarih ve  541 sayılı kararı ile Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin  bağımsızlık ilanını “Hukuken Geçersiz” sayarak geri alınmasını istemesi yanında  BM Güvenlik Konseyi’nin 365 ve 367 sayılı kararlarının uygulanmasını ve de  yanında tarafların Kıbrıs Cumhuriyeti’nin egemenliğine, bağımsızlığına ve toprak bütünlüğüne saygı göstermesini ve nihayet “Bütün devletlerden”, Kıbrıs Cumhuriyeti’nden başka bir devleti tanımamaları istenmiştir..
15 Kasım 1983’te bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilan edilmesinin  hemen ardından Anavatanımız Türkiye, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetini tanımış ve  karşılıklı olarak Büyükelçi ataması  gerçekleştirilmiştir.
15 Kasım 1983’te ilan edilen bağımsız ve egemen devletimiz  KKTC’ni bugüne kadar  Anavatanımız Türkiye’den başka tanıyan olmamıştır.  Dünya kamuoyu ve de  büyük güçler  Kıbrıs Türk Halkının  iradesine ve self-determinasyon hakkına saygı göstermemektedirler. Hak ve adaletin savunucusu durumunda olması gereken BM,tam da aksine Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin  tanınmaması için kararlar üretmektedir.
Kıbrıs Türk Halkı olarak,Anavatanımız Türkiye’nin desteğinde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti için  ne zaman tanınma isteyeceğiz? Biz tanınma  istemezsek , biz KKTC’nin tanınması için ısrarcı olmazsak ve de yeniden  görüşme masasına  oturacak olursak  bizi hiçbir güç tanımayacaktır. Hangi şart altında olursa olsun, BM’nin baskılarına boyun eğerek kesinlikle  görüşme masasına oturmayalım ve de  bağımsız ve egemen devletimiz KKTC’nin uluslararası hukuk altında tanınma hakkı olduğunu devamlı olarak dile getirelim ve de tanınma için harekete geçelim.
Uluslararası toplumun temel ögesi “Devlet”tir. ‘Devlet’, uluslararası hukukun gelişiminde tek ve bugün de ilk planda yer alan süjedir.  Uluslararası Hukukta bir devletin  varlığından söz edilebilmesi için üç objektif unsurun varlığı aranır. Bunlar; “İnsan Topluluğu”, “Ülke” ve “Egemen-üstün kamu otoritesi”dir. Kaynak: Arş. Gör. Selcen Erdal, Uluslararası Hukukta Tanıma Kurumu ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Örneği, s.158
Yeni bir devletin  oluşumunu sağlayan unsurlardan birincisi, sınırları tayin edilmiş bir toprak parçasının, yani bir ülkenin varlığıdır. Bir varlığın devlet niteliğini kazanıp tanınmayı talep edebilmesi için taşıması gereken şartlardan biri de egemen-üstün bir otoritenin varlığıdır. Belirli bir insan topluluğunun, belirli bir ülke üzerinde bir araya gelmesi, bir devletin varlığından söz edebilmek için yeterli değildir; bunların yanında bir de siyasi ve hukuki örgütlenmenin gerçekleşmesi şarttır. Kaynak: Hüseyin Pazarcı, Uluslararası Hukuk Dersleri, II. Kitap ,s.19,  5. Baskı, Ankara 1998
 Başka bir değişle; yeni devletin fiilen var olması, yani belirli bir ülke, belirli bir insan topluluğu ve egemen-üstün kamu otoritesi unsurlarını taşıması ve sürekli olacağının düşünülmesi durumunda, devletler tanıma yükümlülüğünün altına girerler..
Sonuç olarak; Rum-Yunan  ikilisinin AB ve BM normları çerçevesinde  hedefledikleri siyasi çözümde bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ne yer yoktur.  Rum-Yunan ikilisinin hedefledikleri siyasi çözümde Kıbrıs Türk halkının ‘azınlık’ hakları temelinde, tek egemenlik, tek devlet, tek uluslararası temsiliyetve  tek uluslararası kişiliğin olacağı, tüm Rum göçmenlerin evlerine dönmesini içeren bir siyasi çözüm  hedefleniyor..
15 Kasım 1983’te yukarıda belirtilen “Uluslar Arası Hukuk Enstrümanları” kapsamı içerisinde Kıbrıs Türk Halkı Devletlerarası Hukuk normları ışığında self-determinasyon hakkını kullanarak bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni ilan etmiştir.
BM Güvenlik Konseyi Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin ilanını geçersiz sayan 18 Kasım 1983 tarih ve 541 sayılı kararı ile BM  yasasını ve uluslararası  bir çok Hukuk Enstrümanını ihlal etmiştir.. BM Güvenlik Konseyi Devletlerarası Hukuk normlarına göre bir devlet olan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti  varlığını ilelebet sürdürecektir..
Günümüzde BM Güvenlik Konseyi, bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin tanınmasını engellerken aldığı kararlar; uluslararası hukuka aykırıdır..
 Kıbrıs Türk Halkı; 15 Kasım 1983’te  bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin kuruluşunu ilan ederek , tüm uluslararası sisteme  artık bağımsız ve güvenlik içinde  yaşamak istediğini çok açık ve net olarak göstermiştir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti bağımsız ve egemen bir devlettir. Bu devlet, Kıbrıs Türk halkının  self-determinasyon hakkını kullanması ile oluşturulmuştur. Bağımsız ve egemen devletimiz Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni diğer devletlerin tanıyıp tanımamalarına bakılmaksızın, devletlerarası hukukta ve uluslararası ilişkilerde bir devlet olarak Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti vardır ve var olamaya devam edecektir.
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Sen Çok Yaşa…
 
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.