İşte bu tümcelerle gazete manşetlerinden verildi yazınımızın duayeni, o hep kendine özgün kalemiyle, sivri dilli konuşmalarıyla yazınımıza farklı bir çizgideydi. Gençliğimin ilk yıllarında onun kitapevine gider kitapları karıştırır, paramın yettiğince bir şeyler alırdım, hele İstanbul’a gitmeden önce okka hesabı sattığı kitapları hiç unutmam. Son yıllarda hep onunla İstanbul Kitap Fuarı’nda buluşurduk,eskilerden konuşurduk. Oda bu sonsuz dünyada yazınımıza çok şeyler bıraktı, çok üretti, hep yazdı. Seni saygı ve sevgiyle anıyoruz üstat.
Özker Yaşın kimdir? 1932’de Lefkoşa’da doğdu. Aile bağları nedeniyle çocukluğu İstanbul'da geçti. Vefa Lisesi'nde okudu. 1950'de Kıbrıs'a dönerek gazetecilik, radyo-tv programcılığı yapmaya başladı. Daha sonra kitabevi, ardından basımevi kurdu, ‘Savaş’ gazetesini yayımladı. Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin kuruluşuna katıldı. 1970-1976 yıllarında milletvekilliği yaptı. Kıbrıs'ın hemen hemen bütün gazete ve dergilerinde, Türkiye'de ise özellikle Varlık'ta adını duyurdu. "Serbest Şiir" ile "Milliyetçi Şiir"in önde gelen şairi oldu. Kıbrıs Türk Şiiri’ne, Türkçesi, şiir estetiği, kaynakları, teması ve üslubuyla gerçek bir yenilik getirdi. Uzunca bir dönem, Ada’nın "usta şair"i olarak bilindi ve izlendi. Şiirlerinde destansı bir atmosfer yaratan Özker Yaşın, oyunları ve romanlarıyla da Kıbrıs Türk Yazınına büyük katkı yaptı. 1986'da İstanbul'a yerleşti. Ölene dek orada yaşadı. Kıbrıs Türk Edebiyatı’nın yalnız çok tanınmış şairlerinden biri değildir. Düzyazıda da ilk akla gelen isimlerdendir. Hemen hemen tüm düzyazı türlerinde ürünleri vardır. Bu bağlamda roman türünde en çok eser veren ve romancı niteliği kazanmış yazarlardan biridir.
YAYIMLANMIŞ ESERLERİ:
1-Ol Alem (Lefkoşa, 1952), Şiir
2-Bayraktar Destanı (Lefkoşa, 1953), Şiir
3- Kıbrıs'tan Atatürk'e (Lefkoşa, 1953), Şiir
4-Bütün Kapılar Kapandı ( Lefkoşa, 1954),Roman
5-Limanda Bir Gemi (İstanbul, 1956), Şiir
6-Kıbrıs'ta Bayrak ( Lefkoşa, 1958), Oyun
7-Kıbrıs Mektubu (Lefkoşa, 1958, genişletilmiş baskı 1964), Şiir
8- Bayraktar Türküsü (1959), Oyun
9-Namık Kemal Kıbrıs'ta (Lefkoşa, 1960), Şiir
10-Mehmetçik Kıbrıs'ta (Lefkoşa, 1960), Şiir
11-Atatürk'e Saygı Duruşu (İstanbul, 1963), Şiir
12-Babil Daha Uzakta (İstanbul, 1963), Şiir
13-Kanlı Kıbrıs -Bir Şahlanışın Destanı I- (İstanbul, 1964), Şiir
14-Oğlum Savaş'a Mektuplar -Bir Şahlanışın Destanı II- (İstanbul, 1965), Şiir
15-Mücahitler ( Lefkoşa, 1970), Roman (1974’te Kıbrıs’ta Vuruşanlar adı ile ikinci baskı)
16-Hödükname (Taşlamalar, Lefkoşa, 1971), Şiir
17-Girne'den Yol Bağladık ( İstanbul, 1976), Roman
18-Kıbrıslı Kazım ( İstanbul, 1978), Roman
19-Kıbrıs Benim Vatanım -Toplu Şiirler I- İstanbul,1986,Şiir
20-Önce Kuşlar Uyanır -Toplu Şiirler II- (İstanbul, 1986),Şiir
21-Zafer ve Bağış ( İstanbul, 1988),Oyun
22-Yüreğimin Yarısı Sende-Son Şiirler I-(İstanbul, 1998),Şiir
23-Akdeniz’de Bir Ada-Son Şiirler II-(İstanbul, 2000),Şiir
24- Mektup Şiirler- Şiir Mektuplar(İstanbul,2001),Şiir
25- Nevzat ve Ben(3 Cilt),(İstanbul, 2004),Yaşantı
KIBRIS'TAN ATATÜRK'E
Alaca karanlık gecelerde
Kıbrıs'tan baktığımda Anadolu'ya
Bir aydınlık görünür mavi mavi
Bilirim ki bu anda
Atatürk'üm kanatlarını germiş semaya
Bir Tanrı gibi dolaşır yücelerde.
O, çobanların kefen ateşini tutuşturur
Ve okul yatakhanelerinde Türk çocuklarının
Şafak alınlarından öper
Üstlerini örter
Üşümesinler diye.
Bilirim ki bu anda
Yurdumun cümle insanları uyumaktadır
Ve Atatürk'üm kanatlarını germiş semaya
O, köylerde şehirlerde fabrikalarda
O, pırıl pırıl süngülerle sınırlarda
Nöbet tutan Mehmetleri korumaktadır.
Alaca karanlık gecelerde
Kıbrıs'tan baktığımda Anadolu'ya
Özlem şehra şehra açılır kalbimde
Ebemkuşağı olup köprü kurarım
Kıbrıs'tan Ankara'ya
Haber salarım turnalarla
Göklerin yedinci katına
Binip gelsin diye Atatürk'üm
Küheylan atına.
Hey benim deli gönlüm divane gönlüm
Atatürk öleli yıllar geçmiş
O şimdi altın ışıklarla
Ak mermerler içinde yatmakta
O şimdi al bir bayrak gibi
Ufka çekilmiş dalga dalga
Alkış tutar alp-erenler yurduna.
O şimdi bir iman rüzgarı gibi
Uğrun uğrun eser dört yana
Ve bu rüzgardan bir parça
Ulaşınca Yavruvatan'a
Çeker çeker ciğerlerime
Sarhoş olurum.
Hey benim deli gönlüm divane gönlüm
Ebemkuşağı köprüden
Ne gelen olur ne giden
Alaca karanlık gecelerde
Kıbrıs'tan baktığımda Anadolu'ya
Gök gözlerle dolar düşüncem.
"Hey Atam" diye seslenesim gelir,
Bakarım uğultularla Toroslar'dan
Tekrar akseden sesim gelir.
Dağlar ses verir çağrıma,
Bir nurlu el deler karanlığı
Ve tutuşturup bulutları meş'alelerle
Yalın kılıç askerler geçer gökten
Gaziler geçer, şehitler geçer,
Bayraktar geçer, Cambolat geçer,
Namık Kemal geçer "Vatan Kasidesi”ni söyleyerekten...
Ve en sonra
Bir yıldızlı tan yeri açılır ufukta
Şahlandırıp küheylanını dört nala
Dağlar gibi heybetli dağlar gibi yüce
Kazandığı tüm zaferlerle birlikte
Atatürk’üm geçer gülerekten.
Alaca karanlık gecelerde
Kıbrıs’tan baktığımda Anadolu’ya
Ağlamak geçer içimden
Bir hoş olurum.
Pastacı Dükkânı
(Çardak Dergisi, 1954)
Özker YAŞIN
Burası Lefkoşa’nın Ledra Caddesinde Bedevi Kardeşlerin ünlü pastacı dükkânıdır. Belki bir gün yolunuz düşer ve gelirsiniz diye yazıyorum. Hani aynı caddede Mavros adlı bir oyuncakçı var. Ismarlama gömlek diken Ermeni Avakyan’ın dükkânının bitişiğin-deki oyuncakçı. Öylesine geniş ve eşya doludur ki Mavros’un mağazası, kapısından girdiğiniz zaman başınız döner, hangi tarafa yürüyeceğinizi, nereye bakacağınızı şaşırırsınız. İşte size bu oyuncakçının karşısındaki Pastacıdan bahsediyorum.
Şayet aklınıza eser ve gelirseniz içerideki görüntü bulunduğunuz mevsime göre değişecektir.
Mevsim kış ise, üstelik soğuk bir kış günü ise Pastacının salonu size ılık bir bahar havası yaşatacaktır. Hoş geldiniz efendim! Ne emrediyorsunuz? Sütlü çay, Türk Kahvesi, Fransız Kahvesi, Salep? Yanında ne getirelim? Kek, Milfrey, Budinga, kremalı pasta, kuru baklava, sütlü börek, ekmek kadayıfı... Ne arzu edersiniz efendim? İşte garson Fodi masanıza gelmiş istediğinizi sormakta-dır.
Siz garson Fodi’yi belki de tanımazsınız. İlk bakışta aklı başında normal bir insan gibi görünür. Ancak atalarımız boşuna ‘görünüşe aldanma’ dememişler. Fodi’nin görünüşüne aldanmayınız. Karşıdaki garsonun giyinişine dikkatle bakınız lütfen. Hiç normal bir insan bu soğuk kış gününde atlet fanilasının üstüne kısa kollu bir gömlek giyerek dolaşır mı? Fodi’nin aklınca soğuk bir havada tiril tiril kısa kollu bir gömlek ile gezebilmek sıradan insanların ya-pamayacağı bir iştir. Fodi sıradan bir insan olmadığını bu şekilde giyinerek göstermeye çalışmaktadır. Fodi’nin çok tuhaf alışkanlıkları vardır. Sabah işe başlamak için Pastacıya gelir gelmez yap-tığı ilk şey karşıdaki boy aynasında kendisini tepeden tırnağa bir incelemek oluyor. Yakışıklı bir genç, hele kadınlar tarafından çok beğenilen bir tip olduğuna müthiş inancı vardır. Şayet size birçok kadın müşterinin kendisini görmek, kendisi ile aynı çatı altında bulunabilmek için pastacıya geldiğini söylerse sakın şaşırmayınız ve söylediklerine inanmış gibi davranınız.
Fodi evlidir. Yalnız gözleriniz parmağında nikah yüzüğü arama-sın. Çünkü evden çıkar çıkmaz parmağındaki yüzüğü çıkarıp ce-bine yerleştirir ve eve dönene kadar yüzük cebinde durur. Neden mi böyle yapıyor? Ben de sizin gibi merak edip sormuştum. Yanı-tı çok ilginçti. Kendisine aşık olan kadın müşteriler, evli olduğunu anlarlarsa rahatsız olup küsebilir ve umutsuzluğa düşebilirler-miş... Fodi bunun için tedbirini önceden alıyormuş...
Kış günleri sabahları Pastacıya pek fazla müşteri gelmez. Bu tenhalıktan yararlanıp garson Fodi sık sık kendisini aynada süzer. Sık sık pantolonunun arka cebindeki tarağını çıkarıp saçlarını ta-rar. Çoğu kez kenar masalardan birine oturup bir çay içer ve hasyaller kurar.
Bütün düşüncesi, Kıbrıslı bir çok Rum ve Türk genci gibi, bir imkân bulup bu adadan kaçıp gitmektir. Piyangodan on bin Kıbrıs Lirası kazansa Fodi bütün hayallerini gerçekleştirebilirdi. Ah eli-ne bir on bin lira geçirebilse... O zaman hiç bu Pastacıda sabahtan akşama, gece yarılarına kadar böyle esir gibi çalışır mıydı? On bin lirası olsa yapacağı ilk iş Londra’ya gitmek olacaktı. On bin lira sermaye ile Londra’da kendi malı olan bir pastacı dükkânı açabi-lir ve garsonluktan patronluğa terfi edebilirdi.
Ah bir eline on bin lira geçirebilse... On bin lira, on bin lira diye düşündükçe sanki cebinde on bin lira varmış gibi, bir duyguya kaspılırdı Fodi. O güne kadar on bin lirayı bir arada görmemiş ve belki de hayatı boyunca göremeyecekti. Devamlı on bin lira hayal etmek ve bir gün on bin lira sahibi olacağına inanmak bir tür mutluluk oluyordu bu garson için... Çünkü arzu etmek bazan kavuşmaktan daha güzeldir.
Gerçekte Fodi için Pastacıda geçen zaman sıkıntılı değildi...
Gün boyu gelip giden müşteriler kendisini oyalayıp mutlu ediyordu. Çok ilginç, çok değişik tip insanlarla karşılaşıyordu. Örneğin sabahları Pastacıya uğrayan müşteriler arasında kendisini keyiflendiren gayet şık giyinen orta yaşlı bir adam vardı. Haftanın üç dört günü Pastacıya gelir, köşe masalardan birine oturarak dik-katle kapıyı gözlemeye başlardı. Sanki birisini, bir kadını bekli-yormuş izlenimi verirdi etrafına... İkide bir saatine bakar, bekledi-ği geç kalmış da sıkılmış gibi hareketler yapardı.
Fodi ile diğer pastahanede çalışanlar bu ilginç müşteriye ‘bekle-yen adam’ adını takmışlardı. Kendisi ile belli etmemeye çalışarak gizli gizli dalga geçerlerdi. Gerçekte kimsenin gelmeyeceğini her-kes biliyordu.
Adam pastacıda oturduğu uzunca bir süre içinde, belirli aralıklarla çay ısmarlar, pasta yer, sık sık saatine bakarak geleceğine inandığı kadını beklerdi. Bazı zamanlar caddeden güzel bir kadın geçerken saatlerdir beklediği en nihayet gelmiş gibi sevinçle yerinden doğrulur, sonra da yanıldığını anlamış ve canı sıkılmış in-sanların tavrıyle tekrar yerine otururdu. Nihayet en sonunda gitmek için ayağa kalkar, yiyip içtiklerinin parasını ödedikten, Fodi’ye oldukça fazla bir bahşiş verdikten sonra şöyle bir ricada bulunurdu :
- Şayet güzel bir kadın gelir ve beni sorarsa lütfen kendisini beklediğimi ve akşama telefon edeceğimi söyleyiniz, derdi.
Fodi aldığı bahşişten çok memnun,
- Siz merak etmeyiniz, dediklerinizi o güzel kadına mutlaka ileteceğim, diye cevap verirdi.
Öğleden sonra, özellikle saat dört ile altı arasında pastacı dükkâ-nı çok kalabalık olurdu. Fodi ile diğer garson İrfan hemen hemen bütün masaları dolduran müşterilere beraber servis yaparlardı. Sağdaki masalara Fodi, soldaki masalara İrfan bakardı. Bedevi kardeşlerin küçüğü Halil camekânın önünde garsonlara yardım e-derdi. Bu yoğun iş saatlerinde Fodi’nin canını sıkan tek şey, bazı güzel kadın müşterilerin İrfan’ın baktığı masalara oturmaları olurdu. Pastahaneye gelen bütün güzel kadınlara kendisinin servis yapmasını isterdi.
Pastacı ile Oyuncakçı Mavros’un küçük çocukları öğleden sonra saat dört buçuk, beş arasında okullarından çıkıp babalarının dük-kânlarına gelirlerdi. Pastacının oğlu babasının Oyuncakçı olmayışına lânet ederdi. Oyuncakçının oğlu ise bunun tam tersini düşünürdü.
Bu saatlerde her iki dükkânda da her günkü çekişme başlar, çocuklar babalarından biraz para alabilmek için çeşitli şaklabanlıklar yaparlardı. En nihayet istedikleri parayı babalarından alınca Oyuncakçının oğlu Pastacıya gelir, bir çukulata veya pasta alır, Pastacının oğlu Oyuncakçıya gider elindeki paranın miktarına göre kurşun askerler alırdı. Bu kurşun askerlerin ömrü bir günlüktü. Çocuk akşama kadar elinde evire çevire önce silâhlarını kırar, sonra başlarını koparır, işe yaramaz bir hale getirince de çöp sepetine atardı.
Öğleden sonra saat altıya yanaşınca Fodi evine yemeye gider ve saat sekize doğru geri gelirdi. Sinemalarda suareye gidenler (ki suareler gece dokuzda başlardı) vakit geçirmek için çoğu zaman pastahaneye girerlerdi. Suareciler gidecekleri sinemaların yolunu tutunca bu kez sinemadan çıkanlar pastahaneyi doldurur, gördükleri film üzerinde tartışmalar yaparlardı.
Kimi filmi beğenmiş, kimi beğenmemiştir. Fodi masalara servis yaparken konuşulanları dinlemeye çalışırdı. Özellikle kadın müşterilerin yüzlerine bakardı dikkatle. Dalgın bir kadın müşterinin davranışlarından çeşitli anlamlar çıkarır ‘mutlaka gördüğü filmde Robert Taylor’un Lana Turner’i öpüşünü düşünüyordur’ diye ak-lından geçirirdi. Sonra kadının yanında oturan kocasını süzer ve çoğu kez erkeği kadına yakıştırmazdı. ‘Ah parasızlık’ diye iç geçirirdi Fodi. ‘Bu maymun herifin cüzdanı dolu olmasa böyle güzel bir kadın ile evlenemezdi’ diye düşünürdü. Fodi bu derece yakı-şıklı olduğu, üstelik Robert Taylor’dan çok daha güzel ve ateşli öpebileceği halde burada çok düşük bir ücretle garsonluk yaparak hayatını tüketsin... Ve şu karşıki masada, işte şu sarışın güzel kadının yanında oturan kel kafalı şişko herif cüzdanı para dolu ol-masaydı bu güzel kadına sahip olabilir miydi? Acaba bu çirkin herif o güzel kadını nasıl öpüyordu? Fodi düşencelerinin burasında tekrar on bin Kıbrıs Lirasına sahip olmayı düşünürdü. İçini bir sıcaklık, bir isyan duygusu sarardı. Dükkândaki masalardan birinin üstüne çıkarak ‘Ben Robert Taylor’dan çok daha güzel öpebi-lirim’ diye var gücüyle bağırmak isterdi.
Az sonra masalar yavaş yavaş boşalmaya başlardı. Sinemadan çıkanlar içlerinde gördükleri filmin tatlı sıcaklığı, karılarını kollarına takarak evlerine bir an önce gitmek için Pastahaneden çıkarlardı. Fodi gidenlerin hareketlerinden bin bir mana çıkarır. Mutlaka bu gece sıcak yataklarında Robert Taylor ile Lana Turner gibi öpüşerek sevişeceklerini hayal ederdi.
Sinema müşterileri dağıldıktan sonra pastahane iyice tenhalaşırdı. Bazı zamanlar masalarda kimse kalmazdı. Fodi’nin içini bir sıkıntı basardı. Hemen hemen her gece saat onbire yaklaşırken pastahaneye operalardan aryalar okuyan şişman sarhoş bir adam gelirdi. Önce dört beş tane çukulata satın alır, sonra sahnede imiş gibi yüksek sesle bir opera aryası söylemeye başlar ve kapıdan çıkıp giderdi.
Pastacının son müşterileri, uykulu gözleriyle yaşamaktan bezmiş basımevi işçileriydi. Yine bu saatte müşteri bulamamış orospular çekine çekine kapıdan bakarlardı. Artık Ledra caddesi iyice tenhalaşmıştır. Pastahane saat onbirde kapanırdı. Fodi ile diğer iş-çiler evlerine yatmaya giderlerdi.