banner913
banner932
banner1012

Kıbrıs’ta Kurban Bayramı

banner1020

banner974
Kıbrıs’ta Kurban Bayramı

banner971
HAZIRLAYAN: ŞEVKET ÖZNUR
1571 yılında Osmanlıların Kıbrıs Adasını fethiyle başlayan Müslüman Türk yaşamı diğer kardeş ülkelerde olduğu gibi günümüzde de sürüp gitmektedir. Asırlarca sürüp gelen uzun zaman süreci içerisinde çeşitli etkenlerle gelenek ve göreneklerde her ne kadar bir kısım değişiklikler olmuşsa da Ada’daki Müslüman Türkler bahse konu olarak seçtiğimiz her üç bayramı da halen tüm canlılığıyla kutlamaktadırlar. Gayr-i Müslim insanların da yaşadığı Kıbrıs adasında bu ve benzeri değerlere, geleneklere sıkı sıkıya bağlı olan Kıbrıslı Türkler anavatan Türkiye’den yüzyıla yakın bir zaman ayrı kalmalarına ve yabancı idarelere rağmen ayakta kalmayı ve asimile edilmemeyi başarmışlardır. Kurban Bayramı yüzyıllardan beri kutladığımız bayramlardandır.
            Atatürk Türkiye’sinin kazanılan zaferlerden ötürü bayram kabul ettiği ulusal bayramların da o günlerden bu yana Kıbrıs Adasında Türklerce bayram kabul edilerek kutlandığı görülmektedir.
Bayram Namazı
            Kıbrıs Adasının eskiden de günümüzde de hem başkenti, hem de en büyük şehri olması hasebiyle Lefkoşa’nın yeri bir başkaydı. Surlarla çevrili olan eski kentin nüfusunun çoğunluğunu o yıllarda Türklerin oluşturduğu gerçeği vardır. İşte bu yıllarda yani yetmiş, seksen sene öncelerine kadar Lefkoşa’da bayram namazına gidiş-dönüş törenleri yer almaktaydı.
            Namaza giden zevatın önünde Hâkim, Mahkeme Kadısı, Müftü Efendi ve Merkez Kadısı yer almaktaydı. Hâkimle Merkez Kadısı törene fesli olarak iştirak ederken Müftü ve Kadı Efendiler sarıklı olurdu.
            Törene katılan bu seçkin kişilerin göğüslerinde Osmanlı Sultanının kendilerine verdiği çeşitli nişanları bulunmaktaydı.
            Bunların arkasında Girne Kapısı Mevlevihane’sinin Şeyhleri, Dervişleri, onların gerisinde polis komutanları ve polislerin üniformalı olarak ve polis bandosu eşliğinde muntazam bir biçimde camiye gitmeleri geleneği mevcuttu. Camiye varan bu kişilerin namazdan sonra aynı düzeni koruyarak döndükleri görülürdü.
            Sabahın erken saatlerinde yer alan bu töreni izlemek üzere kadın ve çocukların camiye giden yolun her iki yakasında sıralandıkları bilinmektedir.
            Adanın diğer kentlerinde de daha küçük çapta benzeri törenler düzenlendiği bilinir. Örneğin günümüzde Güney Kıbrıs’ta kalan Limasol kentinde de kentin ileri gelenlerinin polis veya izci bandosu eşliğinde Çarşı Camii veya diğer adıyla Cami-i Kebire’e gidip döndükleri bir gerçektir.
            Eski bayramları bayram yapan özellikler arasında bayram namazından sonra camide başlayan ve evlerde devam eden bayramlaşmaların ve bayram yemeklerinin ve de tatlıların yeri büyüktü. Bayram nedeniyle çocuklara bayramlık para vermek hem eskiden hem de günümüzde yaygındır.
            Günümüzdeki soğutucuların yer almadığı eski yıllarda arzu edilen yemek ve tatlıları her zaman hazırlayıp uzun süre muhafaza edebilmek olanaksızdı.
            İçinde yaşadığımız dönemlerde çoğu evlerde yeme-içme açısından her gün bayram var desek abartılı olmaz. Lâkin eski yıllarda durum hiç te böyle değildi. O nedenle de bayramların daha farklı bir anlamı vardı.
            Kıbrıslı Türklerde Ramazan bayramlarında özellikle “Zerdeli Pilâv” pişirilmesi ve oruçtan çıkanların bayram sabahı kahvaltıda bu pilâvdan yemekleri gelenek halindeydi.
            Kurban bayramlarında sabah kahvaltısında kebap yemek de eski adetlerdendi. Kurban kestiren kişinin sabah kahvaltısında kestirdiği kurbanın sol böbreğini kebap ederek yemesi ve çayını ona göre yudumlaması da uzun yıllar süre gelen adetler arasında yer alırdı.
 
Geleneksel Bayram Sofrası
            Eski Kurban Bayramlarında geleneğe bağlı ailelerde etin değerlendirilmesi ve yemek pişirme olayı bir düzen çerçevesinde yer almaktaydı.
            Buzdolaplarının bulunmadığı bu yıllarda etin bozulmadan değerlendirilebilmesi son derece önemliydi. Bu nedenle bayramın birinci günü sabahleyin şiş kebabı, öğleyin yağda kızartılmış ciğer ve geceleyin de paça yenirdi.
            İkinci gün “Şeftali kebabı[1]” ve “Zılgıç” yenirdi. Üçüncü gün bumbar pişirilip suyunda da ya makarna veya bulgur pilâvı hazırlanırdı. Kurban bayramının son gününde bulgur köftesi ve kıyma böreği yendiği görülürdü.
            Gerek kentlerimizde gerekse köylerimizde bu ve benzeri yemekler yanında çeşitli yemek ve tatlıların hazırlanıp yendiği bir gerçektir.
            Günümüzde de bayramlarda çeşitli yemek ve tatlıların sofrada bulundurulduğu bilinmektedir.
 
Bayram Eğlenceleri
            Bugünde yer alan bayram eğlenceleri eski çağlarda çok daha farklı durumdaydı. Köy olsun, kent olsun Türk olan her yerleşim yerinde bayram yerleri kurulur, bayram süresince hem çocuklar hem onları gezdiren büyükler zevkli anlar yaşarlardı. Eski bayramlarda bayram yerlerinde çeşitli eğlencelerin yanında seyyar satıcıların ve davul-zurnanın varlığı da görülmekteydi. Hele başkent Lefkoşa’ya Adanın hemen her yerinden Türklerin bayram yerine akın ettiği gözlemlenirdi. Tespitlerimize göre başkent Lefkoşa’da en eski bayram yeri Sarayönü’nde bulunan merkez postanesinin bulunduğu yerdeydi. O dönemde hanımlarımız örtülü olduğundan bayramı rahat izleyebilmeleri için etrafı bezle çevrili bir alan hanımlara ayrılmaktaydı. Sonraki yıllarda Lefkoşa’da bayram yeri Girne Kapısı, daha da sonraki yıllarda Çağlayan Lokantası’na giden yolun üzerinde olurdu.
 
Bayram Ziyaretleri
Bayram nedeniyle yaşlıların ziyaret edilerek ellerinin öpülmesi yanında özellikle Kurban Bayramının üçüncü ve dördüncü günlerinde Adadaki kutsal mekânların da ziyaret edilmesi eski geleneklerimiz arasındaydı.
            Adada yolcu otomobillerinin bolardığı yıllarda daha ziyade kadın ve çocukların katıldığı toplu ziyaretlerde ziyaret edilen kutsal mekânların başında Peygamberimizin süt teyzesi olduğu söylenen ve Peygamberimiz tarafından “Ümmü Haram” yani “Kutsal Anne” olarak tebcil edilen Hala Sultan Hazretlerinin türbesi ve Hala Sultan Camii ve Tekkesi gelmekteydi.         Günümüzde Güney Kıbrıs’ta kalan bu kutsal mekânın ziyaretçisinin yine de çok olduğu görülür. Larnaka kentindeki Hala Sultan Tekkesinden başka Türabi Dede ve Zuhuri Dede türbelerinin de ziyaret edilmesi adettendi. Günümüzde bu türbeler ortadan kalkmıştır.
Larnaka’daki bu kutsal yerlerden sonra Mağusa’daki Kutup Osman Türbesi ve Canbulat Paşa Türbesi de ziyaret edilerek, günümüzde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti havaalanı olan Ercan yakınlarındaki kırk yatırın yer aldığı Kırklar Tekkesine geçilirdi.
Lefkoşa’da Ömeriye Camiindeki Hızır Aleyhisselâm’ın makamını ziyaret ettikten sonra Adanın Türklerce fethi esnasında burçlara ilk kez Türk bayrağını dikerken şahadete kavuşan adsız kahraman Bayraktarın türbesi ve cami ziyaret edilip namaz kılınırdı. Esi yıllarda hacce gidecek olan hacı adaylarının bu mekândan ilâhilerle yola çıkıp öküz arabaları veya at arabalarıyla  Larnaka limanına doğru yola çıktıkları eski anlatılanlar arasındadır. Geceyi Lefkoşa’da geçiren ziyaretçilerin kurban bayramının dördüncü günü Girne’de deniz sahilinde yer alan Hazreti Ömer Türbesine gitmeleri geleneği vardı.
Girne Kalesi içerisinde bulunan Sadık Paşa kabrini ziyaretten sonra öğle yemeği için Lapta’daki Başpınar’a gidilir, yemek yenirdi. Girne kenti de gezilikten sonra bayram ziyaretleri son bulur, katılanlar evlerine dönerlerdi.
Bu ziyaret yerleri arasında günümüzde Güney Kıbrıs’ta kalan Dip Baf’taki Hacı Mehmet Türbesi, Limasolu’un Piri Dede Tekkesi, Alektora köyündeki Huzuri Sultan Hanım Türbesi, Düzkaya yani Evdim’de bulunan Emetullah Sultan Türbeleri’de ziyaret edilen kutsal mekanlardı.
Bu ziyaretlere giderken evlerde hazırlanan çeşitli börekler, bulgur köfteleri, et köfteleri, çörek, hellim, hellimli ve zeytinli biddalar(kekler), dolmalar vb. yiyecekler götürülüp def, darbuka gibi müzik aletleriyle güle oynaya yenir, içilir ve mutlu bir gezi yapılırdı.
Köy yerlerindeki insanlarımızın da bu yerlere kendi imkânlarıyla katıldıkları bilinmektedir.
 
Hac Törenleri
            Kurban Bayramından çok önceleri hazırlık yapan hacı adayları hazırlıklarını tamamladıktan sonra Lefkoşa’daki Ayasofya ya da Bayraktar Camilerinde beyazlar giyinmiş vaziyette toplanır, oralardan koltuklanmış olarak tekbirler, tevhidler ve ilâhilerle Eğlence Tepesine kadar yaya olarak gider, orada at veya öküz arabaları ile Larnaka limanına varır ve Cidde’ye doğru gemilerle yola çıkarlardı.
            O günlerde birkaç ay kadar süren yolculuk sonrasında Hacdan dönenlerin üç gün hacılık sürdükleri görülürdü. Onları tebriğe gelen ziyaretçilerine zemzem suyu ve hacı yağı ikram ettikleri, bu arada gümüş yüzük armağan ettikleri bilinmektedir.
            Hacce gidip dönenlerin sırtlarında hacı elbisesi olduğu halde misafir kabul etmeleri de eski geleneklerimizdendi.
 
[1] Azerbaycan Türklerinin lüle kebabı adını verdikleri kebaba benzer bir kebap türüdür.
banner979
Yorum Ekle
İsim
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.